Bardak taşar mı? Ya da niye taşmasın?

Başlığı uzatmak istemedim. Aslında şunu demek isterim. Bunca soruna rağmen bardak niye taşmaz? Daha doğrusu neden taşmasın? Yoksa taştı, taşıyor da haber mi verilmiyor? Bilemem, bildiğim o ki; Cevapsız da kalsa soracağım bazı sorular var!
BİR: Yüksek olsun, sıradağ olsun tüm dağları ben yarattım diye havalara girerek, sinirlenerek, öfkelenerek, kızarak, bağırıp çağırarak, horlayarak, öteleyerek, “ben ne dersem o olur!” diye böbürlenerek, hukuku askıya alarak, makamın sınırlarını zorlayarak, uygarlığın kıyısından geçmeyerek, negatif algı yaratarak ömür geçer mi?
İKİ: Bazen ayakları yerden kesmek gerek ki hayaller hayata geçsin. Bazılarının dert edinmediğini bazıları dert edinsin ki sorunlar daha çabuk çözülsün. İyi de pek çok şeyi dert etmeyenler ikbal merdivenlerini koşarak tırmanırken, dert edinenler savrulup dururken, fırsatçılık, yağmacılık, kaygıları yok sayma, bendendir- değildir demek vicdanları rahatlatıp, yüreği ferahlatır mı?

ÜÇ: Bir yanda Bursa Belediye Başkanının 30 Ağustos açıklaması! Diğer yanda TBMM başkanının CBHS’ne ilişkin; “Eskisi manueldi, yeni sistem otomatik vites! Debriyaj yok, gensoru yok” şeklindeki ilginç sözleri! Bu açıklamalar günü kurtarmaya ve gereken yerlere mesaj vermeye yeter mi?

DÖRT: Torpile geçit yok derken, maaşa, huzur hakkına, pek çok makama doymayan, ortaya çıkınca da “ben zaten burs olarak verecektim” diyen her partiden yöneticilerin aldığı yol, yol mudur? “K. Kılıçdaroğlu’nun; “Babamın oğlu olsa bile işe almayın” sözüne rağmen başkanların babalarının torunlarına (!) iş vermesi reva mıdır?

BEŞ: Genetik hafızamıza keskin bir kılıç gibi yerleşen ve hiç kaybolmayan sözler ve görseller netliğini korurken, elindeki avcundaki kira ve gıdaya bile yetişmeyen yurttaşın, emeklinin, işsizin feryadına tıkalı kulaklar, kapalı gözler gün gelip açılacak mıdır?

ALTI: Ne yapmalı, ya da neyi yapmamalı sorusunun yıllardır havada asılı kalan çengeli bir gün içleri ferahlatacak mıdır? Bir zamanlar iş bilenin kılıç kuşananın iken, şimdilerde moda olan işi bilmeden kılıcı kuşanmak devri son bulacak mıdır?

YEDİ: İki yıl önce CB’nin; “Ülkemizin ihtiyacı, milletimizin talebi, bizim hayalimiz olan nesillerin yetiştirilmesi konusunda eksiğimiz var” şeklindeki sözleriyle kastettiği İHL’lere yapılan yatırımın çok az bir bölümü diğer eğitim kurumlarına da ayrılacak mıdır?

SEKİZ: “Basın mensuplarının her daim yanındayız!” diye açıklama yapan saray yetkililerini duyunca gülme krizine giren yazarçizer takımına işin aslı faslı açıklanacak mıdır?

Şimdilik bu kadar soruyla yetinerek başka bir soruna dikkat çekmeye çalışalım.

Resmi rakamlar ve yetkili ağızlara göre Türkiye’de 81 ilde, 82 milyon nüfusun içinde 5 milyonun üstünde Suriyeli var. Bugüne kadar kendilerine 40 milyar dolar harcandığını söyleyen yetkililere, konuya geniş açıdan bakanlar bu rakam 200 milyar doları buluyor diyorlar.

Hani gidip görenlerin yazıp çizdiğine göre; bizim gibi ileri demokrasilerin olduğu ülkelerde net ve sert konularda bile insanlar laf sokmadan, bağırıp çağırmadan, yargılanıp yaftalamadan, kavga edip ayrışmadan, ikiye- üçe bölünmeden yaşayıp gidiyorlar ya! Oralarda düş kurma, plan yapma, hayale dalma, emeğinin ve zamanının karşılığını almanın yolları şuymuş. Oyuncu oyununa, bankacı ekonomiye, hekim hastasına, emekçi işine bakınca planlar, hedefler, hayaller gerçekleşiyor, gelecek garantiye alınıyormuş…

Yönetimlerin ömrü, toplumların unutkan olmasıyla ölçüldüğüne göre; neden oldukları sorunlara aldırmayan ve hiç etkilenmeyen yöneticilere sorulacak soru şudur. Geceleri rahat uyuyabilmek, yakınlarıyla şakalaşıp, gönül huzuru, vicdan rahatlığı ve ağız tadıyla gülebilmek, ya da bakışlarını kaçırmadan aynaya bakabilmek kendileri için biraz zorlaşmış mıdır?

Yanıtları evetse bize düşen şu mudur? Onurlu geçmişimizi özleyerek üzülüp, kaygı dolu halimiz için kahrolup, belirsiz geleceğimiz için bakla falı mı açalım, bulmaca mı çözelim, falcılara mı dadanalım? Yoksa hüzünlü bir tebessümle yaşamaya devam mı edelim?