Kentlerin belleği!

Kentlerin kalbi olduğuna, bu kalbin her daim attığına inananlardanım! Yine kente ait kalbin daha çok insan eliyle durduğuna da…

Kentlerin mideleri olduğuna inananlardanım. O midelerin çoğu kez insan eliyle fit kaldığı kadar obez yapıldığına da…

Kentlerin umutları, idealleri, hedefleri, özlemleri olduğuna inananlardanım! Yine umutların, ideallerin, hedeflerin ve özlemlerin insan eliyle beslendiği kadar kurutulup yok edildiğine de…

Kentlerin duyguları olduğuna inananlardanım! Ağaçtan geçtim, tek bir yeşil yaprağın, tek bir böceğin yok olmasına yanan yüreklerin çokluğuna da…

Kentlerin akılları olduğuna inananlardanım! Aklı başında olanlar kadar, aklı bir karış havada olanların varlığına da…

Kentlerin gözleri olduğuna inananlardanım! O gözlerin bazen dört açılıp, umulmadık yerde ve zamanda yumulduğuna da…

Kentlerin belleği - hafızası olduğuna inananlardanım! O belleğin zaman zaman capcanlı, o hafızanın zaman zaman derin uykulara daldığına da…

Bu girişten sonra konuyu nereye getireceğimi tahmin etmişsinizdir! Şimdi kalkıp kent belleğini savunan duyarlılık projelerinde yer almayanlara, atılan yanlış adımları olumlayanlara, vurulan darbeleri onaylayanlara, koruyucu tedbirleri almayanlara, işi yokuşa sürenlere, olup bitene göz yumanlara, zarar ziyanı görmezden gelenlere, bin dereden su getirip neden oldukları yangınları söndüreceklerine bin dereden su getirip boş boş konuşanlara soralım!

Kentlerin yaşayanlar için; umudu, coşkuyu, dirilişi, gençliği, geçmişi, anıları sakladığını biliyor musunuz? Ya da yanıp küle dönen yerlerin eski haline gelmesi için kaç yıl geçmesi gerektiği hakkında bir tahmininiz var mı? Misal 40 yıl mı, 50 yıl mı, daha çok yıl mı? Kaç yıl? Yoksa “yangın kaderdir” deyip geçiştirir misiniz?

Liste uzayıp gittikçe örneklerin çokluğu her ne kadar yüreğimi sıkıştırsa da!

İştah kabartan araziler üzerindeki hesapları kolaylaştırmak için çıkarılan bunca KHK, gece yarısı imzalanan bunca kararname, uymasa da uydurulan bunca genelge, başka nasıl açıklanır ki?

Kentleri gidip görmek, oraları merak etmek, yapılan gezilere katılmak, gezip dolaşırken güzelliklerine tanıklık etmek, hayranlık duymak, fotoğraf - selfi çektirmek yetmez. Sahip çıkmak, korumak, kollamak da gerekir…

Atanmış bakan ayrı telden çalıp, seçilmiş başkan farklı yerden bakarak açıklama yaptığında kafalar karışsa da, önemli kurumların başındaki çok önemli adamlar kavga ederken akciğerler yanmaya devam etse de şimdilik durum bundan ibarettir…

Pilot Orman Bakanı yangın söndürme araçları için; “Bozuk, eski, yağ kaçırıyor, motoru yok!” derken bir THK yetkilisi; “Uçaklarımız sapasağlam yangını söndürürüz, para pul da istemiyoruz!” diye açıklama yaparsa ne denir ki? Şaşırmaktan öte!

İşin en acı yanına gelince; Kaçamayan börtü böcek, yavrularını bekleyen anne kuş, yeşermesi kimbilir kaç yıl alacak olan kapkara toprağa bakınca! Hissetmeyenler, umursamayanlar, kafa yormayanlar için bir şey ifade etmese de hisseden, üzülen umursayan ve düşünenler için ne çok şey anlatıyor bu simsiyah manzara…

Artık bunun adı sabotaj mıdır, vurdumduymazlık mıdır, mangal sevdası mıdır, yanan izmariti söndürmeden savurup atmak mıdır, yoksa pilot olduğunu gözümüze soka soka açıklayan bakanın; “THK uçakları eski kimse binmek istemiyor” şeklindeki sorumsuz açıklaması mıdır? Bilemem bildiğim o ki;

Hırsızlığın, yolsuzluğun, gözleri bürüyen para hırsının, çıkar hırsının, rant hırsının, yanlış politikaların, doğaya aykırı düşmanca uygulamaların ülkemizi getirdiği yere baktığımızda, olup bitene kader demek akıl tutulmasıdır. Bazıları kader deyip işin içinden çıkmaya çalışsa da bilim olup biten için; “Yağmanın, talanın, hırsızlığın, rüşvetin, yolsuzluğun, yozluğun, cehaletin, bilgisizliğin, sorumsuzluğun sonuçlarıdır” şeklinde açıklama yapıyor.

Özetle; Bunca kural çiğnenip, kurum çökertilirken, fit yeşil kentleri beton obezi yapmadaki başarımızla övünürken, şehirler yaşlı ve özürlü kesime duyarlı olmayan kent polikalarıyla yönetilirken, yapılanların temelinde yatanları arayıp bulabiliriz! Ama etik değerler için boşuna uğraşıp, moralimizi daha çok bozmayalım, bulamayız bir! Richard Liewellyn’in yazdığı “Vadim O Kadar Yeşildi ki” adlı başyapıtı ülkemize bakıp derin ahlar çekerek yeni baştan okuyalım iki!