Bakmak ve görmek…

Ülkemizin sosyal koşullarına bakalım. Ekonomik bileşenlere bakalım, halkın çoğunluğunun tüketim alışkanlıklarına bakalım, satın alma, kullanma tercihlerine...

Ülkemizin sosyal koşullarına bakalım. Ekonomik bileşenlere bakalım, halkın çoğunluğunun tüketim alışkanlıklarına bakalım, satın alma, kullanma tercihlerine bakalım…

Doların önlenemez yükselişine, halkın alım gücünün düşüşüne, iğneden ipliğe artan anormal fiyatlara, salgın hastalığın neden olduğu kısıtlamalara, işsizliğin getirdiği sıkıntılara, her kademede yaşanan hayal kırklıklarına, az gelirlilerin, yaşam mücadelesi verenlerin kendi yalnızlığında yarattığı ve yenik düştüğü zamane zindanlarına bakalım…

Öz vatanından ayrı düşerek bize sığınanların yaşadıklarına, ekmek ve huzur uğruna memleketinden ayrılmak zorunda kalarak bizden gidenlerin travmalarına bakalım…

İŞKUR kuyruklarında yanıp kavrulan, ekmek kuyruklarında çile dolduran, 11 ayda 31 bin 467 şirketin kapısına kilit vurulunca aşsız, işsiz kalanların yaşadıklarına ve yaşayacaklarına bakalım…

Yastığının altından dolar değil uykusuz gecelerinin tanığı olan ıslak mendiller çıkan emekçinin, mutfağının boş raflarına bakan annenin, evine ekmek götüremeyen babanın, diplomasına kırgın gözlerle bakan gençlerin yürek yakan öykülerine bakalım…

Kurum, kural, kadro, liyakat yerine sadakati ve mülakatı esas alanların doldurduğu iş kollarına bakalım. Her gün çıtayı biraz daha yükselten küresel rekabete bakalım. Henüz binaların göğü delmediği yerlere, daralma kotamızın dolmadığı günlere bakalım…

Bile isteye, güle oynaya, hesaplı kitaplı attıkları adımlarla; “halk mı o de ne?” dedikleri kesimin, emeğini birikimini, geleceğini kaybeden emekçiye yaşattıklarına ve yaşatacaklarına bakalım. Gülsek mi, ağlasak mı, şaşırsak mı, üzülsek mi dedirten açıklamalara bakalım…

Cumhuriyeti kuran vazife kuşağı kadroların ülkeyi 10 yılda demir ağlarla ören başarısından sonra, ülkeyi demir parmaklarla örenlere, halkı sefalete sürükleyenlere bakalım…

Kısa adı YEM olan “Yeni Ekonomik Modelin” yoksulluk çığlıklarına derman olmayacağına, üreticinin artan YEM fiyatları karşısında gücünün tükendiğine, işin uzmanlarına göre daha da artacak olan derin kaygılara ve karanlıklara bakalım…

Artık bir AKP klasiği haline gelen girişimci iş insanı profilinin bakanlık koltuğu kapmasına bakalım! Gençlerin umutlarını bitiren, yaşlıları yağ kuyruklarına mahkum eden, soğuk havada emeklileri ekmek kuyruklarında titreten, istihdamı düşürüp işsizliği artıran, rant ekonomisine ve beton merakına teslim olanlara bakalım. Mini mini zam açıklamalarıyla büyük büyük koltuklara terfi ettirilenlere, taltif edilenlere bakalım…

Toparlarsam! Duyduk duymadık, anladık anlamadık, gördük görmedik, baktık göremedik demeden bakalım…

Sıralanan sıralanamayan, unutulan akla gelmeyen tüm bu yazılanları ülkeyi yönetenler bilir mi? Bilir tabii! Dile getirir mi? Ya da dile getirmek işine gelir mi? Tabii ki hayır…

O halde tek çıkış yolu nedir derseniz? Milyonuncu kez cumhuriyetin fabrika ayarlarına dönmek! Atatürk’e daha çok ve sımsıkı sarılmak! Dünden bugüne O’nun ülkemiz için yaptıklarını en üst sıralara ve apayrı bir yere koymak, dönüp dolaşıp okumak, hatırlamak, hatırlatmak…

Yazımı şuraya bağlayacağım!

İyimser miyim? Hayır! Kötümser miyim? Çok! Olup biten karşısında, kırgın mıyız? Evet. Yok, sayıldığımız için üzgün müyüz? Evet. Görmeyen, duymayan, ilgilenmeyen bu yapının yarattığı adaletsizlik, duyarsızlık, haksızlık sürerken umutlu muyuz? Hayır.

Nedeni; Uygulamalar ve açıklamalar güven vermiyor. Sevdiklerim ve öğrencilerim ülkeden gitmenin yollarını arıyor, değerler siliniyor, birikimler eriyor, hayatını bavullara sokanların yüzünden sokaklar değişiyor, mahalleler dönüşüyor. Haksız mıyım?