Kişisel değil, toplumsal bir yazı…

İç açan şeyler yazmıyorsunuz diyenlere! Her gün artan kadın cinayetleri, intihar eden ana- babalar, tacize uğrayan çocuklar, anasını- babasını öldüren...

İç açan şeyler yazmıyorsunuz diyenlere!

Her gün artan kadın cinayetleri, intihar eden ana- babalar, tacize uğrayan çocuklar, anasını- babasını öldüren evlatlar, kör sağır dilsiz duvarlar, denizde boğulanlar, rekora koşan işçi ölümlerinin duyulmaması için, “siren çalmadan gelin!” emri verilen ambülanslar, on binlerce öğrencinin sıfır çektiği sınavlar, 150 bebek, 3 bin çocuğun barındığı 505 hapishane! Gel de iyi şeyler bul ve yaz…

En çok sigara içilen, en çok cep telefonu kullanan, en çok televizyon izleyen ve en çok kadın öldüren, en çok et yiyen(!) bir ülke! Gel de yazma…

“Başkanlık uçağına binmeyeceğim. Halkım fakirken ben özel uçağa binmekten utanırım ve başkanlık uçağını satmaya kararlıyım. Bu kadar yoksulluğun olduğu bir ülkede o lüks uçağa binersen utancımdan kimsenin yüzüne bakamam. Güç, alçakgönüllülüktür. Güç, başkalarına hizmet için kullanıldığında erdeme dönüşür ve bir anlam ifade eder. Küstahça ve kibirli davranan hiçbir politikacı uzun süre koltuğunda kalmayacaktır.” İmza: Meksika Devlet Başkanı Obrador! Gel de yazma…

İcradan satılık höyük haberi, tarih üzerine- antik kent üstüne AVM dikilmesine ruhsat kararı, arpanın bile ithal ediliyor olması, halkın gerçekleriyle sarayın gerçeklerinin bi türlü örtüşememesi, gökten yağmur gibi yağan zamların “güncelleme” diye hafife alınması vicdanları kanatmıyorsa! Gel de yazma…

Katar’ın saraya hediye ettiği uçağın dünyanın en lüks ve pahalı özel uçaklar listesinde başa güreşmesi uykuları bölmüyorsa! Gel de yazma…

Alışılagelmiş seçim yatırımları çerçevesinde ve yerel seçimlere az kalmışken hala denize girilen Antalya’da kömür dağıtılması, 6 aylık geçici iş için 6 bin kişinin başvurması, ekonomik krizin sonuçlarını ülkenin büyük çoğunluğunun iliklerine kadar hissetmesi, ilgili bakanın alay edercesine; “kriz yok, panik var” diye açıklama yapması işin hafife alınması olarak algılanmıyorsa! Gel de yazma…

Kamu kurumları başta olmak üzere, üniversitelerdeki bitip tükenmeyen eş dost kayırması, yönetimin baş tacı ve gözde okullarında sınıf mevcudu 5 öğrenci ile sınırlanıp yeterli görülürken, bazı okullarda 80 öğrenciye dayanması öğretmen kökenli bakanı ayağa kaldırmıyorsa! Gel de yazma…

Bu arada sıradan, önemsiz, konulara hiç girmiyorum!

Mesela; Ülkedeki emekçilerin yaşam ve çalışma koşullarına, gençlerin başına gelenlere, akademisyenlere yapılanlara, köylünün ürününün, çiftçinin emeğinin yerle bir olduğuna girmiyorum bile…

Yine pompalı modasına uyarak, düğün dernek ölüp gidenlere, kadınların başına gelenlere, çocuk tacizlerine, ağlayan analara, yargının durumuna, basının başına gelenlere ve geleceklere, yoksulun bitmeyen ve görülmeyen çilesine girmiyorum bile…

Konuyu noktalarken açarsak ki açalım! Bu yazıyla amacım; ima, telkin, eleştiri ve göndermede bulunmak değildir kuşkusuz. Ancak; düşünce ve hedefini insandan yana, emekten yana, akıldan yana, toplumu daha uygar kılacak bir yaşama ulaştırmadan yana koyan biri olarak görev ve sorumluluk gereği yazılır ve paylaşılır diyenlerdenim…

Bana göre sorumluluk bunları dile getirmektir. Yazmayınca okurun; “yaz, yazmalısın, yazılmalı” diye uyaracağı bir meslek dalıdır yazarlık! Ayrıca ve daha da önemlisi Aziz Nesin der ki; “Söylediklerimiz kadar, sustuklarımızdan da sorumluyuz.”