“Sultanizm hesap vermez” ama nereye kadar?

ar. Altılı Masa ve etrafında bir araya gelecek diğer partiler, sivil toplum parlamento çoğunluğunu da cumhurbaşkanlığını da kazanacaktır. Hep söylediğim gibi yeter ki aralarındaki rekabetin dozajını iyi ayarlasınlar ve hata yapmasınlar. Türkiye için kritik bir seçimde hassas ve dikkatli olsunlar

Hatırlayalım… 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde Ekrem İmamoğlu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi. AK Parti ve küçük ortağı bu sonucu beğenmedi! Yeniden seçime gidildi haziranda ve Ekrem İmamoğlu bu kez çok açık farkla bir daha seçildi. İktidarın başındaki Erdoğan bu sonucu hazmedemedi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yetkilerini tırpanladı. Galata Kulesi’ni belediyeden koparmaya kadar götürdü işi.

HUKUK MU GUGUK MU?

Gelelim bu günlere… Yetmedi, İmamoğlu, İçişleri Bakanı Soylu ile girdiği polemikte sarf ettiği ve hakaret bile sayılamayacak (küfür değil) bir sözcük yüzünden siyasi yasaklı hale getirildi. Neden? Cumhurbaşkanı adayı olma olasılığı ortadan kalksın! Altılı Masa’da deprem olsun! İstinaf, Yargıtay… Bunları geçelim… Dava görülürken hakimi değişen bir süreçte perşembenin gelişi çarşambadan bellidir. Bu karardan iktidarın beklentisi şudur: Nasılsa karar kesinleşir diye Altılı Masa İmamoğlu’nu artık aday gösteremez (Bekletilir bekletilir ve başka bir aday resmileştikten sonra da bir de bakmışşınız karar bozulmuş! Bu da olabilir). 2)Altılı Masa, bu kararla gerilir, aday tartışması alevlenir ve belki de masadan çoklu aday kararı çıkar!

Ayıptır! İki defa yeniliyorsunuz, tırpanlamalar da cabası ve şimdi de hakim teminatını ayaklar altına alıp istediğiniz kararı aldırana kadar hakim değiştiriyor ve İmamoğlu’nu bertaraf ediyorsunuz! Aklınız sıra bir taşla iki kuş vurmak istiyorsunuz! Hem İmamoğlu ekarte edilecek hem de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına çökmek istiyorsunuz! Genel seçimler için bunu bir avantaja çevirmek istiyorsunuz!

Bitmedi! Bir de üstüne üstlük İçişleri Bakanlığı, savcılığa rapor verip ‘terör’ soruşturması açılması için harekete geçiyor! Sözde ‘terör’ ile iltisaklı personel çalıştırıldığı ispatlanıp İmamoğlu’na da onları işe alması üzerinden siyasi yasaklı hale getirilmek istendiği dava kararı kesinleşmeden görevden el çektirilmek isteniyor! Devletin güvenlik soruşturmasından geçerek işe alınan personelden ‘terörist’ çıkarma girişimi de ne oluyor?

Hukuk mu guguk mu şimdi bu? Yine başa dönüp hatırlayalım… 31 Mart’ta İstanbul Büyükşehir seçimini iptal ediyorsunuz, ama eş zamanlı yapılan seçimdeki diğer oyları; ilçe belediye başkanlığı, meclis üyeliği seçimleri için kullanılan oyları iptal etmiyorsunuz! Hesap şu: Yeniden alamasak da Büyükşehir’i, meclis çoğunluğu ve kazandığımız ilçe belediyeleri bizde kalsın! Ne olur ne olmaz, bu sefer çok farklı kazanırlarsa bazı ilçe belediyelerimiz de, Büyükşehir’deki meclis çoğunluğu da elimizden gidebilir!

Ne güzel hukuk değil mi? Buna hukuk değil guguk denir!

SULTANİZMİN BÜTÜN ÖZELLİKLERİ ERDOĞAN'DA CİSİMLEŞTİ

Peki bütün bunlar nasıl olabiliyor? ‘Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’ adı altında kararname yetkisi de olan bir “tek adam rejimi” kurulmuşsa olabilir… Hem de daha neler neler olabilir!.. 2015 Haziran genel seçimlerinde de tek başına iktidardan düşünce istikşafi görüşmelerle süreyi tamamlattırıp yeniden seçime gitmemiş miydi Erdoğan? “Davutoğlu hükümeti kuramıyor, bir de siz deneyin” demiş miydi Kılıçdaroğlu’na ikinci büyük partinin genel başkanı olarak?

Başkanlık sistemini Özal da, Demirel de düşündü ama hayata geçiremedi. Prof. Ersin Kalaycıoğlu’nun dediği gibi, “Erdoğan yaptı. Sonuçta ortaya modern kılıklı geleneksel bir rejim, neo-patrimonyal sultanizm çıktı.”

Özal veya Demirel başkanlık sistemini hayata geçirebilseydi “sultanizme” yönelirler miydi? Kanımca Erdoğan gibi olmazlardı. En azından şimdikine göre çok daha güçlü bir kamuoyu ve “dördüncü kuvvet” olurdu ve müsaade etmezdi onlar yönelse bile…

Prof. Kalaycıoğlu, 1 Kasım 2021’de, bir yılı aşkın süre önce Cumhuriyet’ten İpek Özbey’e verdiği “Sultanizm Hesap Vermez” başlıklı röportajda bakın “Sultanizm” kavramına nasıl açıklık getiriyor:

“Sultanizmin beş özelliği var, beşi de Türkiye’de mevcut. Birincisi kuvvetler ayrılığının tersi olarak hükümet ve devlet arasındaki farkların bulanıklaşması. Yasamanın hiçbir etkinliğinin olmaması, iktidar partisinin hem hükümete hem de devlete hakim olmasıyla bir tür parti devletinin oluşması… İkincisi, kişiselliğin yönetim üslubuna egemen olması, kurumların kıymetinin olmayışı… Üçüncüsü mevcut anayasa, yasa ve genel olarak her kuralın seçici olarak uygulanması veya yönetimde hiç kaale alınmaması. Dördüncüsü çoğulculuğun ortadan kaldırılarak devlet ve liderin sınırsız iktidarının kurulması. Beşincisi ekonominin kurallarının çarpıtılarak ahbap çavuş ekonomisi halinde işlemesi.” (1 Kasım 2021, Cumhuriyet)

Ersin Hoca bir yıl önce ne demişse hem siyasi hem ekonomik süreçlerin pratiğinde yaşıyor Türkiye. Ekonomi, “tek adam”ın kararlarıyla tepetaklak durumda. Türkiye’de barınma sorunu ilk kez bu kadar yurttaşı adeta yakıp kavuruyor. Hayat pahalılığı-enflasyon-genç işsizlik çilesi yaşanıyor. Yürütme erkini elinde bulunduran Cumhurbaşkanı Erdoğan ne derse o oluyor. AK Parti hükümeti devleti kuşatmış durumda. Hükümet de devlet de Erdoğan demek. Demokrasinin ve hukukun alanını “demokratik hukuk devleti” koşullarında iktidara gelerek bir daha iktidardan hiç gitmemek için iyice daraltmak; eğip bükerek işine geldiği gibi yorumlamak ve uygulamak işte ancak otoriter-sultanist bir yaklaşımın ürünü olabilir. R. T. Erdoğan ve AK Parti ile ilgili olarak zaman zaman “yurdum insanı-yurdum partisi” yakıştırmasını yaptım. Biraz da oraya doğru yaklaşın demekti bu… Çünkü “ihvanlaşma” eğilimi hortlamaya, “yurdum” alanından uzaklaşmaya başlamıştı. Demokrasinin alanını bu kadar daraltan, hukuku bu kadar zorlayan AK Parti’ye “yurdum partisi”, Erdoğan’a “yurdum insanı” demek için bin şahit gerek! Seçim yaklaşırken karşınızda en güçlü gördüğünüz adayı sandıkta yarışmamak için diskalifiye ediyorsunuz!

ARTIK SEÇENEK VAR SEÇMEN DEĞİŞİYOR

Ne var ki bütün bunlar nafile çabalar… Muhalefetin “oyuncusu” çok, birisini sakatlarsınız, başkası devreye girer. Onu da sakatlarsanız bir başkası… İktidar ise dikiş tutacak gibi değil… Adeta “çürüyen diş, dökülen et”… Şimdi değişim iklimine girildi. Seçenek varsa, seçmen Türkiye’de değişikliğe, denemeye teşne. Bakın 1983-1987’de Özal’ın ANAP’ı, 1991’de Demirel’in DYP’si, 1995’te Erbakan’ın RP’si, 1999’da Ecevit’in DSP’si seçimden birinci parti çıktı ve hükümet kurdu tek başına veya koalisyonla. AK Parti’nin de DSP’den sonra genel seçimde birinci parti çıkmasında değişiklik arzusunun payı yok denemez. AK Parti, 2015 ve 2018 genel seçimlerinde de iktidarını koruduysa, bunun nedeni karşısında adamakıllı bir seçeneğin oluşmamış olmasıdır.

Bu kez artık seçenek var. Altılı Masa ve etrafında bir araya gelecek diğer partiler, sivil toplum parlamento çoğunluğunu da cumhurbaşkanlığını da kazanacaktır. Hep söylediğim gibi yeter ki aralarındaki rekabetin dozajını iyi ayarlasınlar ve hata yapmasınlar. Türkiye için kritik bir seçimde hassas ve dikkatli olsunlar. Seçmenle asla inatlaşmasınlar. Milletvekili seçim listelerinde de nitelik ve temsil gücünü önemsesinler. En iyileri doldursunlar aday listelerine… Çünkü bu listeler ister istemez eş zamanlı yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimini de etkileyecektir.

Etiketler
Altılı masa Cumhurbaşkanlığı Seçim Türkiye