Dünya diken üstünde, ülkemiz gergin, restleşme tam gaz…

Libya’ya asker gönderme kararı için Dışişleri Bakanı; “Libya’ya çatışmaları durdurmaya gidiyoruz. Arabuluculuk yapıyoruz, tansiyonu düşürmek için gayret...

Libya’ya asker gönderme kararı için Dışişleri Bakanı; “Libya’ya çatışmaları durdurmaya gidiyoruz. Arabuluculuk yapıyoruz, tansiyonu düşürmek için gayret ediyoruz” derken; Kaç asker gidecek, ne zaman gidecek, nereye gidecek, ne kadar kalacak, ne kadar sürecek gibi konuları önemsiz bulduğu için mi ayrıntıya girmiyor?

Milli Eğitim Bakanı personelinin yarısından fazlasının kadınlardan oluştuğu bakanlığında, kadın yöneticinin az olması karşısında ses soluk çıkarmıyor ya! 100 personelden 53’ünün kadın olduğu MEB’de 950 ilçe milli eğitim müdüründen sadece 12’sinin kadın olmasını doğal mı karşılıyor?

“Gencim, üniversite mezunuyum, işsizim!” diyen, Türkiye’nin en iyi yetişmiş gençlerinin başta ABD, Almanya ve Hollanda olmak üzere Avrupa ülkelerine gittiğini, gidenlerin geri gelmediğini veya çok azının geri döndüğünü bilen yetkililer bu durumu beyin göçü olarak değil de ülkenin başarısı ya da, bilimsel ihraç olarak mı görüyor?

Cumhuriyet Gazetesi’nden Figen Atalay’ın yaptığı söyleşide, MEF Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. M. Şahin; “Bu nesil kimseye biat edecek bir nesil değildir. Milliyetçilik söylemleri ile ülkede tutabileceğimiz bir nesil değildir. Ülkeyi yönetenlerin bu nesli iyi tanımaları, bu neslin değerinin farkına varmaları gerekir. Yoksa bu nesil, değerini bilen ülkelere gitmeye devam edecek ve onları ülkemizde tutamayacağız” şeklinde açıklama yaparken! Yetkililer susarak; halkın da görmemesini, duymamasını, konuşmamasını, “sağır, kör, dilsiz” olmasını mı istiyor?

Bir zamanlar bizim içimizde umut, gençlerimizin uçsuz bucaksız hayalleri, ülkemizin de parlayan bir ışığı varken, bu değerlerin yerinde yeller estiğini görünce; “Ne olacak bu memleketin hali?” sorusuna; “Bu politikacılar bizim bütün rollerimizi çaldılar. Sanırsın hepsi birer Star! Yıldız! Hiç susmadan konuşmalar! Her yerde onlar! Televizyonlarda onlar! Medyada onlar! En çok onların lafı ediliyor. Sanatçıları yerlerinden ettiler. Tiyatro, sinema, sanat, opera, müzik, hepsi magazin eklerine sıkışıp kaldı” diyen Hümeyra’nın müthiş yanıtında teselli aramak mı gerekiyor?

Tam da burada yeteneğiyle, sabrıyla, çok yönlü sanatçılığı, bilgisi ve zekâsıyla yılların usta sanatçısı Hümeyra bu yargısında haksız ve yalnız diyebilir miyiz?

Sorulardan sonra “kolaycılığa kapılmamak” gibi bir ara başlığım daha var!

Dünya üzerinde az da olsa(!) yaşamın ölüme yenik düştüğü yerler, acıyı, sevinci, ölümü alın yazısı sayan toplumlar vardır. Yine kaderi her şeyin nedeni sayıp, yönetimi tek kişinin avcuna bırakan ülkeler vardır. Bunun yanında da aklı başına toplamak, nedenleri sorgulamak, düşünmek, soru sormak, yapılacakları yazgıya bırakmak kolaycılığına düşmemek gibi zorunlu ve insani duruşlar vardır. İnsanın, doğanın, kültürün acımasızca tahribi karşısında bana ne dememek, “her şey benden sorulur diyenlere, doğruların tekeli sadece benim elimdedir” diyenlere teslim olmamak vardır.

Yeri gelmişken soralım! Sınırlı ve dar kalıplara sıkışarak yaşamaktan mutluluk duyabilir miyiz? Tek tip düşünce, kadının rolü olmayan bir sosyal yaşam, arayışta olan gençliğin sorunları, sağlıksız sağlık hizmeti, adaletsiz yargıyı savunabilir miyiz? Ya da ancak kolay evet demeyen toplumlarda hoşgörüden, insanca ve eşit yaşamdan söz edilebilir savını nasıl unuturuz?

Dikteye dayalı, parmak sallamalı, ayar çekmeli yüksek egoyla, kibirle, bencillikle, umursamazlıkla ülkeleri yönetenler hırslarına çeki düzen vermediğinde olup bitenin sorumlularını millet affetse de tarih affetmemiştir. Yine dış politikada ilişkilerin hülyalarla, saplantılarla, içi boş laflarla, süslü hamasi tümcelerle yürümediğini, bilginin gücünü arkasına almadan, yetişmiş kadroların fikrini sormadan, eğriyi doğruyu, yanlışı hesaplamadan, bağırıp çağırmadan oluşturulacak diplomasi dilini kullanmadan işlerin yürümediği bilinmektedir. Dünyaya diplomasi dersi verenler ne düşünür bilemeyiz ama tarih ve gerçekler böyle diyor…

Rahşan Ecevit ve Hayrettin Karaca’yı kaybettik…

Rahşan Hanımdan geriye; Aşk dolu bakışlar, sevgi sözcükleri, sanata ve kültüre saygı, şiir merakı, derin bir entelektüel kimlik, Bülent Ecevit’e duyduğu eşten sevgiliye, anneden arkadaşa her türlü duyguyu içinde barındıran derin bir bağlılık ve dayanışma kaldı…

Hayrettin Karaca’dan geriye; Ormanı, dereyi, dalı, ağacı, börtü böceği, ekini, çiçeği, tarlayı, mavinin, yeşilin her tonunu her şeyin üstünde bir değer olarak gören, başta toprak olmak üzere dünya üstündeki tüm canlıların yaşam hakkına saygı duyan “Kırmızı Kazaklı, Orman Kahramanı Toprak Dede” kaldı…

Işıklar içinde yatsınlar…