Sokağın dili, evin halleri…

Çağ atlarken uzayı, ayı es geçip arşa çıkanların, baş döndürücü buluş ve açıklamalarıyla zirveyi zorlayanların hızına yetişmek ne mümkün! Özetleyerek ve...

Çağ atlarken uzayı, ayı es geçip arşa çıkanların, baş döndürücü buluş ve açıklamalarıyla zirveyi zorlayanların hızına yetişmek ne mümkün! Özetleyerek ve sırayla gidersek; Karadeniz’de Doğalgaz bulduk, akabinde aya çıktık, uzay projelerimize kitlenirken hatta kadını bile göndereceğimizi söyledik…

Yetinmedik! Andımızı yasakladık, madalyalardan Atatürk kabartmasını kaldırdık, gezi parkını İBB’nin elinden alıp bir gün önce kurulan ve aktif olmayan mazbut bir vakfa tahsis ettik, bir gece yarısı İstanbul Sözleşmesi’nden ayrıldık, tam hızla Kanal İstanbul’a doğru yol alıyoruz…

Tüm bunlar olup biterken bir kez daha; Siyaset, cesaret, dirayet, feraset, basiret, hitabet, belagat gibi bir liderde bulunması gereken tüm nitelikleri şahsında toplayan ve hakkını veren Büyük Atatürk’e duyulan özlemin giderek derinleştiğini hissettik…

Yine bir kez daha; Kavramsal bilincin, ideolojik berraklığın, politik tutarlılığın, bağımsız ve bağlantısız diplomasinin nelere kadir olduğunu bir kez daha anladık…

Ne demek istediğimi anlatacağım ama önce hatırlayalım!

Amaç acaba toplumun sinir uçlarını kaşıyarak; Niğde’de depolarda çürüyen ve 30 kuruşa alıcı bulamayan 500 tona yakın patatese rağmen Mısır’dan patates ithal etmeyi unutturmak mıdır? Yönetimdeki en önemli dayanak noktası olan güven sözcüğünün tedavülden kalktığını görmezden gelirken, 25 bin ilkokulda okuyan 5.5 milyon öğrenciye ulus bilinci aşılamayı gereksiz görüp, “bu iş devletin işi değil!” diyerek, Andımıza halk desteğinin yüzde 76.6’ya dayandığını gözlerden kaçırmak mıdır? Yoksa hepsi midir?

Bitmedi! Biter mi? Örtülü ödeneğin devlet sırrı, doğal gaz fiyatının ticari sır, 53 bin çiftçinin tarlasını terk etmesinin kendi sorunları olduğunu açıklarken gerçeklerin üstünü örtmek midir? 125 bin kepenk bir daha açılmamak üzere kapanmışken, 40 bin şirket ticari faaliyetine son vermişken, lokantalar, kafeler yüzlerce çalışanıyla sıkıntı içindeyken, sağlık ordusu telef olup giderken, 65 yaş üstünün yarı açık cezaevinde çile doldurmasını doğal karşılamak mıdır?

“Sözümü dinlemedi yolladım, uysal çıkmadı gönderdim, görevden almama rağmen şükran arz ederek teşekkür etti!” diye diye 20 ayda 4 başkan değiştiren (MB) Merkez Bankasıyla istikrar sağlanacağını hayal etmek midir?

Kadınların öldürülmesine engel olacak düzenlemeleri de kapsayan İstanbul Sözleşmesi’nden 10 yıl sonra imzayı çekerek bazılarına verilen sözleri yerine getirmek midir?

“Gün tahkim etme, pekiştirme, destekleme günüdür, şimdi değilse ne zaman?” sorusuyla, AKP 7.büyük kongresi için belirlenen “Türkiye için güven ve istikrar!” sloganıyla ülkenin çözüm bekleyen sorunlarına çare bulunacağına inanmak mıdır?

Önemli not! Ülkenin artan soruları; Ayağı yere basmayan önlemler ve önerilerle, yüksek perdeden konuşmalarla, dostlar kataloğunda yer değişikliğiyle, Ayasofya’yı açarak, Ay’a giderek, Andımızı yasaklayarak, sözleşmeden çıkarak, “dönemimiz yazdığımız başarı öyküleriyle doludur!” demekle çözülmüyor. Bu işler talepleri esas alan, destansı dayanışmayla hayata geçirilen sonuç odaklı fikri derinlikle oluyor…

Daha da önemli not! Sadece Uşak’ta 763 esnaf kepenk kapattı! İntihar eden edene! “Önceden kaliteye bakardık şimdi fiyata ve ucuzluğa bakıyorum!” diyen diyene! Nasılsa iyi hal uygulanır gerekçesiyle; 17 kez bıçaklayarak öldürdüğü karısı için “yanlışlıkla öldürdüm, olay kazara gerçekleşti” açıklaması yapan yapana!

En önemli not: Yazıyı bu gidiş nereye, sözleşme ve yasalardan şikâyet niye, reform bunun neresinde diyerek toparlarsak, ya da niye bunca örnek vererek özetledik dersek! Sonucu merak ettiğimiz, ya da tüm bunları unutmayınız, hatırlayınız demek için olmasın? Yanıtı bize kalmış, size kalmış, hepimize kalmış…

Bunca örnek arasında ilk sırada ne var derseniz? Ayrıştıran dil der, son kararım diye ilave eder, sorularımız var ve olmalı diye de not düşerim…

Gelelim sonuca ve bugüne: Bazı zaman dilimlerinde insanın kendine doğru yolculuğu daha ağır basıyor. Hele de umudun sözlükten çıktığı günümüzde ve ülkemizde! İyisi mi yazıyı fazla uzatmadan; “Her sesi yüksek çıkan haklı olsaydı!” deyip noktalayalım…