Manzara ortada… (1)

Kendi nam ve hesabıma soru listem ve manzara-i umumiye uzayıp gitmesine rağmen, sizleri ve kendimi daha fazla üzmemek adına bugünlük iç karartan konulardan...

Kendi nam ve hesabıma soru listem ve manzara-i umumiye uzayıp gitmesine rağmen, sizleri ve kendimi daha fazla üzmemek adına bugünlük iç karartan konulardan söz etmeyeceğim! Ancak başlığı açmak için önce ustalara selam çakmalıyım!

Âşık Veysel diyor ki; “Dağlar çiçek açar Veysel dert açar” genelde dert, nadiren çiçek açan ülkemiz için çok geçerli ve güncel değil mi?

Danton diyor ki; “Ekmekten sonra eğitim bir ulusun en önemli gereksinimidir.” Araştırmalara göre; günde 6 saat televizyon izleyen, 3 saat internette dolaşan, 1 dakika kitap okumaya vakti olmayanların çoğunlukta olduğunu dikkate alırsak, hele de cehaletin cesaretini unutmazsak tarihin hükmü ne olur bilmem ama Danton haklı çıkmaya devam eder.

Ataol Behramoğlu diyor ki; “Bir ülke nedir diye sordum/ Yerde sürünen yılana/ Ülke yuvamdır dedi/ Gerisinden bana ne!” dünün, günün, yarınların doğrusunu görenlere göre ayrı, yanlışı doğru görüp gösterenlere göre ayrı anlamı olan bu dize için; eğitimi sağlam, bilgisi derin, alt yapısı güçlü liderlerin ne diyeceğini bilemeyiz. Ayrıca sağduyu sahibi kamuoyu yetkililerinin ne diyeceğini de kestiremeyiz. İyisi mi onların hali de bir başka oluyor doğrusu deyip susmalı…

Güçten gözleri kararan, sözlerinin arasına ayrıştırıcı sözleri ustaca monte eden, aba altından sopa göstermeyi açık ve net belli eden, öfkeyi ve kini yaşam biçimi sayanların tavrı da bir başka oluyor doğrusu deyip geçmeli…

Sevgi, şefkat ve merhamet duygularını unutan, parmak sallayarak yüksek gerilim hattı yaratan, zihniyet faturasını hep halka ödeten buyurganların hali de bir başka oluyor doğrusu deyip geçiştirmeli…

Bu arada kaderin ironik cilvesine bakınız ki! Her konuda şaha kalkmışken, COVİD 19 denilen bela gelip bu hızlı yükselişe engel olmaz mı? Bu alanda verilecek örnek çok bir kaçını sıralamakla yetinelim!

Son yıllarda yüksek tepelerin dolaşıma soktuğu aslında pek çok şeyi anlatan ve cevaplayan konuların çokluğuna ve bolluğuna mı şaşarsınız? Yoksa Baroların yürüyüşüne Ankara’nın tepkisine mi baka kalırsınız?

Yoksa geçenden geçmeyenden, binenden binmeyenden, uçandan uçmayandan, gelenden gelmeyenden para kesilen köprü, tünel, hastane, havaalanı gibi müşteri garantili işletmelerin hız kesmeyişine mi üzülürsünüz? Yoksa her gün biraz daha kutuplaştırılan bir ülkenin ayrıştırılan insanlarına mı kahrolursunuz?

Haziran ayında 27 kadının öldürüldüğü, yönetimin kadınları koruyan İstanbul Sözleşmesinden çıkma planları yaptığı ülkemizde; kadının başarısı ve başarısızlığı aynı kefeye konuyorsa, düşleri ve özlemleri yok sayılıyorsa, töre ve geleneklerin baskı ve dayatmaları yaşamları karartıyorsa, Afganlı ve İsveçli kadınların keşkeleri farklıysa yazıp konuşmanın ne anlamı var mı dersiniz?

Yoksa hoşgörü ve saygının bu kadar ayakaltına alındığını, bu kadar ucuzlatıldığını, görünce, had aşıldığı zaman hudut kalmadığı için, bizim ne haddimize deyip susar mısınız?

Sorunlara neden olanlar bağırıp çağırdıkça; Bilinçli, yürekli adımlar atanların, inandığı doğruları savunanların, gerçekleri gören, sözünü sakınmayan, aydın sorumluluğu taşıyanların susturulması karşısında ne yapmalı mı dersiniz?

Yoksa bu siyasi iklimden mutsuz olduğunu söyleyen; işçisinden memuruna, gencinden emeklisine, kadınından erkeğine, çevrecisinden akademisyenine, gazetecisinden avukatına çok geniş bir kitleyi görünce, 20 yıllık bir iktidarın söyleyecek sözünün olmamasına mı şaşarsınız?

Vekilliğin bittiği, makamların bitmediği, güreşçiliğin bittiği yerine 4 koltuğun geldiği, yönetime yakın isimlerin merdivenleri koşarak değil, uçarak çıktığı ülkemizde liyakati unutanları görünce, gelecek adına kaygılanmayı mı seçersiniz?

Yoksa TBMM’de kadın milletvekilinin; “AKP gelene kadar bu ülkede kadının adı yoktu!” şeklindeki açıklaması karşısında bir yaşımıza daha girip kendinize sosyal mesafeli bir doğum günü partisi mi düzenlersiniz?

Neleri hoş görmekle, nelere boş vermekle neler olduğunu gördüğümüz ülkemizde; Kişilere görev verilirken, makam dağıtılırken; eğitimleri, birikimleri, kalibreleri, ilgi alanları, yetenekleri, koltuğu doldurup dolduramayacakları esas alınması gerekirken bu kıstasların unutulmasına mı üzülürsünüz?

Yoksa bugün ülkeye hâkim olan iklim; korku, huzursuzluk, belirsizlik, kayıtsızlık ve kibirken; bu konuda umudunu yitiren ancak iyimserliğini korumak isteyenlerin direncini mi alkışlarsınız?

Tam da burada bir an geriye dönüp Cumhuriyete kol kanat geren kadroların sağlam alt yapısına bakarken; Sonrada da günümüze dönüp, yayın sayısı sıfır, atıf sayısı hiç, bilimsel araştırmadan yoksun olmasına rağmen tepeden inme atanan rektörlerin çokluğuna mı şaşarsınız?

Yoksa 13 sözcükten oluşan: “Nevşehir- Merkez Recep Tayyip Erdoğan Fen ve Sosyal Bilimler Proje Anadolu İmam Hatip Lisesi” adlı okulun, yazışırken, okurken, sorulurken akılda kalmasının zorluğuna mı baka kalırsınız?

1875- 1957 yılları arasında yaşayan ünlü gazeteci ve siyasetçi Hüseyin Cahit Yalçın’ın; “1.5 yıl Çorum’da kaldım. Bir gülen yüz görmedim, bir kahkaha sesi duymadım” şeklindeki sözlerine ve söylenen yıllara bakıp, 2020 Türkiye’si yıllar öncesinin Çorum’unu hiç aratmıyor mu dersiniz?

Yoksa yaz çok sert geçeceğe benziyor diyerek; Bazı konuları anlatırken şiire girmezsek, anılara dalmazsak, atasözleri ve karikatürlere, özgün örneklere yer vermezsek o yazı eksik kalır, yavan kalır, tatsız tuzsuz olur diyerek devamı Çarşamba’ya mı dersiniz? Size kalmış…