İnsani ilişkiler ve etkili iletişim derken…

İnsanların günlük yaşamlarında olduğu gibi, toplumsal yaşamında da anlaşabilmek için doğru bir iletişim diline ihtiyaçları vardır. Çağırmadan seslenmeye...

İnsanların günlük yaşamlarında olduğu gibi, toplumsal yaşamında da anlaşabilmek için doğru bir iletişim diline ihtiyaçları vardır. Çağırmadan seslenmeye, beden dilinden işaret diline, aile ortamından iş ortamına, siyasetten diplomasiye kadar kişiler arası iyi ilişkiler kurmak adına, doğru ilişki kurabilmek için iletişim yollarını ve iletişim yönteminin taraflarca iyi bilinmesi gerekir. Bu işin incelikleri iyi bilinir ve uygulanırsa; Etkileme gücü artar, sorunlar azalır, duygu ve düşünceler karşı tarafa doğru aktarılır, güven ortamı yaratılır, kişisel itibar artar, çatışma azalır, kriz iyi yönetilir, stresle daha kolay baş edilir. Böylece saygıyı esas alan ve sevgiye dayalı ortamda psikolojik şiddete yer kalmaz, insani ilişkiler yara bere almadan sürer gider…

Eskiler ne der? “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır!” Son yıllarda unutulan ve rafa kaldırılan bu sözü esas alırsak; Arada sırada tonlamaya dikkat ederek tartışmak, dozu ayarlanmış, çok yıkıp dökmeyen kavgalar etmek doğal olsa da sürekli olarak bu ortamı yaratmak ve o ortamda bulunmak hem ruh sağlığı hem yaşam kalitesi adına düşündürücü ve üzücüdür...

Çünkü insanlar kavga etmeden de olayları irdeleyebilir, öfkelenmeden de konuşabilir, bağırıp çağırmadan da anlaşabilirler. Sürekli korku salarak, ortamı gererek, hayatı zorlaştırarak işleri yoluna koymak güçtür, dinginlikle, olgunlukla yaklaşmak varken kırıp dökmek niye, korku salmak neden diye sormazlar mı?

Bu konu (sorun mu demeliydim?) özellikle son yıllarda hem ülkemizde, hem de dünyada çok önemsendiğinden kurslarla, eğitimlerle, seminerlerle, özel derslerle toplu ya da bireysel çözüm aranmaya ve bu açık kapatılmaya çalışılmaktadır…

Ancak aile içinde olsun, toplumda olsun, kişiden kişiye fark etse de yaygın olan şudur; Bazıları söyler, bazıları söylenir, bazıları dinler, bazıları bağırır, bazıları emreder, bazıları rica eder, bazıları konu ne olursa olsun çatışmadan hoşlanır, bazıları çok kısa tümcelerle kendini ifade eder, bazıları uzattıkça uzatır, bazıları da susmayı yeğler…

Günümüzde moda ve yaygın olana gelince; Toplumsal gerginlik özenle ve özellikle tırmandırıldığı için! Umutsuzluk kişisel kaygılara zemin hazırladığı için! Toplumun sinir uçlarına dokunulduğu için! Hele de öfke kontrolü yaydan çıktığı için! Suçlayıcı, hakarete varan, çatışmaya zemin hazırlayan türden konuşmalar arttı, herkes gergin ve patlamaya hazır hale geldi, ya da getirildi…

Dolayısıyla bu ortam bol şimşekli fırtına habercisi gibi kasvet yüklü bir hava ve ortam yarattı. Kişisel ve toplumsal ilişkilerde kırıp dökmeler arttı. Elle olmasa da dille yakıp yıkmalar arttı. Hayatımızı ve yaşam biçimimizi değiştirmeye yönelik baskılar arttı. Sınır, kıvam, ölçü tanımayan sıradanlık ve vasatlık arttı. Genel kabul gören doğrulardan vazgeçildikçe, kendi doğrularından ve giderek hayatından vazgeçenlerin sayısı arttı. Altını çizerek, sık sık vurgulayarak, yetinmeyip bas bas bağırarak “bizde böyle işinize gelirse!” şeklinde ifade edilen ve karşılık bulan baskılar arttı.

Böylece; Hesap sorma, kavgaya alt yapı hazırlama, ses tonunu ayarlayamama gibi nedenlerden ötürü boşanmalar arttı, ortaklıklar bozuldu, aile bağları koptu, şiddet arttı, ruh sağlığı tehlikeye girdi, sakinleştirici ilaç kullanımı arttı, kavga kültürü doğdu…

Bu açıklamalardan sonra sorulara geçersek!

Soru 1: Aslında önemli olan kavgadan ve hakaretten uzak eleştiri sınırları dâhilinde iletişimi sürdürmek, gerginlik yaratmadan bin bir emekle, yıllara ve yollara yayılan zor kurulan dostlukları kırıp dökmemek değil midir?

Soru 2: Zaten toplumsal baskı, kişisel sorunlar, ailevi problemler, salgın hastalıklar, hayat pahalılığı, CB’ye göre işsizliğin olmadığı bir ülkede işsizlik ödeneği almak için 965 bin kişinin daha İŞKUR’a başvurması, 8.5 milyona dayanan işsizler ordusu yeterince kaygı demek değil midir?

Soru 3: Kafalarında geleceğe dair milyon çeşit endişeyle boğuşanlara, heyecan, gerginlik, üzüntü, keder, yorgunluk, umutsuzluk gibi bitmek bilmeyen sorunlarına cevap bulamayanlara durmadan parmak sallamak ortamı germek için yeterli değil midir?

Özetle! Yazılanlara, yaşanılanlara, seçilen örneklere bakınca; İnsanlar öylesine derinden etkileniyor ki; Buna bir de güvenilen dağların yağdırdığı kar eklenince altından kalkması hem çok zor oluyor, hem de sağlık sorunları doğuyor. Değer mi bilmem ama düşünmeye değer…

Y. N: Şimdi neden bu konu derseniz? Çevrede olup bitenlere bakınca şimdi değil de ne zaman?