Çevre deyince; Siyasi, kişisel, mesleki egosu sınır tanımayanların dikkatine! (3)

Doğal Hayatı Koruma Vakfı açıklıyor! Tek kişi yılda 428 kg çöp üretiyormuş. Akdeniz’de en çok plastik atık bizde imiş, günde 144 ton, yaklaşık 6 kamyon plastikle boğuşurken ve bunu ayrıştırıp dönüştüremezken; Dünyanın en büyük 8. plastik çöp alıcısı olduğumuz haberi düşüyor önümüze! Irak’tan bile çöp ithal ettiğimize inanmak istemiyorum. En çok da elin Kanadalı CEO’sunun; “Türkler taş taşımada çok iyiler” şeklindeki sözünü yutmakta zorlanıyorum.

İngiltere’den Belçika’ya, ABD’den Hollanda’ya, İspanya’dan İtalya’ya, Slovenya’dan Fransa ve Japonya’ya plastik ihraç edenlerin atıklarını alıp, 436 bin tonla dünyanın en büyük çöp alıcılarından biri unvanını kazanmamız yaralıyor beni. Yani gelişmiş batının çöp deposu olmamız, plastik çöp ithalatını aylık 4 bin tondan 42 bin tona çıkarmamız, üstelik bu çöpün yüzde 60’ını dönüştüremediğimiz için zehirli ve tehlikeli atıklar çevreye yayılırken yetkili kişi ve kurumların sesinin soluğunun çıkmaması içimi çok acıtıyor.

Yanan (yakılan mı demeliydim) ormanları görünce yaşlı köylü kadının; “Eskiden devletimiz ormanı korumak için bize ağır cezalar uygulardı. Şimdi biz ormanı devletimizden korumak için direniyoruz” şeklindeki sözleri geliyor aklıma. Eskiden keçisi ormana kaçana ağır ceza kesen devletten, yurttaşın ağaç kesmesin diye nöbet tuttuğu devlete, ormanı devletten koruyan halka nasıl gelindi sorusuna yanıt arıyorum!

Gelelim başka gerçeklerle yüzleşmeye!

Bir zamanlar ülkenin zeytin üretiminin yüzde 20’si, pamuk üretiminin yüzde 13’ü, deri üretiminin yüzde 40’ı, incir üretiminin yüzde 65’i Büyük Menderes Ovası’ndan elde edilirken, bugün gelinen noktada geçmişteki oranlara ve bölgenin toprağının bereketine baka kalırken derin bir iç çekmekle yetiniyorum…

Türkiye ekonomisinin gerçek anlamda can suyu olan ancak ve ne yazık ki doğaya ve yeşile düşman olanların el ve iş birliğiyle çevredeki sanayi tesislerinin atıkları yüzünden nehrin kirliliği doğal varlıkları, ekonomiyi ve tarımı uzun süredir tehdit ederken! Kimyasal atıklar nedeniyle toplu balık ölümleri artıyorken, yani durum acilden öte iken ve çevre SOS veriyorken! İşte orada duruyorum…

Hasankeyf’ten Cerattepe’ye, Kozak yaylasından Kaz dağlarına! Doğa kirliliği, ağaç katliamı, “havama, suyuma, toprağıma dokunma!” haykırışları arasında gidip gelirken! Bir yanda yutkunup susanları, bana değmeyen yılan bin yaşasın diyen bin bir suratlı ve bin bir yetenek sahibi yöneticileri, diğer yanda aslanlar gibi kükreyenleri görünce de dalıp gidiyorum…

Yeraltı yerüstü su örnekleri ve 1380 gıda örneği üzerinde yapılan 15 bin civarındaki analiz sonucunda; örneklerin yüzde 40’ında kimyasal madde saptanmışken! Akdeniz, Ergene, Dil Ovası’nda kanserden ölenlerin sayısı dünya ortalamasının üstünde diyen, yani soluduğumuz hava, yediğimiz yemek, içtiğimiz suda kanserojen madde vardır ve sağlık bakanlığı bu raporu açıklamıyor diyen Akdeniz Üniversitesi’nde görevli Doktor Bülent Şık, “Tarımsal ürünlerdeki zehir miktarını açıkladığı için” yargılanıyorken! Adı geçen doktora görevini yaptığı için 1 yıldan 6 aya kadar ceza verilip, ayrıca haberi yapan gazete mahkemeye veriliyorken! Bunu uygar dünyaya ve bilim insanlarına nasıl açıklarız, sorumlu kurumlar susacak, bilim insanları konuşmayacaksa çağın sorunu nasıl çözülür diye düşünmeyenleri anlamakta zorlanıyorum

Ülkemizden sonra sırada Avrupa var!

BM genel Sekreteri Antonio Guterres; “Dünya ürpertici bir çığlık atarak bize DUR diyor, duymazdan mı gelelim!” diyor! Almanya Başbakanı Merkel; “İklimin korunması için ayrılacak fonu 4 milyon avroya çıkaracağız” diyor. CB Tayyip Erdoğan; “Orman varlığını artıran nadir ülkelerdeniz”(!) diyerek noktayı koyuyor. Ülkesel, bölgesel, küresel ölçüdeki uzlaşmaz dile, yaman çelişkilere bakınca sorunlar yumağı artarak sürüyor.

Washington’da yolları kapatan aktivistler; “Petrol boru hatlarını durdurun” diyor. Ve bilim insanları Çevre kirliliğine neden olan atıkların yok oluş sürecini şöyle açıklıyor: Pet şişe 400 yıl, cam şişe 4 bin yıl, deterjan 400 yıl, pil 300 yıl, alüminyum 100 yıl, sigara izmariti 1-2 yıl, kâğıt havlu 1 ay da yok oluyormuş…

Gelelim iç açan ve yüz güldüren eylemlere! 21 Eylül Dünya Temizlik Günü ya!

Şimdi İzmir’deyiz! Kendilerine süslü kadınlar diyen bir grup; “Egzoz değil parfüm kokusu!” diye arabadan inip pedal çeviriyor, bisiklete binerek sokağa çıkıyor!

Şimdi Stuttgart’tayız! Mahalle halkı her hafta kapılarının önünü süpürüyor, yetinmiyor, sokağın, parkın, meydanın çöplerini topluyor. Yerel yönetim bunu çocuklara çevre bilinci aşılamak olarak görüp, mahalle halkını ödüllendiriyor.

Bir süre önce Tuzla’da bulunan ve kimyasal ürünler üreten fabrikanın zehirli atıkları havaya yayılmadı mı? Kanser yapan, solunum yollarını tıkayan bu durum için devlet ben yokum, başınızın çaresine bakın demedi mi? Orman yangınlarında olduğu gibi yan çizip, sosyal medyada eleştiriler artınca çare olarak sokağa çıkmayın diye uyarmadı mı?

İzmarit ve pet şişe dolu yollara, kıyılara ve deniz diplerine girmiyorum bile! Biz Türkler için temizlik imandan gelir sözüne değinmiyorum bile! Okul kantinlerindeki zararlı yiyeceklerin yönetimin kararıyla 1 yıl daha uzatılmasını bu nasıl bir rahatlık ve sorumsuzluktur diye sormuyorum bile! Ancak tüm bunların hem çok basit, hem çok temel, hem de çok can alıcı nedenlerini görmezden gelemiyorum!

Dünya gündeminin tam da tepesinde yer alan bu konuyu, herkesi ilgilendiren çevresel sorunları, iklim değişikliğinin olası sonuçlarını önemsemeyenleri, yan çizenleri, korkunç fırtınaları, selleri, hortumları, aşırı hava ısınmalarının neden olduğu doğal afetleri, kuraklık ve küresel çaptaki tehditleri yok sayanları “siyasi iklim değişikliği şart!” diye uyarmak şart!

Ülkenin dert haritasına, çevre sorunlarına, içler acısı olan hali pür melaline bakınca buna 21. Yüzyılın kâbusu mu desek? İçimizi mi çeksek, cevabını kolay kolay bulamadığımız insanı derin soru işaretlerinin gölgesinde bırakan ve iç dünyasında fırtınalar yaratan ağır yüklerle mi savaşsak? Yoksa insanı vicdanen yaralayan, yalnızlaştıran, uzaklaştıran, mayasına acı- öfke, çatışma tortuları bırakan konuları göz ardı mı etsek? Yoksa herkese eşit mesafeden bakan, kendinden olmayanı yok saymayan, insanların birbirini anlamaya gayret ettiği bir düzeni mi hayal etsek bilemedim. Bildiğim o ki “Doğanın hâkimi değil, onun bir parçası!” olduğumuzu unutmayalım, unutturmayalım…

Teşekkür Notu: Kanada’dan ABD’ye, Üniversitelerden duyarlı derneklere, konuya ilgi duyan okurlarımdan çevre dostu vakıflara kadar 3 bölümlük yazı dizime yollanan övgü dolu iletileri emeğe saygının ifadesi sayıyor, ağız ve gönül dolusu teşekkürlerimi sunuyorum…