Pazar Arabaları!

Tam da kendime mavi- bordo puanlı, şık ve alımlı, hem de son moda bir “Pazar Arabası” almışken olanlara bakın! Şimdi kalkıp da 1 dilim karpuzun, 100 gram...

Tam da kendime mavi- bordo puanlı, şık ve alımlı, hem de son moda bir “Pazar Arabası” almışken olanlara bakın! Şimdi kalkıp da 1 dilim karpuzun, 100 gram biberin, taneyle patatesin arabası mı olur demez misiniz?

Yurttaş artık çarşı pazara Pazar Arabasıyla değil, poşetle gidiyor, kilo yerine taneyi tercih ediyor. Pazarcı iş yapamamaktan, bağırmaktan sesinin kısılmasından, bu performansın(!) hiç bir işe yaramadığından, malların elinde kaldığından dert yanıyor.

Mutfaktan ve bütçeden sorumlu kadınlar; pahalılıktan, kilo döneminin bittiğinden, meyvayı unuttuklarından, en ucuz olana yöneldiklerinden, soğan- patatese bile hasret kaldıklarından, yemeklere artık yarım soğan az patates koymaktan söz ediyor.

Şimdi Pazar yerinden manzaralara bakalım!

Yıllardır gittiğim Pazartesi günleri kurulan pazarda 25 yıldır pazarcılık yapan hemşerim Osman Yıldız’la konuşuyorum, elini yüzündeki derin çizgilerde gezdirerek; “Abla sen beni yıllardır tanırsın hiç bu kadar çöktüğümü gördün mü? Hal’den aldığım fiyatın üstüne çok az koymama rağmen yine elimde kalıyor mallar, aldığım malı satamıyorum, müşteri bana bakıyor, tezgaha bakıyor, cüzdanına bakıyor, düşünüyor, zihninden geçenler yüzüne yansıyor dayanamıyorum! Kilodan taneye geçiş beni çok yaralıyor. Eskiden 50 liraya pazar arabası dolardı, şimdi torba dolmuyor. Evi geçindiremiyorum, bu gidişle pazarcılığı bırakacağım. Türkülerde kaldığını düşündüğüm; “yiğit muhtaç olmuş kuru soğana” sözü 2019 Türkiye’sine yakışıyor mu? Bu ne böyle?”

Bir yandan Osman’ın anlattıkları dinliyor, diğer yandan çevreye göz atıyorum. Elinde filesiyle emekli, omuzunda çantasıyla memur, kucağında bebesiyle anne, evden getirdiği poşetlerle fiyatlara bakınanlar pazarı bir boydan bir boya etiketlere bakarak dolaşıyorlar. Pazarcı esnafı hep bir ağızdan bağırıyor; “Bal yerine portakal ye! Ispanak demir yapar unutma! Akşam pazarı bu ne alırsan 5 lira! Çoluk çocuk bayram etsin mandalin götür eve!”

Emekli elindeki boş fileye, ağlayan bebeğini susturmaya çalışan anne elindeki paraya, evden binbir zahmetle katlayıp getirdiği boş poşetlere bakan kadın bağıran esnafa ve eli boş insanlar birbirine bakıp duruyor. Kimbilir akıllarından ne geçiyor? Ya da neyi özlüyor bu insanlar? Kopup geldikleri topraklarını mı, bırakıp geldikleri köylerini mi, fiyatlara bakmadan alış veriş yaptıkları eski bolluk günlerini mi, eve ne götürüceklerini mi, akşam sofraya ne koyacaklarını mı? Belki hepsini…

Biber, domates, soğan tezgahının başında uzun uzun düşündükten sonra kilosu 10 lira olan kuru soğandan beş adet, kilosu 9 lira olan dolmalık biberden dört tane, kilosu 8 lira olan domatesten üç adet alan kadına pazarcı sesleniyor; “Teyze bu kadar mı? Bununla ne pişer, anlat biz de bilek!” kadın anında cevabı yapıştırıyor. “Ağzımızın payını aldık evladım! Boyumuzun ölçüsünü aldık çocuğum! Artık böyle tane işi, bundan böyle pazar arabasıyla gelmemeye karar verdim, içini dolduramadıktan sonra ne gereği var, boş arabayla dolanmanın, ele güne rezil olmanın!”

Pazarın orta yerinde duyduklarımı unutmamak için kendi kendime tekrar ederken, uzaktan bir başka kadının şu sözleri duyuluyor; “Eskiden yemeğe soğan doğrarken gözlerim yaşarırdı, şimdi koyamadığım için yaşarıyor!” Bu söz hapsettiğim gözyaşlarım için son nokta oluyor, onları özgür bırakarak eve dönerken, gözpınarlarımda pusuya yatan gözyaşlarımın çoktan sel olup aktığını görüyorum...

Memleket toprakları bunu da mı gördü dedirten, işte Yeni Türkiye’nin yeni halleri dedirten bu feryat karşısında dona kalıyorum. İnsanın içini acıtacak değil, kanatacak kıvamdaki bu itiraf da bir şey anlatmıyorsa bu ülkenin yöneticilerine! Bu ülkenin yazarı çizeri ne anlatsa boş, ne yazsa gereksiz diyorum.

Bilgi notu: Madem pazardan girdik, tanzimden çıkalım! Duyduk duymadık demeyin! Seçimlerden önce başlatılan, adına da “varlık ve bollluk kuyrukları” denilen ithal patates- soğan tanzim satış çadırları, seçimlerden hemen sonra büyük ölçüde kaldırılmış.

Yazıyı sorularla bitirirsek! Politik iklim sertleştikçe, kavgadan beslenenler barış dilinden uzaklaştıkça, birileri gece gündüz, yatsı imsak, karada, havada seçimleri itibarsızlaştırmaya çalıştıkça, dış dünyadaki güven sorununun arttığını ve bu durumun siyasi krizlere zemin hazırladığını biliyor mu?

Günübirlik siyasetle uğraşmanın bu ülkeye zaman kaybettirdiği, halkın gerçek gündemi olan mutfaktaki yangının gözardı edilmesinin daha büyük sıkıntılara yol açtığı, adı ister çırpınış, ister talimat, ister hazımsızlık olsa da bunun adını koymak gerektiği düşünülüyor mu?

Daha doğrusu halkın hemen ve acilen; iş, aş, huzur ve hizmet istediği unutuluyor mu?