Sebep sonuç ilişkisi üzerine…

Ben öğretmenlerin bilgisine, deneyimine, emeğine, toplumdaki yerine saygı duyulan kuşaktanım. Eğitimin eğitim olduğu yıllarda her biri hamurumuza ayrı maya...

Ben öğretmenlerin bilgisine, deneyimine, emeğine, toplumdaki yerine saygı duyulan kuşaktanım. Eğitimin eğitim olduğu yıllarda her biri hamurumuza ayrı maya katan hocalarımızın sözlerini unutmayan, kiminden yazı yazmayı, kiminden okuyup anlatmayı, kiminden hayatı paylaşmayı, kiminden güzel ve uyumlu giyinmeyi, tümünden Atatürk’ü ve Cumhuriyeti öğrendiğimiz hocalarımızın, sözlerini kulağına küpe yapan, nasihatlerini hep hatırlayan nesildenim…

Cumhuriyetin sapasağlam olduğu dönemlerde okudum. Cumhuriyetle büyüyenlerin umutlarının dimdik ayakta olduğu yıllarda eğitim gördüm. Daima ışık saçan, yol gösteren, yön çizen, kutup yıldızı gibi parlayan öğretmenlerin ellerinde yoğruldum…

O nedenledir ki; Yıllar önce kitaplarımdan birinin imza gününde kuyruğa giren öğretmenimi görünce yerimden nasıl fırladığımı, kendisini göremediğim için nasıl kekeleyerek özür dilediğimi, nasıl bir mahcubiyet duyduğumu hiç unutmuyorum…

Gelelim bugüne! Eğitim- Sen’in anket sonuçlarına…

Öğretmenlerin yüzde 43’ü daha iyi iş bulursam mesleği bırakırım diyor.

Yüzde 63’ü çocuklarının gıda, yüzde 73’ü giysi, yüzde 47’si eğitim ihtiyaçlarını karşılayamadığını söylüyor.

Yüzde 93’ü öğretmenliğin saygın bir meslek olma özelliğini kaybettiğini ifade ediyor.

Yüzde 83’ü maaşların düşük olması nedeniyle toplumdaki saygınlığın azaldığına dikkat çekiyor.

Yüzde 92’si ekonomik sorunlar yüzünden kitap alamıyor, tiyatroya, sinemaya, tatile gidemiyorum diyor.

Yüzde 83’ü devlet okullarındaki eğitimin niteliğinin düştüğünü vurgularken, yüzde 48’i yöneticiler tarafından öğretmenlere siyasi baskı yapıldığını ifade ediyor.

Yüzde 83’ü yönetici olmak için mutlaka torpil gerektiğini belirtiyor.

Yüzde 86’sı çocuklarının öğretmen olmasını istemediğini söylüyor.

Yüzde 70’i daha iyi bir iş teklifi alsa mesleğini terk etmeyi düşünüyor.

Yüzde 94,5’u MEB’in sorunları çözmek için ürettiği politikaları gerçekçi bulmuyor.

Yüzde 91’i mülakatla öğretmen alımının eşit, adil ve yansız bir yöntem olmadığını düşünüyor.

Yüzde 88’i MEB’in vakıf, derneklerle yaptığı işbirliğini doğru bulmuyor.

Büyük bir bölümü şayet bulursam ikinci üçüncü işleri yapmaya mecburum diyor. Yüzde 59’u gelecekten umutsuz olduğunu ifade ederken, kredi çekip ödeyemeyen, dayanamayıp intiharı seçenlerin sayısı her geçen gün artıyor.

Eğitimdeki iç karartan tablo ve sebep sonuç verileri çok net bir şekilde ortada iken bir kez daha Aziz Sancar’dan, Özlem Türeci ve Uğur Şahin’e uzanan yola bakalım…

Her ne kadar başta CB olmak üzere herkes Özlem Türeci’yi Uğur Şahin’in eşi olarak tanıtsa da! Kendisi alanında yetkin bir profesör, etkili bir bilim insanıdır. Bu zorunlu anımsatmadan sonra gelelim beyin göçünün sonuç mu, sebep mi olduğu sorusuna? Bilim insanları niye gitmek istiyor? Neden o ülkeleri tercih ediyor? Olanakları, yaşam koşulları, özgürlük ortamı, verilen değer, hazırlanan ortam nedeniyle olmasın? Hem bu soruları, hem de bu gidişle bir “arpa boyu yol alamayız aldırmazlar zaten!” sonucunu akılda tutalım…

Ve bu yazıyla bir kez daha sebep- sonuç ilişkisi çerçevesinde çok özel bir örnek olan Aziz Sancar’a kulak verelim!

Kendisine model olarak Atatürk’ü alan, O’nun öğretilerinden yola çıkarak çalışkanlığı, azmi, disipliniyle doğup yetiştiği toprakları Nobel Bilim ödülüyle taçlandıran Prof. Sancar: “Bu ödül gökten inmiş bir ödül değildir, çok çalışmamın ve iyi eğitimin sonucudur. Eğer Türkiye eğitime gereken önemi vermezse, kalkınmasını eğitim üzerine kurgulamazsa, uluslararası arenada refah seviyesini artıramaz. Atatürk, bunu yıllar önce gördü” diyor…

Aziz Hoca gençlere; “Aman güzel kardeşim, gözünüzü seveyim, kendi işinize bakın, politikayla uğraşmayın elinizden geldiğince temel bilimlere ve teknolojiye odaklanın. Türkiye’de temel bilimler çok önemli, taşıma suyla değirmen dönmez. Her alet edevatı ithal etmeye kalkarsak, diğer ülkelerle yarışamayız” şeklinde konuşuyor…

Aziz Sancar ödülünü Anıtkabir’e hediye ederken: “Bu Nobel’i ülkemin gençlerine adıyorum, bu Atatürk’ün ve Cumhuriyetin madalyasıdır, madalyayı Ata adına aldım, Ata’ya aittir ve yeri de Ata’nın yanıdır” diye açıklama yapıyor…

Aziz Hoca annesi Meryem Sancar’dan; “Annem hayatta tanıdığım en zeki kadındı, ayrıca çok ilericiydi, bir köy imamının kızıydı, Atatürk’ü taparcasına severdi. Atatürk’ün yaptığı devrimleri, kendi hayatına getirdiği değişiklikleri gördü. O bakımdan büyük bir Atatürk hayranıydı. Ata’nın en fazla vurguladığı konu eğitim ve bilimdi, onu annem de anladı. O bakımdan bütün çocuklarına “okuyacaksınız” dedi ve onun sayesinde hepimiz okuduk” diye söz ediyor…

Aziz Sancar, Nobel komitesine yolladığı biyografisinde: “Her zaman yeterince yiyeceğimiz oldu, ama ayakkabı bir lükstü. Orta ikinci sınıfa kadar ayakkabıyı sadece okula giderken giydim” şeklindeki satırlara da yer veriyor…

Daha ne desin Aziz Hoca…