Düşünebiliyor musunuz? Ben düşünemiyorum…

Bunları niçin yazarak, sorarak, paylaşarak değerli vaktinizi alıyorum. Çünkü bize çocukluk, gençlik ve öğrencilik yıllarımızda dikkatimizi, idrakimizi...

Bunları niçin yazarak, sorarak, paylaşarak değerli vaktinizi alıyorum. Çünkü bize çocukluk, gençlik ve öğrencilik yıllarımızda dikkatimizi, idrakimizi, aklımızı, vicdanımızı unutmamamızı öğrettiler! Her ne kadar yüksek tepelerden; “Medyaya sesleniyorum, yayınlarınızı kesintiye uğratın, yoksa milleti çileden çıkaracaksınız!” deniyorsa da annelerimizin bizim kulağımızdan çıkmayan; “helal etmemleri, ayılıp bayılmaları, ölümü görleri, büyük yeminleri, ağıt yakmaları” hala çok taze ve geçerlidir bir. Ayrıca genel ve geçerli kuraldır, hiçbir entelektüel dertsiz tasasız olamaz iki. Biz “gündem olmadığı için ve masraf olmasın diye” meclisini açmayan İsviçre’de yaşamıyoruz üç!

Siz bilerek ve isteyerek dertleri üstleniyorsanız, cumhuriyeti bir kimlik kartı gibi taşıyorsanız, kurtuluşun- kuruluşun tüm evrelerini unutmuyorsanız, cumhuriyetin kültür, yenilikçilik, öncülük, okuma, sorgulama olduğunu da unutmazsınız. O nedenledir ki Şeker Fabrikalarının satışı size ülkenin geçmişinin, geleceğinin satılması, yok edilmesi gibi gelir, bıkıp usanmadan yazıp durursunuz…
Sonrada gece gündüz nereye mi sorusuna cevap arar, basit ve kısa yanıtlar verirsiniz. Geriye dönüşü olmayan bir yere…

Efendim! Dünya Bankası; Türkiye’yi, neden olduğu çevre kirliliği, yatırım azlığı, doğal kaynakları har vurup harman savurmadaki başarısı(!), teknolojik yatırım azlığı gibi konularda Uruguay’ın gerisinde yer vererek 14. sıraya yerleştirdi. Yani yatırımdaki yerimiz bu!

Dünya Bankası bu kararı verirken ve cümle aleme ilan ederken, biz neyle meşgul olmuşuz? Şöyle bir bakınca, CB’nın tavsiyesine uyarak bıyık bırakan valileri görüp nelerle meşgul olduğumuzu net ve açık olarak anlarız! Böylece eloğlu bizi değerlendirirken ve alt sıralara yerleştirirken bizde emir hem demiri kesmiş, hem koltuğu garantiye almış, hem tipi değiştirmiş, hem de görev süresini uzatmış! Emir esaslı bıyık modasına şimdilik Diyarbakır, Batman, Elazığ, Siirt, Tunceli, Bingöl valileri uymuş. Hayırlara vesile olur inşallah…
Baştan söyleyeyim bu yazı bilinen gerçekleri bir kez daha sizlerle paylaşmak için yazıldığından uzayacak! Uzatmamak için zorlanmaktayım ama, gerçekler bu kadarla sınırlı değil, dahası var.

Örneğin 4 yılda 74 ülkeye 76 gezi düzenleyen ve bu gezilere 7262 bürokratın katıldığını açıklayan Ekonomi Bakanlığı, maliyeti açıklamamış! İyi de etmiş. Ne gerek var bilmemize…

Sözcü’den Murat Muratoğlu yazdı öğrendik! Beyaz Saray’dan 6 kat, Kremlin Sarayı’ndan 12 kat, Vatikan’dan 7 kat daha büyük olan Külliye’nin garajında 2 limuzin, 14 zırhlı araç, 28 adet 4x4 cip, 30 motosiklet, 6 ambülans, 2 itfaiye aracı, 83 Volkswagen, 33 Mercedes, 10 Audi marka araç varmış. Yetmemiş bu yıl saray taşıt bütçesi olarak 108 milyon lira daha ayrılmış.
Şimdi sırada iyi, güzel, şahane, müjdeli, iç açan ve hoş bir haber daha var! Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Emre Kongar “e.devlete” girince, anneannesinin annesinin hala sağ olduğunu öğrenmiş. 1855 doğumlu olan Rukiye Şerife hanımın hala yaşıyor olmasına ailece çok sevinmişler! Eyyy e.devlet sen nelere kadirsin demişler!

E.devletimiz bize yıllar önce yitirdiğimiz aile büyüklerinin sağ olduğu müjdesini verince insanın aklına geliyor doğrusu. Madem ülkemizde kadın bunca değerli ve devlet eliyle asırlar boyu ve upuzun yaşatılıyor! O halde dizilerde kadına biçilen roller niye yanlı ve yanlış!

Niye anlı şanlı dizilerin pek çoğunda kadın; ya anne, ya çok narin, ya da uysal tipler olarak ele alınıyor? Kadın gibi olmak, erkek gibi olmak gibi cinsiyetçi kalıplar sık sık öne sürülüp, göze sokuluyor? Neden kadınlar uysal, erkekler agresif olarak tanımlanıyor ve bu durum iltifat kabul ediliyor? Neden kadın rolleri yüzde 20 ile sınırlanırken erkek rolleri yüzde 82’ye dayanıyor?

Bunun yanıtı şu olabilir mi? Ülkemizde 10 kadından üçü iş hayatında ise, genç kadın işsizliği AB ortalamasının 2 katına çıkmışsa, sendikalaşma oranı yüzde 6 dolayında ise, kadınların başı şiddetle, işsizlikle, eğitimsizlik, baskı ve tacizle dertte ise bu durum dizilere yansır…

Yine kadın cinayetlerinde rekora doymuyorsak, 2017 ortalaması 409 kadının ölümü olarak hesaplanmışsa! Yıllık artış hızı; 2013 yılında 237 kadın, 2014 yılında 294 kadın, 2015 yılında 303 kadın, 2016 yılında 328 kadın, 2017 yılında 409 kadın cinayeti olarak kayıtlara geçmişse! “Baayan ve hanım kardeşlerimiz!” için her alanda eşitlik sözü efsane olarak kalır…
3 milyona yakın kadın işsizse, 17 bine yakın kız çocuğu doğum yapmışsa, yoksulluk en çok kadını vuruyorsa, kadın istihdamı AB ve OECD ortalamasının çok altında ise, yönetim hala giysilerin boyu, yakaların ve saçın açıklığıyla ilgileniyorsa! Cevapsız sorular ardı ardına sıralanır. Yoksa? Yoksadan sonrasını yazmak zor…

İyisi mi daha fazla uzatmadan, okuduğum andan beri gözyaşlarımı tutamadğım bir taziye ziyaretiyle noktayı koyayım!

“Afrin’deki çatışmada şehit düşen bir Mehmetçiğin evine ziyarete gittik. Şehidin 5 yaşındaki kızı elinde mavi bir balonla oynuyor, sadece onunla meşgul oluyor ve kimseye vermiyordu. “Beraber oynayalım mı?” dedim. Durdu. “Olmaz, patlarsa ölürüm” dedi. Şaşırdım. “Patlarsa sana binlerce balon alırım” dedim. Küçük kızın cevabı sözün bittiği yerdi. “Babam şişirdi bu balonu. Bunun içinde onun nefesi var.”
5 yaşındaki kız çocuğunun yüreğine düşen acının dışa vurumu olan ve dağı taşı inleten bu cevap için devletlular, şevketlular, haşmetlular ne düşünür acep?