Hiç düşünmeyip, hep üşenenlere…

“Düşünmek, ruhun kendi kendine konuşmasıdır!” derler. Üşenmek için ne derler bilmediğim için başlığı sütuna yatırıp açmaya çalışacağım… Kutuplaşmanın en üst...

“Düşünmek, ruhun kendi kendine konuşmasıdır!” derler. Üşenmek için ne derler bilmediğim için başlığı sütuna yatırıp açmaya çalışacağım…

Kutuplaşmanın en üst perdeden kaşındığı, 125 bin esnafın iflas bayrağını çektiği, satış yapamayan işletmelerin yerle bir olduğu, kadınların dur durak bilmeden öldürüldüğü, hayat pahalığının insanları bunalttığı, insan haklarının çiğnendiği, yoksulluk ve çaresizlikten canına kıyanların sayısının arttığını görünce hiç üşenmeden hep düşünmek zorundayız…

Her iki kişiden birinin yurtdışına gitmek istediği gerçeği kabul edilse! Bazı şeyler değişir mi? Ya da sokağın dilini anlamadan, evin hallerini anlamak mümkün mü? Bu sorular karşısında üşenmeden ve derin derin düşünmek gerekir…

Piyasalar alev alev yanarken, istihdam 10 yılın en dibini görürken, turist sayısı yüzde 69 düşerken biz önlem almak yerine neler yaptık? Bu hay huy içinde bu toz duman arasında gözden kaçmasın diye paylaşmak zorundayız. Neler mi oldu?

Bir sabah uyandık ki! Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu, özü hem kadına hem çocuğa yönelik şiddetin önlenmesi olan ve 42 milyon kadını ilgilendiren İstanbul Sözleşmesi’nden CB kararı ile çekilmişiz…

Bir sabah uyandık ki! Gece yarısı operasyonu yapılarak; Sabaha doğru taşınmazlara satış kararı çıkmış, bir günde Gezi Parkı’na el koyularak aktif olmayan bir vakfa devredilmiş, bir imzayla özelleştirmeler onaylanmış, sabah namazından önce il sınırları değişmiş, akşam namazından sonra kamulaştırma yapılmış. Reform, devrim, müjde olarak sunulan paketler için saray üşenmeden, uyumadan, durmadan çalışmış! Ne diyordu CB; “Genel kurulda hemen eller iner, kalkar.” Genel kurul derken?

Bir sabah uyandık ki! Andımız kaldırılmış. Şimdi gerilere gitme zamanıdır! Karstayız. Şimdi durup dururken nereden çıktı Kars diyenlere; Durup dururken değil okuyun bana hak vereceksiniz derim. Adı GAZİ olan ilkokulda okuyorum. Sabahları andımızı kim okuyacak merakı, heyecanı, hazırlığı hepimizin içini sarmış. Anneciğimin ördüğü saçlarıma taktığı kurdelem ütülü, beyaz ve şık durursa, önlüğüm, çoraplarım, ayakkabım, çantamla fark atabilirsem sanki Andımızı bana okuturlar gibi bir his var içimde. Aynaya bakmaktan yorularak okulun yolunu tutuyorum. En önde durursam, Sevinç öğretmenim, ya da müzik derslerimize giren Zeynel Hoca beni görür kürsüye çağırırlarsa gerisini zaten ezbere bildiğim için, provasını sık sık yaptığım için ses tonumu ayarlayarak ben hallederim…( beynime mıh gibi kazınan ve hiç çıkmayan anılarımdan biridir bu)

Günümüze dönüyorum! Tabii ki; “Türküm, doğruyum, çalışkanım…” sözleriyle başlayan Andımız, o yıllarda bizim için ortak bir heyecan, güne başlatan en hoş eylem ve kürsüye ben çıktım ayrıcalığı idi. Tabii ki! Okul yaşamımız boyunca her sabah birlikte yüksek sesle okuduğumuz Andımız; hepimizi doğru, çalışkan, küçüklerini seven, büyüklerini sayan, yurduna sevdalı bireyler yapmadı. Ama bize öncelikle toplumsal sorumluluk, ulus bilinci, bireysel kimlik kazandırdı. Bu kesin…

Özetle ve hal böyle iken bu karara pek çoğumuzun canı çok sıkılıyor, ya da niye sıkılmasın? Bizim kuşak sık sık; “Ah yüreğim! Ah çocukluğum! Ah gençliğim! Ah memleketim! Ah unutulan ve yerle bir edilen değerler! Ah hesaplı kitaplı gözden çıkarılan geçmişim!” diyen kuşaktır. Bizim kuşak hayatına yön verenler için; “İyi ki vardınız. İyi ki varsınız. İyi ki yaşamımıza dokunmuşsunuz. Yoksa kime neyi anlatacak, kimi niye özleyecektik?” diyen kuşaktır.

Not: Bu yazımda geçmişe selam çakıp, gelecek adına kaygı duyup, neden olanlara sitem ederken hayalleri ve hedefleri olanlara bilgi ve deneyimlerimi ekleyerek şunu söylemek isterim! Sevgili Gençler! Düşünmeyenlere, üşenenlere, sormayanlara, aldırmayanlara özenmeyin! Siz hep düşünün, hiç üşenmeyin, bazı soruları ısrarla sorun, sık sık “niye diye!” üsteleyin olur mu? Aksi halde atı alan Üsküdar’ı geçerken, arkalarından üzüntü duyarak ve keşke diyerek baka kalıyoruz…

Önemli not: Biliyorum hala bazı sorular havada kaldı, bazı yazacaklarıma yer kalmadı. Ama olsun devamı gelir nasılsa! Ama bir gerçek var ki o da şu! BM dünyanın en mutlu ülkelerini açıklamış. Son 4 yıldır zirvenin sahibi açık ara Finlandiya imiş. Bu arada ülkemiz 35 basamak daha gerileyerek 149 ülke arasında 104.sırada yer almış…

En önemli not: Norveç’te günlük vaka sayısı 238, sağlıkta destan yazan bizde 60 bine yaklaştı. O Avrupa sonuncusu, biz Avrupa birincisiyiz. Suriyeliye aş- maaş, Libya’ya aşı, Somali’ye para, Kongo’ya okul, Tanzanya’ya su kuyusu, Rusya’ya altın varaklı cami, bize törenle soğan patates derken! Keşke hayat biraz da bize gülse…