Şam-Ankara zirvesi Suriye’nin toprak bütünlüğünü-siyasi birliğini sağlamaya yeter mi?

Yanlış Suriye politikasının bu bakımdan da ivedilikle terk edilmesi gerekir. Türkiye’nin onca yumuşak güç olanakları ve caydırıcı askeri gücü varken vekalet savaşını tercihi ise maalesef güvenilirliğini de sarsmıştır. Suriye örneği ortadayken kim Erdoğan ile rahat ve güvenli bir ilişkiye girebilir?

Yaklaşık iki hafta önce kaleme aldığım “Ankara-Şam zirvesi 2023’ün ikinci yarısında” başlıklı yazıda Erdoğan’ın başında olduğu AK Parti hükümetlerinin yanlış Suriye politikasının vahim bir tablo oluşturan sonuçlarını ortaya koymuş ve ilişkilerin nereden nereye geldiğine değinerek konuya devam edeceğimi belirtmiştim.

Bu defa maddeler halinde Suriye’deki durumu, Şam ile üst düzeyde ve çabuk diyalog arayan Erdoğan’ın 11 yıl sonraki U dönüşünü, Esad’ın buna nasıl baktığını, BM kararları doğrultusunda gelişmelerin olabilmesi için Suriye’deki yabancı güçlerin pozisyonunu; son derece karmaşık ve kompleks bir atmosferde Suriye’nin normalleşmesinin hiç de kolay olmayan realizasyonu üzerinde duracağım.

SURİYE’DE ABD-RUSYA DA KARŞI KARŞIYA

1)ABD, Rusya’yı kuşatma stratejisinde bir NATO üyesi olan Türkiye’nin mutlaka yanında yer almasını istiyor. Türkiye ise NATO üyesi olmakla birlikte “NATO’nun güncel baş düşmanı” Rusya Federasyonu ile dost ve partner... Türkiye, Rusya ile tam olarak stratejik olmasa da oynak-esnek bir tür stratejik ilişki içinde. Karadeniz, Azerbaycan, Suriye gibi alanlarda Türkiye, çıkarlarını NATO üyesi ABD’nin değil, Rusya’nın paralelinde yer almakta görüyor. Bu tablo, Suriye’nin kuzeyindeki garnizon devlete dönüştürülmek istenen aparatların bertaraf edilmesinin ve Türkiye’nin uzun güney sınırlarındaki güvenlik riskinin sıfırlanmasının çok çetin bir sürece gebe olduğunu gösteriyor.

ESAD, ESED VE YENİDEN ESAD

2)Astana süreci: Bir yerden sonra Erdoğan’ın “Esed” rejiminden kurtulma fikri akamete uğradı ve Astana süreci de bunu bir teyit etti. Suriye muhalefetinin Rusya’nın desteğiyle rejim güçlerince Halep’ten çıkarılması da bu bağlamda bir kırılma oluşturdu. Türkiye, Rusya ve İran’ın Astana süreci çatışmasızlık bölgeleri üzerinden iç savaşın kontrol altına alınmasını ve giderek sonlandırılmasını ön görürken bir yandan da siyasi çözüm sürecinin başlatılmasını öngörüyordu. Bu süreçte Ankara muhalefeti kontrol ederken, Moskova ve Tahran da rejim güçlerini kontrol etme misyonunu paylaştı.

3)Erdoğan’ın “Esed”den yeniden “Esad” moduna geçmesinde Putin’in duruşu da belirleyici unsurlardan birisi… Putin’in Soçi zirvesindeki “Mümkün olduğunca sorunları rejimle birlikte çözme yoluna gitmeniz çok isabetli olur” yaklaşımını Erdoğan benimsemiş gözüküyor. Ancak Ankara-Şam ilişkilerinin seçim sürecinde Erdoğan tarafından hızlanmasına karşı Esad’dan temkinli ve süreci seçim sonrasına taşıma yaklaşımı görülüyor. Her ne olursa olsun, Türkiye’de iktidar değişse de değişmese de Ankara-Şam arasındaki ilişkiler çatışmasızlık ve siyasi çözüm ekseninde çetin ve sancılı yürüyecek. Rusya’nın tavrı ise bu noktada belirleyici olacak. Yine de belirtmek gerekir ki şimdiden Türkiye ve Suriye arasındaki ilişkiler farklı bir noktaya sıçramıştır.

ÇOK BİLİNMEYENLİ BİR DENKLEM

4)Ankara, resmi olarak Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini savunuyor. Bunu savunmaya en azından kendisine ters düşmemek ve güneydeki uzun sınırlarının esenliği için ihtiyacı var. Bu çerçevede Ankara ve Şam’ın uzlaşma zemini var. Aslında ABD’nin ve “kara gücü”nü, Suriye’nin kuzeyindeki silahlı gücünün bertaraf edilmesi-oradaki unsurların silah bırakışması iki başkent arasındaki uzlaşmayı ve anlaşmayı çok kolaylaştıracak. Zaten kenarda duran ve geçmişte değerli bir zemin olan Adana Mutabakatı var. Onun üzerinden hareket edilerek güncellemelerle barış ve istikrar için, normalleşme ve anlaşma için yakalanabilir. Rusya da Adana Mutabakatı’na olumlu yaklaşıyor ve hatta rol çalıp Ankara’ya hatırlatıyor! Yalnız gerçekçi olmak gerekir ki SDG’nin silahlı gücü PKK/YPG-PYD unsurunun ve arkasındaki patronun bölgedeki inisiyatifi sürdükçe Adana Mutabakatı zeminini yakalamak imkansıza yakın. Çünkü, Ankara’nın Suriye içlerinde operasyon iklimi devam eder. Öte yandan ABD’nin ve kara gücünün inisiyatifi ortadan kalkarsa Ankara açısından ÖSO’nun da işlevi kalmamış olur (11 yıldır AK Parti hükümetleri tarafından izlenen Suriye politikasındaki U dönüşünün Ankara eliyle kurulan ÖSO üzerindeki etkisi ne olacak? Daha Ankara-Şam arasındaki görüşmeler henüz peşrev halindeyken ÖSO tepki verdi… Bu durumun yol açabileceği güvenlik riski de söz konusu…).

Ankara’nın da Şam’ın da işi gerçekten zor. Mesele kolay bir mesele değil. Ankara açısından bakıldığında; hem Suriye rejimi hem Rusya hem İran’la anlaşacaksın hem de ABD’yi kara gücünü tasfiye etmesi için ikna edeceksin… Bu noktada Rusya ve Şam arasında da sorun var; Rusya da bir yandan ABD’nin bölgeden çekilmesi ve Kürtlerin hamiliğinin kendilerine geçmesi derdinde. Rusya ve ABD bu bağlamda karşı karşıya. Şunu da eklemem gerek: Ankara’nın AK Parti hükümetlerinin yanlış politikasından doğan zararları kısmen telafi çerçevesindeki Fırat Kalkanı, Barış Pınarı Zeytin Dalı harekatları ABD’nin ve kara gücünün bölgedeki inisiyatifini bir ölçüde kırdı ve ABD’nin ileride bölgeden çıkarılmasına basamak oluşturdu (Tabii, önceki-geçen haftaki yazıda belirttiğim gibi Erdoğan’ın ulusal çıkarlara aykırı adımları olmasaydı bu sorundan hiç bahsetmeyecektik bile!). ABD, bölgeden vazgeçer mi? ABD-Rusya anlaşır mı? Kısacası bu sorular da Ankara-Şam görüşmeleri süresince masada olacak.

BM KARARLARI VE UYGULAMA ZORLUKLARI

5)BMGK’nın 2254 sayılı kararı uyarınca belirlenen yol haritasının (yeni bir anayasa ve yurtdışına çıkan Suriyelilerin de oy kullanacağı adil bir seçim vb.) yaşama geçebilmesi için ülke topraklarındaki yasadışı silahlı güçlerin silahlarını bırakmış olması gerekir ki bu çok zor ve meselenin püf noktası. BM kararlarının soyut bir yaklaşım olmaktan çıkıp ete kemiğe bürünmesi belki de çok uzun yıllar alabilir. Her şeyden önce kısa bir zamanda Suriye’de rejim ve muhaliflerin birbirine yeniden bir arada olabilmeyi benimsemesi için güven tesisi gerekiyor. Bunun için belki de Rusya ve Türkiye’nin geçici de olsa garantör pozisyonda olması gerekebilir. Ama tekrar edelim ki ABD’nin ve kara gücünün aradan çıkması bunun için kaçınılmaz. Ki, işte o da büyük bir mesele… Ayrıca İran da bu süreçte inisiyatif almak isteyecektir.

6)Öte yandan, Suriye rejimi geride kalan 12 yıla yakın zamanda ülkenin yaklaşık üçte ikisini kontrol edecek hale geldi. Bu da elini güçlendirdi ve bundan dolayı da çözüm için acele etmemeye bakıyor.

Gelişmelere ve kısa bir zamanda Suriye’nin toprak ve siyasi birliğinin sağlanamayacağı gerçeği göz önüne getirilirse kuzeyde geçici bir statüko da söz konusu olabilir. Kürtlerin kontrolündeki bölgede özerk bir yapıya rejim şimdilik göz yumabilir ve bunun karşılığında Ankara’nın kontrolundaki bölgelere de tabii… Bir kez daha altını çizelim ki, her halükarda ABD’nin bölgeden elini eteğini çekmesi hem Ankara ve Şam’ın anlaşmasını kolaylaştıracak hem de Suriye’nin toprak ve siyasi birliğinin önünü açacak. Bu arada bir de İdlib ve buradaki HTŞ şemsiyesi altındaki radikal gruplar sorunu var. ÖSO’nun tepkisinin olası bir anlaşmada tepkisinin ne olacağı; rejim unsurları arasına katılıp katılamayacağı da yukarıda belirttiğim gibi havada asılı olan sorular arasında.

ERDOĞAN NEDEN İSTEKLİ, ESAD NEDEN TEMKİNLİ

7)Geçen yazıda Türkiye’nin AK Parti iktidarı altında izlediği son derece yanlış ve ulusal çıkarlara aykırı politika ile 11 yılda oluşan zarar-ziyan tablosunu ortaya koymaya çalışmıştım. Toparlarsak; AK Parti iktidarı güya “Suriye’yi diktatörden kurtaracaktı” ama şimdi gelinen noktada Esad liderliğindeki Şam ile normalleşme ve giderek anlaşma eğilimi ortaya koyuyor. Daha doğrusu buna can atıyor ama Esad ağırdan alıyor. Çünkü, Erdoğan nihayet bölünmüş ve bir kısmı ABD’nin ve kara gücünün kontrolündeki Suriye’nin kendisi için ciddi bir tehdit olduğunu anlamış görünüyor! Buna en hafifinden uyan da balığa gidelim denir! Öte yandan içimizdeki Suriyelilerin AK Parti aleyhine halkta oluşturduğu bir tepki de söz konusu. Önümüz de malum, seçim…

YANLIŞ SURİYE POLİTİKASININ TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA OLUŞTURDUĞU KIRILMALAR

8)AK Parti’nin izlediği yanlış Suriye politikasının geride kalan 11 yılda Türkiye’nin genel olarak da dış politikasında derin kırılmalar ve savrulmalar oluşturduğunu görmek gerekiyor. Dönemin CHP dış politika kurmayı Korutürk’ün de zamanında dediği gibi: “Hükümetin dış politikadaki en vahim yanlışlarından biri Esad’ın direnme kapasitesini hesaplayamaması ve kendisinin kısa sürede iktidardan uzaklaştırılacağı noktasından hareketle Suriye muhalefetine sınırsız destek vermesi olmuştur. Aslında hükümetin Esad’la dostluğunun böylesine bir düşmanlığa dönüşmesinde en önemli unsurun, Müslüman Kardeşler’in yolunu açması için yaptığı telkinlerin Esad tarafından reddedilmesi olduğu anlaşılmaktadır.”

Nitekim o vahim yanlışı sonucunda Türkiye, dünyada en çok mülteci akınına uğrayan devlet haline geldi. AB ülkeleri için de bir “set” misyonu üstlendi. Suriye’den gelen ‘misafirler’ Afganistan’dan ve daha pek çok ülkeden gelenler için de kapı araladı. ABD’nin Suriye’deki varlığı ve aparatlarına desteği Ankara-Vaşington ilişkilerini daha da gerdi. Doğu Akdeniz’de Türkiye aleyhine başka güç dengelerine ortam hazırladı. Yunanistan’ı şımarttı ve ABD’nin bu ülkeye iyice askeri yığınak yapmasına da yol açtı.

ORTAK TEHDİT UNSURLARINA KARŞI BİRLİKTE HAREKET

9)Gelinen aşamada Suriye’nin normalleşme ve görüşmelerin ilerlemesi için bir ön koşulu var; Türk askerlerinin Suriye’den çekilmesi için adım atılması… Tabii bu aynı zamanda Ankara’nın bölgede yeni askeri operasyonlara girişmemesi anlamına geliyor. Ancak bunların olabilmesi için Ankara ve Şam’ın Suriye’nin kuzeyindeki silahlı bütün grupları ortaklaşa tasfiye planında anlaşması ve yürürlüğe koyması şart.

Sonuçta, Ankara’nın, Suriye’nin toprak ve siyasi birliğinin kendisinin ulusal çıkarları için de kaçınılmaz olduğunu idrak ederek Şam ile ortak tehdit unsurlarını bertaraf etmeye dönük stratejik-radikal bir eylem planı geliştirmesi ve böyle bir öneriyle karşı tarafa gitmesi gerçekçi olacaktır. Bu adım atılmadan, ABD ve kara gücü ile İdlib ve diğer bölgelerdeki radikal silahlı unsurlar, ÖSO orada dururken Ankara-Şam arasında ancak kontrollü bir diyaloga dayalı ilişki olabilir, o kadar…

Yani, Türkiye’de iktidar değişse de Ankara-Şam arasındaki müzakereler o kadar çabuk ve kolay ilerlemeyecek. Bunu herkesin çok iyi bilmesi gerekiyor. Kısa zamanda ülkemizdeki milyonlarca misafirin yeniden ülkesine dönmesi çok zor. Dönebilmeleri için rejim ve muhalefetin bir noktada buluşması, dönenlerin kendisini güvende hissetmesi gerekiyor. ABD’nin kara gücünün, İdlib’deki radikal unsurların bölgedeki inisiyatifinin adamakıllı kırılması gerekiyor.

Şuraya altını çizerek not edeyim: Türkiye’de iktidar değişse de, Millet İttifakı iktidara gelse de Suriye’de ABD kontrolündeki-desteğindeki SDG inisiyatifi, öte yandan ÖSO inisiyatifi sürdükçe Ankara-Şam üst düzey ikili görüşmelere başlasalar bile öyle birkaç yılda ‘misafirlerin’ geriye dönmesi söz konusu olmayacak. Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi birliğinin tam olarak sağlanması için yukarıda da belirttiğim gibi Şam ve Ankara dışında Moskova, Tahran, Vaşington’un, BMGK’nın takınacağı tavır, alacağı pozisyon belirleyici olacak.

ANKARA-ŞAM ARASINDAKİ İLİŞKİNİN SEYRİ VE GERÇEKÇİ BAKIŞ

10)Türkiye ve Suriye arasında 1998’deki Adana Mutabakatı ile 2011’e kadar 13 yıl süresince Suriye’nin bağımsızlığını kazandığı 1936 sonrasında sadece 13 yıl süren bir bahar havası yaşandı. Bu sürede ticaret hacmi yüzde 50 arttı. Suriye’de çarşı pazarda Türk ürünleri dolup taştı. Hatay’ın Suriye’den ayrılıp sonra da Türkiye’ye katılması, su paylaşımı, PKK’nın Bekaa’ya yerleştirilmesi ve başının Şam’daki ikameti , Şam’ın 1970’lerde sol görünümlü bir illegal örgütü Hatay, Mersin, Adana gibi illerde örgütlemesi ve giderek bu örgüt eliyle metropollerde tedhiş eylemlerine girişmesi; Hatay doğumlu TC yurttaşlarına Şam’da ücretsiz tıp ve hukuk öğrenimi olanağı sunması gibi atraksiyonlar; sınır anlaşmazlıkları ve 1959’dan sonra sınıra tel örgü-mayın döşenmesi gibi çetrefilli hususlar iki devlet arasındaki gerilimi hep canlı tutmuştu. Tabii buna 400 yıl boyunca bütün Arap coğrafyası gibi Suriye’nin de Osmanlı egemenliğinde kalmasını, sömürge-ihanet denklemini ve bunun politik psikiyatri yansımasını da unutmamak gerekir.

Kimse Şam yönetiminin gerek Türkiye ile ilişkilerde gerekse içeride “sütten çıkmış ak kaşık” olduğunu söylemiyor. Gerçekçi bakış Türkiye’nin de Şam rejiminin de karşılıklı çıkarlar ve ihtiyaçlar göz önüne alındığında diyalogun, barışın ve işbirliğinin kaçınılmaz olduğunu işaret ediyor.

AK Parti’nin, Erdoğan’ın Atatürk’ün işaret ettiğinin tersine Arap devletlerinin aralarındaki ihtilaflarda da kendi içlerindeki ihtilaflarda da taraf olma yaklaşımı Türkiye’nin gerçekçi dış politikasının da ayarını bozmuştur. Yanlış Suriye politikasının bu bakımdan da ivedilikle terk edilmesi gerekir. Türkiye’nin onca yumuşak güç olanakları ve caydırıcı askeri gücü varken vekalet savaşını tercihi ise maalesef güvenilirliğini de sarsmıştır. Suriye örneği ortadayken kim Erdoğan ile rahat ve güvenli bir ilişkiye girebilir?

Not: Gelecek yazıda Millet İttifakı’nın Ortak Mutabakat Metni’ndeki Suriye ve genel olarak dış politika yaklaşımını değerlendireceğim.

Etiketler
Ankara Muş Uşak Suriye