Baba-kız…

Bu yazı MSM’de hocalık yapmanın duygusallığı, MSM Ailesinden olmanın ortak paydası, ya da sanatsal dayanışma kontenjanından kaleme alınmamıştır. Usta sanatçı...

Bu yazı MSM’de hocalık yapmanın duygusallığı, MSM Ailesinden olmanın ortak paydası, ya da sanatsal dayanışma kontenjanından kaleme alınmamıştır. Usta sanatçı Müjdat Gezen başarıyla dolu 61 yılı geride bıraktığı için ve gönül tellerimizi sızlatan bir oyuna bu kez de kızıyla imza attığı için kutlama amacıyla yazılmıştır…

Başlık Müjdat Gezen ve kızı Elif Gezen ’in birlikte sahneledikleri oyunun adı…

Oyun deyip geçmeyeceksin! Neden derseniz, dilimizin döndüğü, kalemimizin yettiğince anlatmaya çalışalım.

Bu oyun çok değerli bir sahne emekçisinin, yıllara meydan okuyan bir tiyatro ustasının; hayat tüm iniş çıkışlarıyla, rüzgârıyla, fırtınasıyla, meltemiyle akmayı sürdürürken emek, alın teri ve özveriyle sahnelediği bir baba kız öyküsüdür…

Yıllardan beri duruşuyla, yeteneğiyle, esprileriyle, elini taşın altına da, sorunların üstüne de cömertçe koyuşuyla hayranlıkla izlediğimiz Müjdat Gezen bu kez tam 12’den vurarak, ailevi ilişkileri, baba-kız diyaloğunu doğal akışıyla evlerindeymişiz gibi hissettirerek başardı. Sahnede onları izlerken öğrendim, duygulandım, hüzünlendim, düşündüm, güldüm, ağladım, rahmetli babamla geçen yıllarıma döndüm, derinliklere dalıp gittim…

Bu durumda ve hal böyle iken!

Söyleyecek sözü, verecek mesajı, anlatacak öyküsü olan, sadece dünü yaşamayan, bugünle hesaplaşan, yaşadıklarını paylaşırken okurunu, izleyicisini zenginleştiren Müjdat Gezen ‘in yaptıklarını tek tek sıralamaya gerek var mı bilmiyorum!

Kültür ve sanatla başı pek hoş olmayan ülkemizde, okumayla araştırmayla pek de barışık olmayan iklimimizde mesleki mücadelesini, sanatsal tırmanışını, tırnaklarıyla kazıyarak bedel ödeyerek geldiği yeri, açtığı okulu, kurduğu tiyatroyu anlatmaya gerek var mı bilmiyorum!

Yazar, oyuncu, yönetmen, eğitmen olarak yönü belli, pusulası belli, beslendiği sofralar belli, yaptıkları ortada olan Müjdat hocamı ve attığı yürekli adımları bir kez daha anlatmaya gerek var mı bilmiyorum!

Bildiğim o ki; Oyunculuk, yönetmenlik, hocalık, yazarlık gibi her biri ağır sorumluluk ve özel çaba isteyen, bizim gibi ülkelerde yetişmesi ve ayakta kalması kolay olmayan tüm dallarda başarısını kanıtlamış köklü bir çınar, öğrencisini, sanatçısını, seyircisini kucaklayan, saran, kavrayan bir yol gösterici olduğunun altını çizmeye her daim gerek var…

Gelelim baba- kızın, bu duygusal oyunun duyumsattıklarına…

Tirat ağırlıklı, düşündüren, ağlatan, gülümseten, duygulandıran, acıları bal eyleyen, beğenilen, alkış alan, gelecek için umutlandıran bu oyunu izlerken bir kez daha sanatın büyüleyici gücünü, sanatın engelleri aşmada sihirli bir değnek gibi etkili oluşunu gördüm. Hele de çok değerli ve deneyimli bir baba- kızın ağzından, dilinden, duygularını son derece doğal yansıtmalarından yola çıkarsak sanatın açamayacağı kapı olmadığını gördüm…

Sahnede gittikçe devleşen iki sanatçı! Ev ortamıyla özdeşleşen bir dekor! Girişte ve koridorlarda sıcacık fotoğraflar, vefa kokan, yaratıcı dokunuşlar! Baba- kızın tek tek ve birlikte okudukları gözleri dolup boşaltan şarkılar! Aralarındaki göndermeli konuşmalar! Seyirciyi sarıp sarmalayan müzik ve yorum! Rolünü yaşatan ve yapıta renk katan iki sanatçı baba kız! Bir ressam eliyle çizilmiş gibi Anadolu’nun çeşitli bölgelerine götüren bir müzik seçimi. Çalışma disiplini ve ustalık...

Oyunu izlerken! Sizi hızla sarıp sarmalayan, kucaklayıp kavrayan diyaloglara dalıp giderken; ev mi tiyatro mu sahne mi, salon mu, sınıf mı karar veremeden kapılıp gittiğiniz bir ortam! Sahneden yayılan sahiciliğin, sıcaklığın, içtenliğin, doğallığın sizi alıp geçmişinize, çocukluğunuza, gençliğinize, babanızla olan ilişkinize götüren bir zaman dilimi…

Sanatın her dalının derdini çeken ve farkında olan, zamanla yarışan, üreten, bir kaç yaşama ancak sığdırılacak kadar çok esere imza atan, beyninin bir yanıyla geleneksel gösteri sanatlarımızı, öteki yanıyla batı sanatının farklı biçemlerini kollayan bir usta…

Yüz civarında filmde, yüz civarında oyunda, binden fazlı radyo ve TV skecinde rol alan, bunların bir bölümünü yazan-yöneten, 56 kitap yazan ve onlarca ödülü olan, toplumun komik ve gerçekçi fotoğraflarını çekebilen, edebiyatın her dalında kalem oynatan çok yönlü bir sanatçı…

Müjdat Gezen; “Bana dünyada senin için en zor şey nedir?” diye sorsalar, “Hasretlik” derim. Ben hep kızıma hasret yaşadım. Aynı evdeyken de, ayrı evlerdeyken de, yurt içinde de, yurtdışında da bu hasretlik hep sürdü, hala da sürüyor.” Şekilde dile getiriyor baba özlemini…

Elif Gezen; Cihangir’de doğan, MSÜ Devlet Konservatuarını bitiren, ABD’de, Londra’da arp, opera, ritmik jimnastik, müzikal, operet, drama eğitimleri alan, kendi korosunu kuran, besteler ve aranjmanlar yapan, babasının şiirlerini besteleyen ve Baba-Kız oyununa ilham veren bir evlat olan ve “Anlar geçer, anılar kalır. Bu oyun benim babamla geç de olsa, anılar biriktirme çabamdır.” Diyerek özetliyor özlemini…

Gelelim düşündüklerime!

Oyunu izlerken! Bugüne dek yaratıcılığıyla, gerçekleştirdikleriyle, oyunlarıyla, kitaplarıyla, yetiştirdiği öğrencileriyle tüm sanat dünyasına dokunmuş, oldum olası akılla- yürek, mantıkla duyarlılık arasındaki o ince dengeyi kurmaya çalışmış, tiyatronun sadece bir meslek değil, misyon olduğunu kanıtlamış bir ustanın kolay yetişmediğini, yürek ve beyin çilesi gerektiğini düşündüm. Leyla Gezen’in el emeği, göz nuru dekorunda, Esmeray’ın “Unutama beni”, “Şişlide bir apartuman” “İncecikten bir kar yağar” şarkılarını seslendirirken salona hâkim olan duygu seli duymaya ve görmeğe değer diye düşündüm…

Oyunu izlerken! Müjdat hocanın oyunlarında ve derslerinde, sahnede ve kürsüde bu kadar başarılı olmasını, bu kadar rahat oynamasını sanatçı meslektaşlarını, öğrencilerini, seyircilerini sahneden uzanarak yıllardır kucaklamasına borçlu olduğumuzu düşündüm. Dünyamızı renklendiren oyunlarıyla, zenginleştiren kitaplarıyla, düşündüren ustalığıyla, gençlere yol gösteren hocalığıyla, dostlarına arka çıkan vefasıyla sanat arşivine adını hakkıyla yazdıran ustaların ne kadar zor yetiştiğini düşündüm…

Özetle! Size oyunun tümünü anlatmamak için kendimi nasıl zor tuttuğumu, izlerken tadınızı kaçırmamak için kendimi nasıl zorladığımı anlatamam! Şu kadarını söyleyebilirim. İzleyin bana hak vereceksiniz!

İnanıyorum ki; Baba-kız’ın tüm duyguları seyirciye geçirdikleri, güldüğümüz, ağladığımız, ellerimiz kızarıncaya kadar alkışladığımız ve çok beğendiğimiz bu oyunun oynandığı salonları başta sanatseverler olmak üzere, biz MSM’liler, hele de babalar, kızlar hiç boş bırakmayacaklar. Biliyorum ve diliyorum.