Bugün bizi durmadan kıskanan batıdayız!

Bugün biraz gerilere gidelim! Evrensel sanat dünyasına bir pencere açalım. Halen soluk alıp veren, ama gerçekte yaşamayan pek çok kişi varken, yüzlerce yıl...

Bugün biraz gerilere gidelim! Evrensel sanat dünyasına bir pencere açalım. Halen soluk alıp veren, ama gerçekte yaşamayan pek çok kişi varken, yüzlerce yıl önce yaşamasına rağmen hala aramızda olanları düşünelim. Jean-Jackques Rossseau, Montaigne, Dostoyevski, Shakespeare, Voltaire, Montesquie, Sokrates’i analım. Yine ve yeniden onlara göz atalım…

Yetinmeyelim, Almanya’ya gidelim!

30 yıllık siyaset hayatını, 16 yıllık yöneticiliğini Beethoven ve Frank Sinatra’dan seçilen müzikler eşliğinde noktalayan ve ülkesine gerçek anlamda çağ atlatan Angela Dorothea Merkel; “Demokrasi gerçeklere olan güven de dâhil olmak üzere dayanışma ve güvene bağlıdır. Birbirinize güvenin!” diyerek az kişinin katıldığı veda toplantısıyla Alman halkına veda etti…

Leibzig’de Karl Marks Üniversitesi’nde fizik okuyan, Berlin’de kuantum kimyası üzerine doktora veren, siyasete girmeden önce Prag’da gaz parçacıkları üzerinde araştırmalar yapan Merkel, çok önemli kararlara imza atarak, Ar-Ge harcamalarını artırarak, iklim değişikliğine karşı sert önemler alarak bilim dünyasına da mesajlar vererek siyasi hayatını noktaladı…

“Neden aynı tip giysileri tercih ediyorsunuz?” diye soran gazeteciye; “Ben kamu görevlisiyim, manken değil!” cevabıyla da hem gülümsetti, hem düşündürdü! Alman halkı onu özlemle anar mı, yaptıklarını sık sık dile mi getirir mi? Bekleyip görelim!

Batıda durum buyken! Ülkeyi yönettiği sanan yöneticilere sorum şu? Ülkemiz genç bir nüfusa sahip. Yaş ortalaması 31. Bu kadar genç nüfusu olan bir ülkenin eğitim ve istihdam gibi iki dev sorunu hakkında ne düşünüyor, ne gibi önemler alıyor, ne kadarını kamuoyuyla paylaşıyorsunuz?

Yine ellerinde hiç bir işe yaramayan üniversite diplomalarıyla, kalp çarpıntıları ile girdikleri KPSS sonuçlarıyla, durmadan elendikleri mülakatlarla, İŞKUR kapısında uzayan kuyruklarla hayalleri çalınan gençlerimiz hakkında seslerini çıkardıkları anda yerlerde sürüklemenin, gözaltına almanın dışında başka ne gibi yaptırımlar düşünüyorsunuz? Tıkanma noktanızda evrensel yazarların yazdıklarından, iz bırakan mevkidaşlarınızın yaptıklarından ve açıklamalarından yararlanmayı düşünüyor musunuz?

Savaşlarda en çok yoksulların öldüğünü, çocukların yarım kaldığını, kadınların eşlerini, babaların, kardeşlerini kaybedip yalnız kalarak pek çok sorunla mücadele ettikleri sizce de doğru mu? Edebi estetikle ilgisi olmayan yapıtların yok sattığını, bazı yazılıp çizilenlerin biz kadınların ilerleme, adım atma, bir şeyleri değiştirme gibi isteklerini yok sayan bir anlayışa zemin hazırladığını görüyor musunuz? (kararlıyım yanıt alamasam da bu ve benzeri soruları soracağım!)

Ülkemizin 1935’te kadın milletvekili oranında dünya ikincisi iken, bugün 129.sırada yer alması sizi de üzüyor mu? (Duyduğumda aklım yerinden çıkmıştı da!)

Savaşların binlerce yıllık dünya kültür mirasını acımasızca yok ettiği, yok edemediğini yağmaladığı, paha biçilemeyen bazı heykellerin ve tabloların üç otuz paraya satıldığı ya da atıldığı bilinmekte iken siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

“İki yakamız bir araya gelmiyor!” diyerek feryat eden emeklilerin, “geleceğimizi çaldınız!” diye isyan eden gençlerin, “bin bir emekle okuttuğumuz çocuklarımız iş bulabilmek için batıya gitmenin yollarını arıyor!” diye yakınan ailelerin sesini duyuyor musunuz? Yoksulluğu yönetmek yerine yok etmek isabetli politik tercihleriniz(!) içinde hangi sırada yer alıyor?

Samimi, sahici, katkısız tatları unutamayan, kendine o şansı bir kez daha tanımak ve özlediği lezzetleri tatmak için şimdi yerinde yeller esen baba ocaklarına gelen, ülkelerine döndüklerinde banka, fabrika, liman, barajların yerine uzayan işsizlik kuyruklarıyla karşılaşan gurbetçilere söyleyeceğiniz bir şey var mı?

Karın doyurmak için kopup gittikleri memleketlerine giden, bulamayınca da tam ağlayacakken hala o tatları koruyan ve sayıları giderek azalan dost sofralarında ağırlanan kuşakların göç olgusu hakkındaki görüşleriniz nedir?

Benzetmek gibi olmasın ama sizler her kademede yaptığınız açıklamalarda bunun adı fıtrat, kader deseniz de! Bunun adı başarısız yönetimlerin neden oldukları yol kazası, talihsiz tesadüfler, yaratılan kurak ve çorak iklim olmasın?

Not: Size sorduklarımın cevabını bilmiyorum! Bilsem anlatmaz mıyım?