Bilgi ve ilginize…

Ülkemiz ekonomik krizle boğuşurken damat bakan; “Türkiye son bir yılda (17 yılda demeliydi?) güçlü bir politika başarısı ortaya koydu, reform niteliğinde bir...

Ülkemiz ekonomik krizle boğuşurken damat bakan; “Türkiye son bir yılda (17 yılda demeliydi?) güçlü bir politika başarısı ortaya koydu, reform niteliğinde bir yılı geride bıraktık, pozitif büyüme olacak.” dedi.

Yine ülkemizin gündemini oluşturan çok önemli konulardan olan Suriyeliler için İçişleri Bakanı; “Misafir ettiğimiz Suriyeliler yüz akımızdır. Türkiye’ye yük falan değildir. Rahmet ve bereketi vardır. Ben Türkiye’nin 81 iline giden, neyin ne olduğunu bilen bir kardeşiniz olarak söylüyorum. 50 yıl- 100 yıl sonra büyük faydaları olacak” dedi.

Bu arada yönetim katından; “Bizim işimiz hem insani hem İslami” diyenler oldu. Bu sözü söyleyenler için sosyolojik resim ılımlı ve olumlu olsa da hem açıklamak, hem de alan açmak adına sormak gerekir! Misal “liyakat, ehliyet, adalet” kavramları bu tanımlar içinde ne kadar yer almaktadır?

Yine 17 yıllık AKP iktidarında 450 milyar doları bulan dış borç birikmişken, ihracat rakamları ortada boynu bükük dolaşırken, ülkemizde rayından çıkan sadece trenler ve hızlı trenler değilken, pek çok alanda rayından çıkanların başında karma eğitimden uzaklaşmak varken 100 yıl sonra kadın üniversitesine yeşil ışık yakılması ne anlama gelmektedir?

Adına dava şuuru, kutlu dava, kutlu yürüyüş, 2023 ruhu diye diye 17 yıldır duyduğumuz aynı sesi, ülkenin dağına, taşına, yerine göğüne yansıyan aynı bağıran sesi hala ilk günkü gibi dikkat ve huşu içinde dinleyenlerin, ben bilmem büyüklerim bilir diyenlerin olup bitene en ufak bir itirazı yok mudur?

Durup dururken nereden mi geldim bu konulara derseniz? Ha çok da durup dururken değil hesaplı kitaplı adımlar atıldığını görünce bilhassa geldim der, birkaç saptamayla devam ederiz.

Tarihin en yüksek seviyelerindeki işsizlik bi yana. (işsiz sayısının 8.5 milyona dayandığı söyleniyor) Başta Suriyeliler olmak üzere Afgan, Pakistanlı, Bangladeşli, Iraklı, Kazak, Özbek, Afrika kıtalı zorunlu konuklarımız her yana…

Yine yerel yönetimlere bir virüs gibi bulaşan; damattan kuzene, baldızdan kayınçoya, oğuldan kıza, eşten enişteye, yeğenden bacanağa uzanan icraat ve atamalarıyla gündem yaratan belediye başkanları bi yana…

Devletin; dershane sahibi milli eğitim bakanı, hastane sahibi sağlık bakanı, turizmci turizm bakanıyla işletme mantığıyla yönetilmesi ne yana? Sağlık bakanının kurucusu olduğu üniversitenin 7 yılda varlığını 64’e katlaması her yana! Hele de Ankara Gar ve 555 bin metrekarelik AOÇ’nin arazisinin onun üniversitesine verilmesi tüm vicdanlara…

Adına üç beş ağaç denilerek, ülkenin en güzel ormanlarına bir bir kıyılmasına, ranta açılmasına, bin bir emekle oluşturulan alanların çöle ve betona dönüştürülmesine göz yumanlar bi yana! Bunlara karşı yarınları savunanlar, bunun için mücadele verenler, bu sorunu öncelikli görenler ne yana!

Şimdi konuyu iki soruyla masaya yatırmak zamanıdır! Tüm bunlar olup biterken olan yüzlerce yıllık gelenekleri ve tarihi değerleri olan kurumlarımıza olmuyor mu? Ülkemizin geleceği kadar, çocuklarımızın yarınları da harcanmıyor mu?

Yanıtı beklemeden verirsek; Bunu yapanlarla, hayır diyenler arasındaki dinmeyen sızı farkı derindir, derinlerdedir ve hazin gerçek budur.

Gelelim bir başka kanayan yaramıza: Şehir Hastaneleri…

CB’nın “zirve” diye tanımladığı, Ankara’da 13 köklü devlet hastanesinin feda edilerek yapılan bu en büyük hastanelerde; Doktorlar 5 buçuk km yürüyerek hastalarına bakıyor, golf arabalı, cincır araçlı, elektrikli bisikletli, çalışmayan asansörlü, yürümeyen merdivenli bu hastaneleri yetkililer; “biz yaptık!” diye övünüyor! Yine bir gecede yapılan ve adına “uçan profesör” denilen kadrolarla bilimsellik bir kenara itiliyor, çalışmalar yara yarıya azalıyor, ekip çalışması bozuluyor. Başkentin mimarisini, tarihini kent belleğini simgeleyen, Avrupa’nın en büyük şehir hastanesi sloganıyla açılan bu kurumlarda yürüyen merdivenlerin yürümemesi bir yana, devletin
kendi arazisinde kiracı olduğu Bilkent Şehir Hastanesi’nde özel sektöre ödenen kira oranı ticari sır olduğu için açıklanmıyor. Yani işini yürüten yürütüyor!

Bütün bunlardan sonra sorulacak soru şu mudur? Bu başarıya imza atanlar, övünmekle dövünmek arasında nerede mevzi alıyor?