Dosdoğru soralım…

Salgından, hastalıktan, açlıktan, yoksulluktan, umutsuzluktan, işsizlikten, tükenip giderken! Sevgisizlikten, tehditlerden, öfkeden, şiddetten...

Salgından, hastalıktan, açlıktan, yoksulluktan, umutsuzluktan, işsizlikten, tükenip giderken! Sevgisizlikten, tehditlerden, öfkeden, şiddetten, adaletsizlikten, keyfi yasaklardan, hele de rekora koştuğumuz kadın cinayetlerinden başımızı alamazken! “Yok, hükmündedir, öyle demek istememiştim, fakat- ama- ancak” demeden, yan yollara sapmadan dolaysız ve dosdoğru sormamız gerekenlere soru formatında “bir söyleyip bin ah işitmek!” pahasına da olsa şöyle bir dokunalım…

Özene bezene, hesaplı kitaplı, göz ağartıp parmak sallayarak tırmandırılan gerilim düşürülmek isteniyor mu? Yoksa suni gündem yaratılarak; elektrikten doğalgaza, mazottan, otoyol ve köprülere, patatesten peynire, yağdan domatese her çeşit gıdaya yapılan zamlar her zaman olduğu gibi önemsenmiyor mu?

Bendensin değilsin ayırımı yapmadan, yandaşları koruyup kollamadan, yargı bağımsızlığına gölge düşürmeden, hukukun üstünlüğünü üstünlerin hukuku diye okumadan, açlık ve cehaleti ötelemeden, ülkemizin tarihsel, kültürel geçmişini yok saymadan yepyeni, bembeyaz bir sayfa açmanın (adına reform deniyor!) zamanı geldi mi? Yoksa alıştığımız üzere öncelikli başka şeyler var denilerek ötelenecek mi?

Yıllardır ranta kurban edilen hala da hızını kesmeden sürdürülen yeşile, ormana, ağaca düşmanlığa dur denilecek mi? Bir süre önce Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından Beykoz’da bulunan 111 bin metrekarelik tarım alanını imara açarak ticaret alanı ilan etme, ya da hep masada tutulan “Kanal İstanbul” düşüncesinden “atı alan Üsküdar’ı geçmeden” vaz geçilecek mi?

Çiftçinin, emeklinin, işçinin, emekçinin, işsizin, atanamayan öğretmenin, hakkını arayan memurun, gecesini gündüzüne katarak canla başla mücadele veren sağlıkçının sesi nihayet duyulacak mı? (Ha az kalsın unutuyordum!) 7.7 milyonu bulan ve açlık sınırının altında yaşayanların sesine daha fazla geç kalmadan kulak verilecek mi?

Artık zıvanadan çıkan kadın katillerini, çocuklara yönelik tacizleri koruyup kollamaktan, hedef gösterilen ve yaftalanan yazarları işsiz bırakmaktan, sansür kılıcını durup durup kınından çıkarmaktan, BİK tarafından ilanların kesilmesinden, RTÜK tarafından para ve karartma cezası verilmesinden, vergi cezaları yağdırmaktan, özetle farklı mecra ve kanallardan bazı (!) televizyon kanallarına ve basın kuruluşlarına baskı yapmaktan vazgeçilecek mi?

Basın özgürlüğünde 180 ülke arasında kendimize ancak 154.sırada yer bulurken, gazeteciler adliye koridorlarından çıkamazken, yandaş olmayanlar vergi cezaları ve ilan kesme cezalarıyla cebelleşirken! CB iletişim başkanının; “Türkiye’de basın özgürlüğü ve ifade hürriyeti 20 yıl öncesiyle kıyaslanmayacak ölçüde genişletildi ve güvence altına alındı” şeklindeki sözlerine inanmamız beklenecek mi?

İşin müelliflerini, mühendislerini, müteahhitlerini bilmiyormuş gibi yaparak! Ne zaman sıkışılsa hemen yeni bir balon uçurmaktan, gündemi sık sık değiştirmekten, bunca temel sorun varken sıradan konuları ısıtıp ısıtıp kamuoyunu meşgul etmekten, sürekli mazeret bulmaktan, bahane yaratmaktan, topu dış mihraklara atmaya can simidi gibi sarılmaktan vazgeçilecek mi?

Belgeleri tozlu arşivlere ve raflara kaldırarak; Ülkeyi soyanların, vurgun yapanların, yolsuzluğa adı karışanların, hırsızların ülkemize verdiği zarar yanlarına kâr kalacak mı?

Tüm bunlar olup biterken gözden kaçan ya da kaçırılan bir şey var. O da şu; ne kadar üstelersek üsteleyelim! Soru ve örnekleri ne kadar uzatırsak uzatalım! Olup bitene bilinci bilmem ama bilinçaltı artık hayır diyor ve bünye artık kabul etmiyor. Bu durumda kendilerini haklı çıkarmak adına her türlü adımı atan, altyapı hazırlama ve gündemi değiştirme de rakip tanımayanların hala bazı konularda ısrar etmesi nafile bir çabaysa bu ısrar niye?

Özetle: Hiç uyumaması gerekenler, uykuları kaçması gerekenler ne düşünür bilemem ama! Dolaylı yollara sapmadan dosdoğru düşününce aklıma şimdilik bunlar geldi. Peki, mesele bu kadar basit, örnekler bu kadar az mı? Hiç değil…