Geçmişi okuyup şimdiye razı olmak

En akıllı geçinenimiz bile an geliyor, başlıyor saçma sapan konuşmaya, yazmaya. Neticede insanız ama kaderimiz bu olamaz. Medya elbette özgürlük isteyecek...

En akıllı geçinenimiz bile an geliyor, başlıyor saçma sapan konuşmaya, yazmaya. Neticede insanız ama kaderimiz bu olamaz.

Medya elbette özgürlük isteyecek, hapistekileri Allah kurtarsın, hapiste olmayıp zihinlerini tutsak etmişleri de kurtarsın, onlar da özgürlük istesinler. Geçenlerde sabah sabah eskilerden biri radyoda manifestosunu okudu, 'artık ulus devlet yok, dünya değişiyor, başka bir dünya' gibi malum laflar.

İyi de bu lafları, hayatını birinci sahifesinde bayrak sallandıran gazetede kazanmış adam söyleyince insanın içi burkuluyor, bunca zaman niye söylemedi, yeni mi dank etti ya da fark etmedi mi diye! Hala samimiyetsizlikten medet ummak nasıl bir şey Yarabbim.

Medya eleştirmek güç bir iş, doğrusu kime ne faydası var o da meçhul. Yazana zararı var o belli. Hem özgürlük isteyip sonra eleştireni eleştiren, hucuma geçen gerçeklerden çok korkan ama gerçeğin peşinde olması gereken bir yer medya.

Değerli insanların fikirlerini beğenelim beğenmeyelim, hunharca yok edildiği, çapsızlığa çokça yer veren bir yer oldu. Öyle ki keskin sirke gibi küpüne zarar verdi, söylediğimizin hepsi bu. Kudurucak bir durum yok.

Sosyal medya ise, Twitter hesaplarında iki kelimeyi bir araya getiremez halde ünlülerle dolu.

Hele bu günlerde ne deseler, ne yapsalar artık kabahat. Haklı kaygılar içinde can derdinde insanlarla susmak yerine, didişmeye kalkmak kendi bilecekleri bir iş ama öfkeyi zorluyorlar. Bunu yazana da kudurukluk etmeye gerek yok.

Kendilerini zengin eden halkın aptallıklarının gerisinde kaldılar, özeti bu.

Fark etmemeleri acıklı. Öte yandan bu tabii çok iyi, toplumsal bir gelişmeyi gösteriyor. Teselliye bakar mısınız... Olsun, züğürt tesellisine şükürler olsun.

Halkımızın, devletinden sosyal devlet olmayı beklerken, size borç verelim veya birbirinize yardım edin nasihatları alınca "Para isteme benden buz gibi soğurum senden" halinde olması açık ve net ortada değil mi? Bu da bir gelişme ona da şükürler olsun.

Zaten sorun çok yönlü, bir başka pandemi daha var (Pek çok ülkede olduğu gibi) beynimizin derinlerine yerleştirilmiş, nice doğru bildiğimiz yanlışlar ortamlarını bulunca en akıllı zihinlerde bile nasılda aktive oluyorlar. Yazık değil mi bizlere ve nasıl arınacağız bunca pislik ve günahtan?

En sık rastlananı yeşilçam övgüleridir mesela, ne sinemaydı be, ahh ahh Türkan Şoray’ın Tamba Tumba dansını Natalia Makarova seyretti mi acaba, en büyüğüz en…

Ve sonuçta, apartma diziden Otis doktor, Dr. House’dan şifa bulma günlerine geldik, hala öykünüyoruz... Hiç mi iyi dansçı, kahraman doktor çıkmadı da aramızdan ‘biz bize fikren ve yürekten yetemedik’ ve bunları taklit etmekten bir türlü kendimiz olmaya vaktimiz olmadı.

Soğuk savaş böyle bir şeydir, kültür alanında da insanın beynini dondurur kendini bir halt zanneden başkalarının gölgeleri yaratır ve klonlandığını fark etmezsin. Fark edip uyaranlara bırakın teşekkürü, kızmanın ve çemkirmenin ne aklı ne terbiyesi yoksa ne yapacağız? Üzüleceğiz.

Doğru bildiğimiz yanlışlar o kadar çok ki, tarihimizden günümüze.

Ve bilmediklerimiz veya bilip kabul etmediklerimiz, yüzleşemediklerimiz, örtbas ettiklerimiz.

Belki bu yüzden arınamıyoruz bir türlü. Oysa arındırmayan sanat, dizi, kamu yayıncılığı olur mu, arabesk kamu spotlarıyla halledilecek bir şey değil umut vermek.

Mesela, Harrods mağazasının kamu spotunu izleyin, nasıl umut veriyor görün, illa öykünecekseniz...

Bu salgın günlerinde teselli ararken Prof. Dr. Hikmet Özdemir’in ‘Salgın Hastalıklardan Ölümler‘ 1914-1918 kitabı (2005) imdadıma yetişti.

Kitapta bir ordunun, milletin yanlız savaş değil hastalıkla imtihanını okurken insan olup hüzünlenmemek elde mi.

Sevgi, yaşanmamış gençlikler, fedakarlık, hasret, çaresizlik, yoksulluk, yüzlerce yıllık cehalet, terk edilmişliğe rağmen vatanseverlik, aidiyet, birlik ve beraberlik ve yanlızlık hep bu kitabın hüznüne dahil.

Güzel, değerli sözler söylenmeyeli çok oldu, hepsine hasretiz.

Sayın Prof. Hikmet Özdemir, bu araştırmasında 20. yy. tarihimizdeki çok acılı anların tespitini yapmış, adeta o günlerin ‘içine girmiş, onlarla yürümüş‘. O günlerin fedakar cefakar insanlarına ve elbette başta şehitlerimize hepimizin borcunu, o günleri hatırlatan bu eserle ödemiş. Emeği geçenler adeta helallik almışlar geçmişten.

Zihnine, yüreğine, kalemine sağlık, çalışma arkadaşlarının ellerine sağlık.

Tarih Kurumu bu yayını ile önemli çok önemli bir yapıta vesile olmuş.

Umarım okumak isteyenler kitabı bulabilirler zira 1500 adet basılmış.

Ben okuyarak hüzünlendim, arındım.

Geçmişimizin isimleri unutulmuş, silinmiş gölgeleri acılarıyla bu kitapta.

Üstelik savaş zamanı, onların salgın hastalık ve ölümler karşısındaki cesaret ve kararlılılarını okuyup şimdiye razı oldum.

Ölüm ve sıtma meselesi galiba hiç değişmiyor insanlıkta.

Saygıyla kayda geçsin efendim.