Seçme ve seçilme hakkı kazanımımızın 88. yılındayız…

Büyük Atatürk! Adını yüreğimde bir kimlik kartı gibi taşıdığım günden beri; Düşünce dünyamı aydınlattığın için, onlarca kitaba imza atan bir yazar olmamı sağladığın için sana çok şey borçluyum…

Şeref madalyalı göğsündeki cesur yüreği ülkesi için çarpan ve Türk ulusunun şeref madalyası olan Büyük Atatürk’ün! Biz kadınların yıllara, yollara, koşullara meydan okumamızı sağlayan eşsiz önderin!

Ülke kan ve barut kokuları içinde kurtuluş mücadelesi verirken, cephede can pazarı yaşanırken, çağını aşan adımları ve atılımları ile kadını, sanatı, eğitimi, gençliği cumhuriyet projelerinin temeline oturtan kahramanın! Çağını aşan adımları ve atılımlarıyla Afife Jale’leri, Muazzez İlmiye Çığ’ları, İdil Biret’leri, Suna Kan’ları, Leyla Gencer’leri gün yüzüne çıkarıp dünyaya tanıtan o dev ve devrimci liderin!

Türk Kadınına Seçme ve Seçilme hakkını tanıdığı tarihin bugün 88. yılındayız. Yani 88 yıl önce Türkiye’de; kadınların siyasal anlamda yurttaş olduğu tarihtir bugün. Kısaca 88 yıl önce Türk Kadınlarının öngörülü bir lider sayesinde batılı kadınlardan çok daha önce “Seçme ve Seçilme” hakkını kazandığı tarihtir bugün.

Şimdi bir kez daha o yıllara ve tarihlere göz atalım…

1926 Medeni Kanun

1930 Yerel Seçimlerde Oy Verme Hakkı

1934 Milletvekili Seçme ve Seçilme Hakkı (bu haklar için İsviçre 1975 yılını, Fransa 1945 yılını beklemiştir)

Bu tarihler biz kadınların hayatına eşitliğin, seçme ve seçilmenin kazındığı tarihlerdir. Yani vatanı vatan yapan kuşağın kadına verdiği değeri “altın harflerle” yazdığı tarihlerdir! Yani yedi düvele meydan okuyanların, hayatlarını cömertçe- yiğitçe ortaya koyanların kan ve can pahasına çizdikleri yol haritasında kadını öne çıkardığı tarihlerdir. Yani 1.5 milyarlık İslam coğrafyasında kadının yazgısını değiştirebilen tek laik ülke olan Türkiye Cumhuriyeti’nin, kadınlarına verdiği değeri dosta düşmana göğsünü gere gere ilan ettiği tarihlerdir.

88 yıl sonra bugün bu hakkımızı yüce Atatürk’ün amaçladığı, tanımladığı, istediği gibi bağımsız, özgür, özgüveni tam kullanıyor muyuz? Bu soruya yanıtım hayırdır! Beni doğunun karlı dağlarından, seni Trakya’nın sıcak yaylalarından, bir diğerini Urfa’nın tozlu yollarından alıp getiren ve bir baltaya sap eden bu yasayı, önünü kesen her şeye, herkese karşı bilinçli, kesintisiz sürdürmek, sahip çıkmak ve korumak konusunda başarılı mıyız? Bu soruya da yanıtım ne yazık ki hayırdır!

Şiddetin sokak, durak, cadde, metrobüs, ev, işyeri tanımadığı, tekmelerin havada uçtuğu günde ortalama 3 kadının sevdikleri tarafından öldürüldüğü, 88 yıl sonra 104 kadın milletvekilinin bulunduğu TBMM’de sesimizin pek çıkmadığını söylemek zorundayız. Bu işler öyle göstermelik iki sözle, meclis kürsüsünde şov yapmakla olmaz. Yıllar önce verilen bu haklara, yıllar sonra bazen iç çekerek, bazen hayıflanarak, bazen geçmişe özlem duyarak sahip çıkılmaz- çıkılamaz. 88 yıl sonra 104 kadın milletvekiline evet denilse de yetmez…

Gelelim sorulara!

İş güvencemiz var mı? Kadın-erkek eşitliği sağlandı mı? Eşit işe eşit ücret alıyor muyuz? TBMM’de eşitlik sağlandı mı? Eğitimde, iş hayatında, mirasta, okulda, yurtta, evin içinde, toplu ulaşım araçlarında haklarımız güvence altında mı? Bu sorulara da yanıtım maalesef hayırdır…

Ne acıdır ki kadını 1930’lu yıllarda aydınlanma atılımlarının temeline oturtan bir ülkenin 2022 karnesi kırıklarla doludur. Kadınlarımızın aradan geçen 88 yılda getirildiği ve götürüldüğü yer ortadadır. Bir İngiliz atasözüne göre; “Elinde çekiç olan, herkesi çivi olarak görürmüş.” Bizde çekiç erkeğin elinde, çivi de kadınlar olduğuna göre, çekiçle çivinin uzun ve hazin yolculuğu bir başka yazının konusu olacak uzunlukta ve derinliktedir.

Gelelim TBMM’nin ve ülkenin zaten yeterince erkek olmasına!

Ülkemizde “Kadın Hakları” denilince aklımıza “kadınları haklamak”, “kadının hakkı yoktur” çünkü “Hakkı” erkek adıdır gibi garip yakıştırmalar ve yaklaşımlar geldiğinden 5 Aralık’ları ha kutlamışız, ha unutmuşuz ne önemi var? Önemli olan ve geçerli olan “erkek egemen” toplumumuzdaki “erkek duruş” ve erkekçe davranıştır. Meclise zor koşullarda giren kadınlardan çok azı seslerini çıkartabildiklerinde onlara “helal olsun erkek çıktı!” deniliyorsa! Yürekli çıkış yaptıklarında “erkek kadınmış doğrusu!” deniyorsa! Biz öncelikle kadın kimliğinin ne olduğunu kanıtlamak, kadın kimliğimizle var olmanın altını çizmek zorundayız…

Hoş! Yanlı ve yanlış adımlar, erkek egemenliği bu denli güçlü iken bunu başarmak “deveye hendek atlatmaktan” daha zordur! Ama direnmenin tek yolunun dayanışmadan geçtiğini unutmadan, uzatılacak eli beklemeden, söz birliği değil, elbirliği yapalım. Bunun içinde gerilere uzanalım, bize verilen haklara bakalım, batıdan çok önce edindiğimiz kazanımlarımızı anımsayalım, bugün hangi topraklara, hangi tohumların atıldığını daha iyi değerlendirip, alt metni daha iyi okuyalım…

Gelelim göz açan örneklere: Dayağın cennetten çıktığını kabul eden bir toplum bunu en çok kadınlarına uyguluyorsa! İstanbul Barosu, Kadın haklarına ilişkin açıkladığı raporda baroya “aile içi şiddet” konulu binlerce başvuru yapıldığını açıklıyorsa! Kadınlara yönelik şiddet sıralamasında ülkemiz Etiyopya ve Kenya’yı bile geride bırakmışsa! Şiddete uğrayan kadınlar, “öfke duyuyorum, ama çaresizim hem çocuklarım var, hem de birilerine söylediğimde artarak tekrarlanıyor!” diyorsa!

Ülkemizde töre ve namus cinayetine bunca kadın kurban gidiyorsa; Fırat’a atlayan kadınların, Batman’da intihar eden genç kızların, dedeleri yaşındaki adamlara zorla verilen kız çocuklarının sayıları artıyorsa! Şanlıurfa’da 21 yaşındaki Şahe Fidan, 1.5 yaşındaki oğlunu da sırtına bağlayarak intiharı seçiyorsa! Ve ölen kızları Şahe’nin yerine ailesi 19 yaşındaki diğer kızlarını damatlarına berdel olarak verebiliyorsa! Iğdır Valiliği’nce düzenlenen toplantıda kadınlar ve erkekler ayrı oturtuluyorsa! İzmir’de 17 aylık, Ağrı’da 3 yaşındaki kız çocukları cinsel istismara uğruyorsa! Töre, berdel, kumalık, başlık parası, 2. sınıf sayılma vb. hep kadını hedef alıp, onun yaşamını karartıyorsa! Batıda yüz evlilikten yirmisi, doğuda yüz evlilikten üçü boşanıyorsa, (İzmir’de bu oran %22, Şanlıurfa’da %3)! Ev yönetiminde, çocuk bakımında, dayakta ve şiddette ilk akla gelen kadın siyasette yok sayılıyorsa! Yaşamın sınırlarında dolaşan kadınlar, hayatın tonlarca ağırlığını taşımaya çalışan kadınlar, “8 Mart” gibi, “Anneler Günü” gibi göstermelik günlerde anılıyorsa! Ve komşumuz İran’da hemcinslerimiz baskıyı dirence dönüştürüyorsa!

“Bizim sosyal topluluğumuzun başarısızlık nedeni kadınlara gösterilen ilgisizliktir” diyen Büyük Atatürk’ün kadını kafes arkasından kurtarıp, insan olarak, birey olarak toplumsal yaşama kattığı tarihleri unutmamak gerekir.

Kadınları bekleyen ölüm şekillerine gelince! Kısa etek giydiği için, gece sokağa çıktığı için, izinsiz baba evine gittiği için sokakta samuray kılıcıyla, kocası tarafından kafasına vurularak öldürülüyor kadınlar! Yine dizilerdeki gibi baktı diye, tayt giydi diye, yemek yapmadı diye, çocuk niye ağladı diye, boşanmak istiyorsun diye, aşkıma cevap vermedin diye yaşamdan koparılıyor kadınlar! Aile içi tacize uğradın diye, parçalanmış ruh haliyle artık yaşamak sana haram diye, gözünün önünde öldürülen çocuğunun acısına katlanamazsın diye öldürülüyor kadınlar…

Yaşama tutunmaya çalışırken, içinde kopan fırtınaları susarak anlatmayı yeğleyen kadınlar dünden bugüne, doğudan batıya daha güzel, daha adil, daha eşitlikçi, daha sevgi dolu bir dünyayı hak etmiyor mu? Hele de hazin bir sürece ve sonuca tanıklık ettiğimiz bugünlerde.

Son bir not: “En az 5 çocuk doğur!” talimatının verilmediği 5 Aralık’ları dilerken bir kez daha şunların altını çizmek isterim.

Büyük Atatürk! Bu özel günümüzde kadın milletvekilleri sana ne der, hakkında ne düşünür, sana nasıl teşekkür eder bilmiyorum. Ancak bana kattığın her şey için, çok önemli kazanımlarım ve kazandırdıkların için, en zor anımda arkamda varlığını hep hissettiğim için sana minnettarım…

Uygar dünyanın kapılarını açtığın için, dünyayı ayağımıza getirdiğin, bizi dünyaya tanıttığın için, her şeyin içinin boşaltıldığı bu politik ve çorak iklimde, sadece yaptıklarından değil, gölgenden bile güç aldığım için sana müteşekkirim…

Adını yüreğimde bir kimlik kartı gibi taşıdığım günden beri; Düşünce dünyamı aydınlattığın için, onlarca kitaba imza atan bir yazar olmamı sağladığın için sana çok şey borçluyum…

Etiketler
Aydın