Bazen Koşullar Öngörülemeyen, Şaşırtıcı Sorumluluklar da Yükler
Bu bir köşe yazısı mıdır, dilekçe midir, kişisel ya da toplumsal isteklerin dışa vurumu mudur? Bilemedim... Bildiğim o ki; yazılanlar düşünülenlerin, duyulanların, hissedilenlerin ancak binde biridir.
Bir yanda kendini nimetten saymaya devam eden fasulyenin 60 TL’ye dayanması, diğer yanda, dünyada en az kırmızı et tüketen ülke olarak birincilik koltuğuna oturmamız! Her yanda gıda enflasyonunda dünyayı sollayan ülkemizde emeklilerin yoksullukla bitmeyen sınavı, açlık sınırında yaşamaya mahkum edilenlerin yaşam savaşı…
Bir yanda “bize ne oldu, neler oluyor, daha neler olacak?” ya da “olmuyor, olamıyor, olmayacak!” diyenler, bir yanda olup bitenlere inanmayanlar, diğer yanda karnı aç olanlarla gözü aç olanların mücadelesi! Her yanda; “Bu bahar başka bahar!” diyerek direnenler ve umut olmaya devam edenler…
Bir yanda kararlı bir şekilde demokrasi, insan hakları, özgürlük, eşitlik, hukuk, adalet savunucuları olarak destan yazmaya, hem meydanları hem de gözleri doldurmaya kararlı gençler ve dinamik kuşaklar! Diğer yanda “Kuzeyin Oğlu” olarak tanınan Volkan Konak için sevenlerinin kuzen ölümü gibi sarsılması…
Bir yanda etik, kalite, liyakat gibi değerlerin hükmü kalmayan kamu kuruluşları ve ulusal ve uluslararası saygınlığını, akademik ve bilimsellik güvenilirliğini yitiren öğretim kurumları! Diğer yanda Avrupa Üniversiteler Birliği ülkeler içinde tek imzayla rektör atayan ülkemiz! Bir yanda bilimsel yayınları ve uluslararası makaleleri olmayanları rektör seçerek bilime teğet geçen anlayış! Bir yanda doktoralı satış görevlisi, yüksek lisanslı garsonların yoğun olduğu eğitimli gençleri getirdiğimiz yer! Diğer yanda bir süredir 4 yıllık lise döneminin zorunlu olmaktan çıkarılmasının tartışıldığı MEB! Her yanda toplumun sabır sınırının çoktan aşıldığı moral değerlerimiz…
Bir yanda gerçeklerin inşası için her şeyi göze alan, ıslak kıyafetleriyle direnen, göz altına alınan, içeri tıkılan gençler! Diğer yanda çayı koyan, çorbayı kaynatan, ‘belki gelir’ diye camlarda bekleyen; “Oğlum- kızım dik dur annen- baban yanında!” diyerek çocukları için kaygılanan, gözbebekleri için göz pınarları kuruyan aileler…
Bir yanda tüketimin azalması, üretimin düşmesi sonucu yaşananlar! Diğer yanda sit ve arkeolojik alanlarda kalan 23 bin ağacın kesileceği Çanakkale’deki köyler! Her yanda dipten gelen dalga ve ekonomik dalgalanmalar…
Bir yanda disiplin, sorumluluk, adanmışlık, sadakat gibi kavramların dışa vurumu! Diğer yanda karanlığın ucunda görünen ışığa gölge düşürmeden kendinden geçip kentinden ve değerlerinden vazgeçmeyenler! Bir yanda bilmeden konuşanlar! Diğer yanda bilmeyenleri konuşturanlar! Her yanda; “Yakamıza yapışanlar! Büyük Atatürk’le aramızdaki bağı koparmaya çalışanlar! O bağın çok güçlü olduğunu unutmayın. Peşimizi bırakın. Huzursuzluk, işsizlik, neden kaderimiz olsun neden rahat ve mutlu bir hayatımız olmasın!” diyenler…
Bir yanda tüketimle boykot, sokakla kalabalık, kampüsle bilim, vicdanla cesaret birleşince uzaydan bile duyulan sesler! “O umut olmaya devam ettikçe, bizim minnetimiz artarak devam edecek!” diye haykırarak, müdahalelere karşı mücadele eden milyonlar ve yaratıcı, barışçıl, etkili direniş biçimlerinin sergilendiği kitlesel uyanış hareketi…
Bu toz duman arasında yüz güldüren habere gelince! BM Sıfır Atık Yüksek Düzeyli Şahsiyetler Danışma Kurulu Başkanlığı'na “Saraya çöp kamyonu girmeyecek!” diyen Emine Hanım getirildi.
Şimdi Ziya Osman Saba’dan bir alıntıyla yazıyı noktalama zamanı!
“Sizleri görüyorum bahçemizdeki çamlar/ Bütün gün gölgesinde oynadığım ağaçlar/ Evine dönen babam/ camda bekleyen annem/ Ah bütün sevdiklerim, bütün kaybettiklerim!”
Bitirme notu: Burun sızlatan konulara girmek istemesem de; şair bu dizeleri tutuklu 340 gencimiz ya da dışarıya gitmeye zorladığımız beyin göçü için yazmış olmasın…