Suyla sabunun yol hikâyesi!

Doğrudur panik havası hem dünyayı, hem toplumumuzu, hem de ekonomiyi sarmış durumda. Kaos ve belirsizlik insanları geriyor. Evler dolu, sokaklar boş, içler sıkıntılı, caddeler bomboş. Dünya çapında virüsün öldürücü etkilerine karşı önleyici tedbirler alınırken ekonomi derin bir uçurumun eşiğine gelmiş. Siyasi aktörler bazen susarak, bazen sessizleşerek, bazen konuşarak savrulmaları ve sarsılmaları önlemeye çalışıyor ama! Bugünkü yazının konusu o değil! O uzmanların işi…

Bu yazının konusu su ve sabunla olan ilişkimize ayna tutmak sadece!

Aslında hele de son yıllarda suyla sabunla (geniş anlamda!) ilişkisi olmayan, bu ikiliyle arasına ciddi mesafe koyan ülkemizde birden bire ve büyük bir aşkla (can simidine sarılır gibi mi demeliydim?) bu ikiliye sardırdık, sarıldık.

Mesela yazıp konuşurken; “suya sabuna dokunup başına iş alma” deriz ya! Ya da; “biz temiz milletiz, biz korkusuz insanlarız, bize bir şey olmaz” diye diye ortalarda gerim gerim gerilerek dolaşırız ya! Sen misin diyen! Suyla yatıp sabunla kalkıp, kolonyalar dökünüp, dezenfektanlarla dolaşır hale geldik mi? Geldik! Bu Allah’ın bir lütfu mudur? Korona belasının dayatması mıdır? Kader böyle imiş ne söylesem boş demek midir? Adı neyse ne suyla sabunla haşır neşir olduk mu? Dudak büktüğümüz kolonyaya mecbur ve muhtaç duruma geldik mi sonuçta! Meselenin özü budur…

Simdi gelelim işin felsefi ve evrensel boyutuna!

Bilindiği üzere “sosyal disiplin” denilen ve uygar ülkelerin toplumsal karakteri sayılan olguya göre; yönetici ve yönetilenin birbirine duyduğu güven esastır. Uygar toplumları ayakta tutan da bu güven duygusudur. Birbirine güvenen, birbirine destek olan, adalet içinde yaşayan, sözlerine güvenilen yöneticilerce idare edilen, bilinçli yurttaşların oluşturduğu uygar toplumların özlü tanımı kısaca budur.

O topraklarda yağmacılık, halka ve doğaya rağmen kanal yapma, fırsatçılık, çıkarcılık, kayırmacılık, yeşili kesip biçme, toprağı arsa yapıp beton dikme, gökdelen ve AVM yapma olmaz, olursa da sorgulanır.

Bu havalı girişten sonra sözü yine bize getirirsem! Sorunları doğru tahlil edemediğimiz sürece çözümler konusunda hep düş kırıklığı yaşadığımız ülkemizde demem o ki iş yine başa ve bize düşüyor. Yani bundan böyle ve uzun süre suyla sabunla sıkı bir ilişki içinde olacağız. Suya sabuna daha sık dokunacağız. Hem kişisel sağlığımız, hem de toplumsal geleceğimiz adına…

Suyla sabunun zorunlu ilişkisi bu kez farklı olacak mı? Ya da bu sınavdan geçerli notu alıp sınıfı geçecek miyiz? Bu konuda iyimser olmayı engelleyici etkenler yok değil. Tabii ki yurttaş olarak bizlerin sivil sorumluluğu var. Ancak yetkili ve etkili kişi kurum ve kuruluşların sicillerine dalıp olan bitenlere girersem çıkamam kaygısıyla şimdilik o bölümü rafa kaldırıyor, bu aşamada tehlikenin farkında mıyız sorusuna “evet!” demek bir yanıt mıdır bilmiyorum.

Bildiğim o ki; bazen sorular, bazen yanıtlar yanıltıcı olduğundan bu aşamada sorumuz şu olmalı! Daha doğrusu final sorum şu olacak! Alınan kararlar olumlu mu? Evet. Çare olur mu? O biraz zor. Bu saatten sonra hele de yerleşmiş kalıplar varken işe yarar ölçüde caydırıcı mı? İşte o çok zor…

Kural tanımazlık sorunu arttıkça, bilimsel hassasiyet önemsenmedikçe, halkımızın yüzde 40’ı önlem almadıkça, bana bir şey olmaz yürürlükte oldukça illetin altından nasıl kalkacağız bilemiyorum.

Ancak bu kez içtenlikle yanılmayı diliyor, umuyor ve bunu çok istiyorum…