Kadın derken…

Hemcinslerimden gelen yoğun ileti, pek çok öneri, ciddi eleştiri ve uyarılar üzerine bugün bizi, kendimizi, sorunlarımızı, sorularımızı, beklentilerimizi...

Hemcinslerimden gelen yoğun ileti, pek çok öneri, ciddi eleştiri ve uyarılar üzerine bugün bizi, kendimizi, sorunlarımızı, sorularımızı, beklentilerimizi sütuna yatırayım istedim.

Hele de Afganistan’da Taliban hükümetine bağlı “İyiliği Emretme ve Kötülükten Men Etme!” adıyla kurulan bakanlığın, mağaza vitrinlerinde bulunan cansız kadın mankenlerin başlarını kesmeğe başladığını duyunca duyduğum kaygıyı nasıl yazmam…

Ve de Hollanda kabinesine Güvenlik ve Adalet Bakanı olarak giren Dilan Yeşilgöz Zegerius’u, Medya ve Kültürden sorumlu Devlet Bakanı olan Günay Uslu’yu duyunca duyduğum gururu nasıl dile getirmem…

Sadede gelirsek! Ülkemizde “Kadın Hakları” denilince aklımıza “kadınları haklamak”, “kadının hakkı yoktur” çünkü “Hakkı” erkek adıdır gibi garip yakıştırmalar ve yaklaşımlar geldiğinden!

Önemli olan ve geçerli olan “erkek egemen” toplumumuzdaki “erkek duruş” ve “erkekçe davranış” olduğundan! Meclise zor koşullarda giden üç beş kadın milletvekili seslerini çıkartabildiklerinde onlara “helal olsun erkek çıktı!” Yürekli bir iki çıkış yaptıklarında “erkek kadınmış doğrusu!” denildiğinden!

Kadınların yaşadığı sorunların başında şiddet, yokluk, yoksulluk, baba dayağından kurtulmak için evlenip koca dayağıyla yüzleşmek olduğundan! Özellikle yönetim katında; Akıl almaz açıklamalarla, havada kalan önerilerle, açılan yaraları sarmak yerine yeni yaralar açmak tercih edildiğinden!

Yüreği koş diyen, aklı kolundan tutup çeken, her şeyini yitiren ama gururu kale gibi ayakta duran, kendi yalnızlığıyla başa çıkmaya çalışırken taşıdığı ağır yükle baş başa bırakılan kadınların hayatı roman olmasa da, film olarak çekilmese de Oscar’ı- Nobel’i hak ettiğinden!

Hayattan çok küçük talepleri bulunan, hiç kimseye yük olmayan, üzüntülerini saklayan, hayal kırıklıklarını paylaşmayan, alaya alınan hayallerini hiç kimseye yansıtmayan, dayatılan en zorlu koşullara bile yakınmadan katlanan, ülkenin yarısını oluşturan tamamını doğuran kadınlar özellikle son yıllarda yok sayıldığından!

Evde hizmetçi, tarlada işçi, fabrikada emekçi, lokantada garson, okulda öğretmen, üniversitede akademisyen, hastanede doktor, adliyede hâkim- avukat, inşaatta mühendis, sahada sporcu, havada hostes- pilot, karada subay, sahnede sanatçı, işyerinde yönetici olsa da ikinci sınıf sayılıp, erkek meslektaşlarına göre daha az ücret aldığından!

Rol model olan, okul yaptıran, öğrenci okutan, yol açan, el tutan, bağış yapan, ev-arsa bağışlayan yüce gönüllü kadınların oranı artsa da görmeyen, duymayan, bilmeyen, anlamayan daha çok olduğundan! Daha doğrusu önyargılı zihinsel koşullar, bedensel koşuları görmediğinden!

Hal böyle iken yaraları sarılmayan, vicdanın ve aklın kabul etmeyeceği, insanın yüreğine kurşun sıkar gibi davranışlara maruz kalan, kimliği yok sayılan ve örselenen kadınların sayısı her gün daha çok arttığından! Hak etmediği acılarla sarmaş dolaş yaşayan, talihsiz mirasların altında ezilip duran, ömür boyu kendi kaderine şaşıp kalan kadınların sesi çeşitli yöntemlerle bastırılmak istendiğinden…

Meclisimiz ve ülkemiz zaten yeterince erkek olduğundan!

Biz öncelikle kadın kimliğinin ne olduğunu kanıtlamak, kadın kimliğimizle var olmanın altını çizmek, uzatılacak eli beklemeden, söz birliği, elbirliği yapmak zorundayız.

Bunun için öncelikle gerilere uzanıp, bize verilen haklara bakıp, batıdan çok önce edindiğimiz kazanımlarımızı anımsayıp, bugün hangi topraklara, hangi tohumların atıldığını daha iyi değerlendirip, daha iyi okumak ve görmek zorundayız…

Dayağın cennetten çıktığını kabul eden bir toplum bunu en çok kadınlarına uyguluyorsa!

İstanbul Barosu, Kadın haklarına ilişkin açıkladığı raporda baroya “aile içi şiddet” konulu binlerce başvuru yapıldığını açıklıyorsa!

Kadınlara yönelik şiddet sıralamasında ülkemiz Etiyopya ve Kenya’yı bile geride bırakmışsa!

Şiddete uğrayan kadınlar, “öfke duyuyorum, ama çaresizim hem çocuklarım var, hem de birilerine söylediğimde artarak tekrarlanıyor” diyorsa! Ülkemizde töre ve namus cinayetine bunca kadın kurban gidiyorsa!

Fırat’a atlayan kadınların, Batman’da intihar eden genç kızların, dedeleri yaşındaki adamlara zorla verilen kız çocuklarının sayıları artıyorsa! Şanlıurfa’da 21 yaşındaki Şahe Fidan, 1.5 yaşındaki oğlunu da sırtına bağlayarak intiharı seçtiğinde; Ailesi ölen kızları Şahe’nin yerine 19 yaşındaki diğer kızlarını damatlarına berdel olarak verebiliyorsa!

Bazı illerde düzenlenen toplantılarda kadınlar ve erkekler ayrı oturtuluyorsa! Ev yönetiminde, çocuk bakımında, dayakta ve şiddette ilk akla gelen kadın siyasette azınlık koridorlarında bekletilerek yok sayılıyorsa!

İzmir’de 17 aylık, Ağrı’da 3 yaşındaki kız çocukları cinsel istismara uğruyor, Samsun’da zihinsel engelli kıza tecavüz ediliyorsa! Töre, berdel, kumalık, başlık parası, 2. sınıf sayılma vb. hep kadını hedef alıp, onun yaşamını karartıyorsa!

Bizde kadınları bekleyen ölüm şekilleri arasında; Sokakta samuray kılıcıyla öldürülmek! Koca tarafından kafaya vura vura öldürülmek! Kısa etek giydi diye, gece sokağa çıktı diye, izinsiz baba evine gitti diye, dizilerdeki gibi baktı diye, tayt giydi diye, yemek yapmadı diye, çocuk niye ağladı diye sıralanıyorsa…

Yine ölüm şekilleri boşanmak istiyorsun diye, aşkıma cevap vermedin diye, aile içi tacize uğradın diye, parçalanmış ruh haliyle artık yaşamak sana haram diye, gözünün önünde öldürülen çocuğunun acısına katlanamazsın diye açıklanıyorsa…

Acı ve kahırla geçen ömürlerine kendi elleriyle son verdiklerinde bile çileleri bitmeyen kadınları sırada bekleyen kız kardeşleri ve diğer kadınlar izliyorsa!

Önemli soru: Yine aynı konuya ve yanıtlanmayan soruya gelelim! Bu kafa ve bu oranla mı sorunlarımız ele alınacak?

Daha önemli öneri: 1926 yılında kadını kafes arkasından kurtarıp, insan olarak, birey olarak toplumsal yaşama katan; “Bizim sosyal topluluğumuzun başarısızlık nedeni kadınlara gösterilen ilgisizliktir” diyen büyük Atatürk’e sımsıkı sarılmak gerekir. Hele de hazin bir sürece ve sonuca tanıklık ettiğimiz bugünlerde…