Kanal İstanbul…

Uzun süredir Kanal İstanbul’u tartışarak, yerli ve milli otomobilin sevinciyle havalara uçarak, Libya’ya asker gönderme kaygısını taşıyarak, korku duvarını her gün biraz daha yükselterek, toplumsal ve siyasal anlamda içte ve dışta nelere yol açacağını asla hesaplamayarak ayağımızı yerden kesen konular var ya! O halde bugün başlıktakini dilimizin döndüğünce masaya yatıralım!

100 kişiden 72’si istemiyorsa, bilim insanları ve konunun uzmanları sakıncalarını sayıp döküyorsa; işi enine boyuna tartmak ve masaya yatırmak gerekmez mi? Gelelim uzman görüşlerine ve yapılan bilimsel açıklamalara!

Kanal İstanbul için harcanacak bütçe ile 150 yataklı 1.650 hastane yapılabilecekse!

Bu parayla İstanbul’daki tüm okullar yeniden inşa edilebilecekse!

7 yıl sürmesi beklenen inşaat süresince TEM ve E-5 otoyolları sık sık trafiğe kapatılacaksa! İnşaat sırasında heyelan ve can kaybı yaşanacaksa!

2 milyar metre küp demek olan 10.000 yeni hafriyat kamyonu trafiğe dâhil olacaksa!

Yeraltı suları kaybedilecekse, Terkos Gölü ve Sazlıdere Barajı yok olarak İstanbul’un su ihtiyacında ciddi bir sorun oluşacaksa!

82 milyona sırtına yeni ek vergi yükü binecekse!

6 adet Beşiktaş ilçesi büyüklüğünde bir nüfus İstanbul’a eklenecekse!

Montrö Antlaşması tartışmaya açılacaksa!

23 milyon metre kare orman alanı, 136 milyon metre kare tarım alanı yok olacak, 200 binden fazla ağaç kesilecek, kullanılacak patlayıcılarla deprem riski oluşacaksa!

Karadeniz’de tuzlu su oranı artarak bol oksijenli sular zarar görecek, doğal denge bozulacak, balık ve balıkçılık büyük ölçüde bitecekse!

Marmara Denizi bir zamanlar Haliç gibi kokmaya başlayacaksa!

Ve bu parayla yüzbinlerce kişiye istihdam alanı yaratılacaksa! Bu inat niye?

CB; “İsteseler de istemeseler de Kanal İstanbul’u yapacağız 2 tane de modern akıllı şehri bununla beraber inşa edeceğiz, işi milli bütçeyle yapacağız!” diyor ama bir de uzmanların kılı kırk yararak yaptığı hesaplar var! Yitirilecek zamanı, kaybedilecek onca parayı, enerjiyi, umudu, güveni, huzuru dikkate almak var!

Olup bitenden sorumlu olanlar, yurdu yaşanamaz hale getirenler, ülkenin beyin gücünü beyin göçüne çevirerek, gençlerini arayışa itenler ne der bilinmez ama! Bu konuda yukarıda özetlenen uzman görüşlerine hak vermek gibi bir sorumluluk var.

Çok şatafatlı, çok şaşaalı, çok ihtişamlı, çok debdebeli, çok görkemli, çok pahalı, çok renkli saraylarında memleketin tüm hayati kararlarını alıp uygulamaya koyanlar ne düşünür bilinmez ama! Sadece İstanbul’u değil, ülkenin genelini ilgilendiren bu konuyu olupbittiye getirmemek gibi tarihi bir zorunluluk var. Kaçırdığımız yılların hesabını vermeyenler, kendi şahıslarının neyi hesapladığını öğrenmemiz mümkün olmayanlar(!), yanılmaları, keşkeleri, eleştirileri dikkate almayanlar niçin ısrar eder bilinmez ama! Kamu baskısını ve anket sonuçlarını dikkate almak gibi bir gereklilik var.

Daha önce ayrıntılı yazmıştım ama yinelemeliyim! Herhalde dünya liderliğinin gereği olmalı! Dünyanın çöplüğü olmak için sıkı uğraş veriyor, çöp alımında rekora koşuyoruz! Gemilerle taşınan plastik ağırlıklı atıkların sadece yüzde birini geri dönüşüme yolluyoruz. Üstelik bunu tıpkı uyuz hastalığı gibi kamuoyundan saklıyoruz!

İşsizlik nedeniyle 45 kişinin intihar ettiği, 1620 emekçinin iş cinayetlerine kurban gittiği, işsizliğin ateş olup yaktığı bir ülkede gerekirse genel bütçeden yaparız denilen Kanal İstanbul’dan önce bu ülkenin daha acil gereksinimleri yok mu?

Kars’tan Ankara’ya, Çanakkale’den Artvin’e, Samsun’dan Eskişehir’e, Edirne’den İzmir’e kadar İstanbul’a gelip hayır dilekçesi verenler; “Bu parayı eğitime, sağlığa, istihdama harcayın! Bu alanlar ranta kurban gitmesin” diyorlarsa buna kulak asmak gerekmez mi? Dış politikaya ilişkin tehlikeli yanlışlıkların ülkeyi değerli yalnızlığa (!) ne kadar ittiği ortada iken; “İsteseler de istemeseler de olacak” dayatmasının neyle ilgisi olabilir? Gözdağı mı, her zamanki gibi ben yaptım oldu mantığı mı?

Her konuda her yerde konuşma fırsatı yaratılanlar, şehirleri, dağları, ovaları, yaylaları, tarlaları, çılgın projeleri uğruna haraç mezat satanlar keşke halkın geriye kalanlarının ne düşündüğünü de dikkate alsalar- alabilseler. Doğa zarar görecekse, tarih talan edilecekse, Trakya betonlaşırken ayçiçeği, buğday sebze kalmayacaksa, deprem riski artacaksa, nüfus katlanacaksa gerçekten adı çılgın proje sayılır!

Tapu kayıtlarına göre; Kuveytlilerin 53 dönüm arazi, Suudilerin 9.5 dönüm arazi, Katarlıların 44 dönüm arazi aldıkları alanda Arap kantonu mu kuruluyor diye düşünmez mi insan? Tank palet fabrikasını yenilemek için 50 milyon dolar bulamayan hükümet çılgın projesi için 20 milyar doları nasıl bulacak?

İcra dosyalarının arttığı, çeklerin karşılıksız çıktığı, kredi kartlarının asgarisinin bile ödenemediği, yurttaşların 2020’ye 583 milyar TL borçla girdiği, ülkenin dış borcunun 447 milyar dolar olduğu bir ülkede bu kanalı yapmak neyin nesi?

Listeyi uzatmak mümkün! Zaten dilek tutmayı, arzuları gerçekleştirmeyi, hayal kurmayı unutalı çok oldu. İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin üç öğün yemeğinin bir öğüne indirildiği, 20 milyon yurttaşın açlık sınırında yaşadığı bir ülkede; Havayı iyi koklayan öngörülü Araplar arsa ve ev almayı sürdürsünler bakalım! Nasılsa ülkeyi yönetenler hala; “borç yiğidin kamçısıdır!” diyecek!

Etiketler
Kanal İstanbul