Gençler, göçler ve sözler…

Köşe yazarı olmanın en önemli açmazlarından ve çıkmazlarından biri yazdıklarınızın zaman içinde hiç değişmediği gerçeğidir. Bu konuya daha önce de...

Köşe yazarı olmanın en önemli açmazlarından ve çıkmazlarından biri yazdıklarınızın zaman içinde hiç değişmediği gerçeğidir. Bu konuya daha önce de değinmiştim, ancak gelinen noktada azalma değil de artma olduğunu görünce yine ve yeniden sütuna yatırmak istedim.

Tabi ki bu durum, insanı emeği adına, zamanı adına, enerjisi adına, çabası adına, ülkesi adına çok üzen ve inciten bir gerçek! Hani derler ya? Değdi mi diye? Boşuna yazıyoruz, boş yere konuşuyoruz, suya mı konuşuyoruz, buza mı yazıyoruz diye. Çenenizi ve kaleminizi niye yoruyorsunuz diye. Sonuca bakınca bu tür değerlendirmelere hak vermek gerek!

Pro. Dr. Faruk Şen, 2015 yılında yazdığı “Dünyada Türk Olgusu” adlı kitabında diyor ki; “Avrupa’da 5 milyon 400 bin Türk yaşıyor. Dünyada kendi nüfusuna göre yurtdışında en fazla göçmen bulunduran ülke yüzde 9 oranıyla Türkiye. Yazara göre 160 ülkeye yayılmışız, Avrupa’da 150 bin Türk girişimci var. 70 bin civarında akademisyen, doktor, mühendis, sanatçı, eğitimci, hukukçu doğduğu toprakları bırakıp gitmiş.

Yazımı uzatmamak için ülkelere göre dağılıma girmiyorum. Ana başlıklarla yetiniyorum; ABD’den Kanada’ya, Almanya’dan Avustralya’ya, Hollanda’dan Belçika’ya, İngiltere’den Fransa’ya her yerdeyiz. Bu arada Suriye’den Afganistan’a, Katar’dan Arabistan’a, Kazakistan’dan Kırgızistan’a bizdeler!

Aradan 15 yıl daha geçmiş, gidenlerin sayısında ne kadar artış olmuş, TÜİK açıklayınca anlarız. Üzerinde durulması gereken konuya gelelim! Yeni bir vatan aramak zorunda kalanların ve bu arayışa girenlerin haklı olduğu nedenler var mıdır? Ya da nelerdir? Vatan toprağında doğup, haksız, zamansız, erken bir veda ile yaban ellere gidip oralara ışık saçanların gitme nedenleri şunlar olabilir mi?

Artan yasaklar, bitmeyen işsizlik, azalmayan yoksulluk, zam yağmuruna dayanamayanların çilesi, yükselen enflasyon, tavan yapan anlamsız harcamalar ve yatırımlar, katledilen hukuk, emekli ve iş arama kuyruklarındaki umutsuz bakışlar, önü alınamayan kadın cinayetleri, yeşili çimentoya boğma, intiharlar, ciddi artış gösteren antidepresanlara sığınma, ev sahipliğini üstlendiğimiz yabancı konuklarımızın yarattığı gerginlik olmasın.

Adaletsizliğin, hukuksuzluğun, barolar üzerinden yargıya saldırıların artışı, benden olmayan, benim gibi düşünmeyen benden değildir yaklaşımı, sayfalardan ekranlardan taşan öfke dolu seslenişler, en çok basın mensubunu cezaevine tutan ülke oluşumuzun ayıbı olmasın.

İlkesiz bir kurnazlık sergileyerek; Açlıkla tokluk, varsıllıkla yoksulluk, sevinçle keder, savaşla barış, özgürlükle tutsaklık, ihanetle sadakat kavramları iç içe geçtiği için ve çıkış yolu görünmediği için olmasın.

Hiç bitmeyen ve bitmeyecek olan mağduriyet edebiyatı, her konuda üste çıkma gayreti, her daim yoğurttan çıkan ak kaşık muhabbetiyle heba edilen bunca yıl olmasın.

AKP genel başkan vekilinin; “Bu ülkede AK parti gelene kadar kadın kelimesinin adı yoktu” diyecek kadar, 1926 Medeni Kanun, 1930 yerel seçimlerde oy verme hakkı, 1934 seçme ve seçilme hakkı gibi Türk kadınına kimlik ve kişilik kazandıran tarihleri ve o adımların arkasındaki Büyük Atatürk’ü unutturma gayretleri olmasın.

İki dil bilen doktoralı gençler; “Ne iş olsa yaparım!” arayışına girmişken, arkası olanlara dağıtılan 4’lü makamların yarattığı haksızlık, üstünlüğüne ve gücüne güvenenlerin yarattığı yanlı, yanlış ve taraflı uygulamalar olmasın.

7 yıldır iş arayan Serhan Korayçiftçi’nin; “Çaldığım hiçbir kapı, ne yazık ki açılmadı. İşsiz olmak demek aynı zamanda plan yapamamak, yarını görememek, hatta en kötüsü hayal kurmamak demektir. Hayal bile kuramıyorum.” Serhan’ın kendi kuşağının yaşadıklarını özetleyen arşiv değerindeki bu sözleri olmasın.

ABD’de yüksek lisans yapan ve adını vermek istemeyen 26 yaşındaki gencin; “Yaklaşık 3 yıldır ABD’deyim. Ülkemi özlüyorum ama işsiz kalıp aileme yük olmaktan korktuğum için dönemiyorum. Çalışıyorum ama mutsuzum. Son üç senede babamı ve kardeşlerimi bir kez gördüm. Annemi ise iki kez! Kız kardeşimle didişmeyeli iki sene oluyor, babamla oturup bir maç seyretmeyeli de o kadar! Ben yokken ölen sevdiklerim oldu, ne son görevimi yapabildim ne bir dua, ne de mezarlarına bir çiçek bırakabildim. Evlilikleri, doğum günlerini de kaçırdım. Dün gece Türkiye’den gelen bir arkadaşımın yaptığı biber dolmasını yerken ağladım. O dolmada yaşadığım birkaç dakikalık Türkiye için.” İnsanı derin bir bıçak yarası gibi etkileyen sözleri olmasın.

Trabzon’dan yazan Mehmet Beyin; “Bizim büyüdüğümüz 1950’li yıllarda, otel ve restoranların öğle yemeklerinde piyano ve keman sesleri duyulurdu. Eşimin anne ve babası keman, benim annem keman, babam ut çalardı. Bahçeden bahçeye atışmalar yapar, biri rast çalarken, diğeri ona nihaventle cevap verirdi. Evimizin karşısında İtalyan kilisesi vardı. Her Ramazan’da kilisede görevli papazlar bize iftara gelirdi.” Anlatılan bu hoşgörü ikliminin artık tarihe karışması olmasın.

Yani? Yanisi şu; Yazmaktan elimizin, okumaktan gözümüzün, konuşmaktan dilimizin yorulduğu konularda en ufak bir ilerleme kaydedilmemesi olmasın. Şimdi eskilere uzanma zamanıdır:

Hüseyin Cahit Yalçın diyor ki; “Böyle bir mahkemede, hâkim olmaktansa, mahkûm olmayı tercih ederim.”

Maliye Nazırı Cavid Bey diyor ki: “Dilerim ulu Tanrı’dan kendinizi son derece mesut hissettiğiniz anda, benim hakkımda verdiğiniz hüküm aklınıza gelmez.”

Samet Ağaoğlu Yassıada’daki savunmasında diyor ki; “Sokrat’ı idama mahkûm eden savcı öldü, ama Sokrat yaşıyor.”

Cesare Pavese diyor ki: “Savaş bir gün biterse kendimize şunu sormalıyız. Peki! Ya ölüleri ne yapacağız? Neden öldüler?”

Mizah ustası Brecht diyor ki; “Bu halk, bu parlamentoyla ters düşüyor. Halk derhal feshedilmelidir!”

Fransız yazar Marquerite Duras diyor ki; “Büyükelçilikte verilen bir resepsiyonda yanıma gelen ve benimle tanışmak isteyen kişiye ne iş yaptığını sordum. “Hiçbir şey” dedi. Ona söylediğiniz şey müthiş, bunda diretmelisiniz. Hiçbir şey olmayı almak göze almak az şey mi?” diye cevap verdim.

Fransa eski cumhurbaşkanı F. Mitterand diyor ki; “Günümüzde milletvekili adaylarından ne çok şey isteniyor. Mankenlik, aktörlük, hatiplik, reklamcılık, yazarlık, cambazlık, kısaca her şey!”

Kıssadan hisse notu! Çoklu baro sistemine geçiş için her yolun denendiği günümüzde, gençlerin yurtdışına gitmenin yollarını aradığı ülkemizde; yeri gelse de gelmese de biraz eskilere ve özlü sözlere dalmak istedim…