Omuz omuza mahalleyi besliyor, sonra çelme takıyoruz

Bunun için önce devlet “babayı” yukarıdaki koltuğundan alıp aşağılarda filan bir iskemleye oturtmak lazım. Bunun için yapılması gereken de çok basit. İçine gireceksin kardeşim.

Her felakette bu memlekete olan inancım biraz daha artıyor. 1999 depreminde çok etkilenmiştim. En son yangınlarda, alanda görmüş inanamamıştım.

Yine öyle oldu. İnsanlar hem bölgede hem memleketin dört bir yanında çırpındı: Yeter ki bir işe yarasın. Öne çıkmaya çalışmadan. Kendini yardımlaşmanın önüne koymadan. Cengiz İnşaat gibi değil. Olması gerektiği gibi. Olduğu gibi.

Sağcı, solcu, mini etekli, mütesettir. Neydi o laf? Birlik ve beraberliğe muhtaç olduğumuz şu günlerde birlik ve beraberlik şovu gibi depremden beri olan biten.

ÖRGÜTSÜZ ÖRGÜTÇÜ

Bodrum depremine evde yakalanmıştık. Evden kaçtıktan hemen sonra büyük oğlumla mahalleye bir bakalım diye çıktık. Dönemedik. Deprem olalı en fazla 20 dakika olmuştu. Mahallenin çocuk parkında semaverler kurulmuş, kekler dizilmiş, bütün mahalle bir açık büfe piknik havasına geçivermişti. İkram fasılları atlanmış, müşterek servis halindelerdi. Siz ne zaman evinizden kaçtınız, örgütlendiniz, bunları taşıdınız, muhabbete başladınız? Önceden tatbikat mı yaptınız?

Bu kadar örgütsüz bir ülkenin dayanışma konusundaki örgütlenme hızı inanılmaz. Daha ilk günden WhatsApp gruplarındaki, sosyal medyadaki hareketlilik, kımıldama kabiliyeti, insanların şaşırtıcı analitik yorumları çok acayipti.

Bu hareketler, bu örgütlenmeler elbette “milyar lira da benden” diyen ihaleci madrabazın parasından daha kıymetli kuşkusuz.

Ama ben burada başka bir soru soracağım.

NASIL?

Nasıl oluyor da bu kadar muhteşem insanlar, bu kadar güzel örgütlenmeler ile bu seçimlerdeki seçimsizlik, bu öteden beri kötü işleyen; artık oturmuş kurumları da can çekişen devlet aynı ülkede olabiliyor?

Nasıl oluyor da on yıllardır saçma sapan politikacılara icazet veriliyor; kırk katırla kırk satır arasında yürüyen seçimlere gidilebiliyor.

Bu güzel insanlar bu paçoz duruma nasıl izin verebiliyor?

Lümpenler nasıl bu kadar kolay sıvı hale geçebiliyor? Nasıl oluyor da tacizciler, tecavüzcüler, insana karşı suç işleyenler bu kadar az ceza alıyor da devletin beğenmediği insanlar hapislerde çürütülüyor? Kenan Evren gibi bir katili bile 98 yaşına kadar beklemesine rağmen yargılayamadı bu ülke.

1915, 6-7 Eylül, Varlık Vergisi, Maraş, Çorum, Sıvas, faili meçhuller, Roboski; nasıl oluyor da öylece orada durabiliyor.

Neden hep vasat insanlar parti kuruyor? Neden hep vasat partiler çok oy alıyor?

İnsanlar buna nasıl izin veriyor? Yoksa bu partilere oy veren, cezasızlığa sessiz kalan insanlar aynı insanlar değil mi?

Mesela tamam Kızılay’ın başında Kerem Kınık var. Ama çalışanları bizimkiler değil mi? Çalışan rıza göstermezse müdür kimdir ki?

ÖDÜL VE LANET

Türkiye’de 150 bin civarı Sivil Toplum Kuruluşu var. Bunların çoğu dayanışma temelli. Hemşehri derneklerinden cami yaptıranlara, LÖSEV’ine dayanışma temelli STK’lar çeşit çeşit. Çok azı hak temelli. Öyle az ki %1’i bulmuyor.

Bu nasıl olabiliyor? Çok süper dayanışıyoruz ama hakları umursamıyoruz.

Türkiye olarak en büyük ödülümüz de lanetimiz de bu.

Dayanışmaya verdiğimiz önemin yarısı kadar haklar umurumuzda olsa muasır batı medeniyetinin hakikaten kıskanacağı bir yer olacağız. Çünkü Batı’da insan hayatına sistem kıymet verir. Burada insanlar birbirlerinin hayatına kıymet veriyorlar. Muhtemelen sistem insanı çok umursamadığı için bu kadar fazla kıymet veriyorlar. Korktukları bir devlet var. Onunla karşı çıkarak değil dayanışarak başa çıkabiliyorlar.

Kabaca tablo şu: Ermeni’yle, mülteciyle, Kürt’le, Arap’la şurada omuz omuza mahalleyi besliyoruz, iş buluyoruz, enkazdan çıkarıyor, yangın söndürüyoruz. Sonra sosyal medyadan TV’den küfür ediyoruz. Bazan yürürken çelme takıyoruz hatta.

Ümit Özdağ gibi derli toplu bir ırkçılığı bile olmayan birinin partisi (MTP, Manipülatif Tweet’ler Partisi) ayrımcılığın kırk yıllık ev sahibi Vatan Partisi’nin üç katı oy alabiliyor.

Üstelik barışçıl insanlarız da. Savaştan kaçmış, pazarlık konusu yapılarak diken üzerinde tutularak kabul edilen bu kadar Suriyeli irili ufaklı her köşede duran Ümit Özdağlara, provokasyonlara rağmen ciddi bir kitlesel saldırıya uğramadı çok şükür.

Bu ülkenin insanı çok özel. İşin zoru hamura girmiş. Un tamam tuz tamam ama kıvam tutmuyor. Azıcık daha su döksek hamur on numara. Şahane hayatımız olacak. Çeyrek var ama. Çok yakın olmalıyız. Umudum yeni kuşakta. Yaşanmadık kötülük kalmadı. Mukavemet sahibi bir toplumuz, yıkılmadık. Altlığı iyi kötü hazır. Onlar tekmeyi atacaklar.

NEDEN?

Dayanışıyor ama haklarla ilgilenmiyor olmamız sanırım kuşaklardır dayak yiyor olmaktan. Türkiye’de devlet despot bir baba. Sarılmayan ilgilenmeyen seni çalıştırıp kazandığını elinden alan ve tepesi atınca iki tane çakan ama arada bir “yavrum benim” diye gaz veren cinsten.

Baba bu kadar korkunç olunca çocuk da babasının gözüne görünmeden yaşayıp gitmeye çalışıyor. Kardeşleriyle dayanışıyor. Ama kardeş çok. Fatura buldu mu öbür kardeşine uzaktakine yazıyor: Ekonomi kötü çünkü Suriyeliler var. Huzur yok çünkü Kürtler var. Diğer ülkeler kötülüğümüzü istiyor çünkü Ermeniler herkesi kandırıyor. Dünya düz, aşıda çip var, depremi uzaydan saplanan direkler yaptı.

DEVLET

Bu devletin lafını nevrotik derecede dinlemek hatta amplifiye ederek artırmak ama bir yandan yokmuş gibi davranmak hali bütün hayatımıza sızıyor.

Mesela bu ülkede vergi kaçırmak, askerden kaçmak milli spordur. Medeni ülkelerde şaşırılacak birçok “fiş almazsam kaça olur” gibi hareketler ya da askerlik tecili uğruna yapılan akademik kariyerler değiştirilen üniversiteler (ben 4 tane değiştirdim) buranın rutinidir.

Tam olarak ne olduğu belirsiz devlet baba varken göz önünde olmazsın, o tokatlar senin maaşını alır, sen arada cebinden parasını çalarsın ama ortamlarda onu çok seversin. Aslında korkarsın. Zımni bir anlaşman vardır. O senin bu (aslında ıvır zıvır) kabahatlerini görmez. Sen de onun yolsuzluklarını arsızlıklarını.

Halbuki devlet nedir ki? Yani deniz nedir biliyoruz. Havayı, ağacı rakıyı biliyoruz. Devlet nedir ki? Varlığını sana bana borçlu bir örgütlenme. Senin gibi insanların çalıştığı, senin gibi insanlardan toplanan paralarla geçinen hantal ve her şeyi geriden takip eden bir örgütlenme. Bugün Ahmet ona bakar yarın Ayşe öbürüne. Değişir yani.

Devletin despot olduğu kesin ama baba filan değil. Kutsal filan değil. Devlet bizim için var. Biz devleti memnun etmek durumunda değiliz. Devlet bizi memnun etmek zorunda. Bizim devletten korkmamız saçma. İnsan kendi örgütlenmesinden korkmaz. Devletin bizden korkması, bize hesap vermesi, bizim için her gün tekrar örgütlenmesi gerekir.

İnsan evladı devleti acayip bir yere oturttuğu için bugün bütün ülkelerde terör örgütü gibi çalışıyor. Ne yapsın şımarıyor.

HER TÜRLÜ MÜDÜR

Devleti bu kadar içinde yaşayan bir birey tabii ki bütün iktidarlarda her türlü müdürde devleti görüyor. Ve onlara da devlete davrandığı gibi davranıyor.

Mesela Kızılay yöneticileri ile Kızılay emekçilerini düşünün. Söylediği pek çok şey yalan çıkan, insanları -15’te sokakta yatarken elindeki çadırları satmak üzere bekleten bir Kızılay başkanı var. Oğlu da Genç Kızılay’ın başkan yardımcısı. Sicili çok eğlenceli. Ama biliyoruz ki Kızılay emekçileri hiç öyle insanlar değiller. Senin benim gibi sıradan insanlar. Peki nasıl izin veriyorlar başkanlarının yöneticilerinin böyle olmasına? Çünkü zımni bir işbirliği var her türlü devlet kurumunda. İşlerini kaybetmekten korkuyorlar. Başkası gelse ne değişecek bezginliğindeler. İyi kötü kaytarıyorlar arada. Erken çıkıyorlar, rapor alıyorlar, “oğlanın çıktılarını” alıyorlar, filan falan. Öyle olmasa en azından ifşalar yağmur olurdu.

Ama dışarıdan bakınca masif bir Kızılay var sanıyor diğer insanlar. Değil. Sahada canla başla çalışan Kızılay emekçisinin tek günahı sessiz kalması. O da bütün memleketin kabahati. Memleketin başındaki en büyük musibet bu değli mi? Sessizlik.

Bu, siyasette de aynı. AFAD’da da.

Şöyle. Maalesef kimse patronla işçiyi, mal sahibiyle kiracıyı, sorumluyla emekçiyi ayıramıyor. Herkes sanıyor ki CHP’li politikacıyla CHP seçmeni, AKP’li politikacıyla AKP seçmeni, AFAD yöneticisiyle AFAD çalışanı, AFAD gönüllüsü aynı şey…

Halbuki seçmenler partilerinden; çalışanlar yöneticilerden daha ileride.

SAP VE SAMAN

Ve kutuplaşmaya malzeme taşıyan şeyler bunlar. Bölgede canla başla yıkanmadan doymadan gece gündüz çalışan AFAD gönüllüsü ya da emekçisinin bir CHP’li vekil “AFAD şöyledir böyledir” dediğinde kalbi kırılmayabilir mi?

Sen onu ayırmazsan ondan kendisini ayırmasını bekleyemezsin ki. İki küfür yer üç küfür yer sonra kendisini daha yakın görmeye başlar. Vesilelerle konsolide olur hatta.

Sekülerler sanıyorlar ki seçmeni AKP’den memnun. Kardeşim sen kendi partinden memnun musun ki ondan olmasını bekliyorsun? Sen kendi partinden memnun değilken o neden partisini bırakıp seninkine gelsin?

Ekmeleddin beye, Sarıgül’e, İnce’ye oy vermiş bireyler AKP seçmenine gerizekalı diyor. Hafazanallah bugün Sarıgül yönetiyor olsaydı İstanbul’u TikTok belediyesi diye adı çıkmıştı; CHP bir daha rüyasında göremezdi İstanbul’u.

Zaten bu yüzden araştırmalar gösteriyor ki şu anda seçmen bütün partilere ceza kesmek istiyor. Görünen o ki şu seçimden kim çıkarsa çıksın uzun sürmeyecek. Muhalefet kazanacak gibi duruyor. Buna tabii başarı demek zor. Hatta AKP’nin bu kadar fazla hataya ve olana bitene rağmen görev süresini zamanında tamamlayabiliyor olması asıl başarıdır. Ve muhalefet yapmıştır bunu. Zaten bana sorarsanız çoğu seçmen rahat rahat muhalefet edebilmek için muhalefete oy verecek.

BİR GÜN BELKİ HAYATTA

Keza bu kadar örgütsüz bir toplumun bu kadar kolay örgütlenebilmesi müthiş değil mi? Bu toplumun bence örgütsüz olmasının sebebi güvensizlik. Kimse kolay kolay bir kuruma güvenmiyor. Haksız da sayılmaz. İnsan sayısı üçü geçince irrasyonel durum başlıyor.

Güven ortamı bir oluşsa örnek STK’ların müthiş inisiyatiflerin girişimlerin çıkacağı yer burasıdır.

Büyük kurumların çöktüğü bir dünyada yaşıyoruz. Okul, devlet, aile, sendika ne sayarsanız sayın. Hepsi sürünüyor. Soluk alıp verebilmelerinin tek sebebi ikame edecek bir şey olmaması.

Biz bunu da ıskalıyoruz. Çünkü dünya kurumları tartışırken bizim elimizdekiler geriye gidiyor. Köklü okullarından Kızılay’a, THK’ya her şey yara aldı. Önce güçlenmeleri sonra değişmeleri gerekiyor.

KAÇ SAVCI TANIYORSUNUZ?

Tekrar edeyim. Bu ülkenin ödülü dayanışma ve çabuk örgütlenme gücü. Laneti hakları umursamaması ve örgütlü olmaması.

Halbuki bunlar ne kadar iç içe şeyler. İnsan Hakları Vakfı işkence görmüş mağdurlarla dayanışmıyor mu? AKUT’un AHBAP’ın hakkını savunmak gerekmedi mi?

Bunun için önce devlet “babayı” yukarıdaki koltuğundan alıp aşağılarda filan bir iskemleye oturtmak lazım. Bunun için yapılması gereken de çok basit. İçine gireceksin kardeşim.

Kaç tane avukat tanıyorsunuz? Ben yüzlerce.

Kaç tane savcı/hakim tanıyorsunuz? Ben: Sıfır.

Halbuki aynı okulları bitiriyor bunlar. Neden hiç tanımıyorum? Çünkü devletten uzak durmayı prensip edinmiş bir çevrem var. Kendimi ayırmadan söylüyorum: Kaç taneniz çocuğunuz polis olsun ister? Kaymakam, vali olsunlar mı? Kızılay başkanlığı hedefi diye bir şey duydunuz mu? Başbakan, milletvekili, bakan? Ben de çocuğumu polis, vali ya da bakan olarak düşünemiyorum.

Ee, sen olmazsan ben olmazsam biz olmazsak kim olacak bunlar?

Etiketler
Deprem 2023 Seçim Kızılay