Lümpenler sıvıdır X-ray ne yapsın

“Annem o gün savcıya ‘Ben ölünce gelirsiniz savcı bey’ dedi. Gerçekten öyle de oldu. Olay yerine gelen savcı o savcıydı.” Güler Karslı’nın kızı Elif böyle...

“Annem o gün savcıya ‘Ben ölünce gelirsiniz savcı bey’ dedi. Gerçekten öyle de oldu. Olay yerine gelen savcı o savcıydı.”

Güler Karslı’nın kızı Elif böyle isyan etmiş. Karslı, 30 yıl boyunca kocasından şiddet görmüş. Boşanmak istemiş. Adam (tipik) delirmiş. Şikayet etmiş. Savcı yapacak bir şey olmadığını söylemiş. Güler hanım göz göre göre katledilmiş.

Bunu okuyup sinirlenmeyen yoktur muhtemelen. Memlekette öfkelenmede bir problem yok. Hedef tutturulamıyor bir türlü. Burada katil kocaya sinirlenmek kolay olanı. Şişlemek, idamını istemek filan da başka türden saçma sapan erkeklikler. Ve münhasıran o adama dönük şeyler aslında.

İşlevli olanı ise Güler Karslı’nın sıradan bir güvenlik hakkından mahrum bırakıldığı için sinirlenmek. İşte bu yapılmıyor pek.

Öyle olmasa haldeki cezaların bile muntazam uygulanmadığı bu ülkede suçluların hakkıyla cezalandırılması konusunda biraz daha titiz olunurdu değil mi?

Kimse ırkçı değil ama otobüslerde Çerkes diye Afrikalı diye insanlara hönkürülüyor. Ve hönkürenlerin hönkürükleri yanlarına kar kalıyor.

Ve ertesi gün yine böyle oluyor. Sonraki gün yine.

NEDEN BÖYLE YAPIYORLAR?

Önce ne zeka ne derinlik gerektiren tespitimizi yapalım: Böyle yapıyorlar. Çünkü yapabiliyorlar.

Lümpenler dünyanın her yerinde var. Ve her yerde oransal olarak azlar. Burada da böyle.

Lümpen sayısı dünden bugüne artmadı da. Hatta azaldı. Bu da değişik araştırmalarla desteklenebilir bir kesin bilgi. Dağ taş lümpen kaynıyor gibi görünüyor. Çünkü görünür oldular. Genel olarak pek çok şey eskiye göre görünür oldu. Duymadığımız lümpen faaliyetlerini duyar olduk.

İkincisi akışkanlar. Lümpenler medeni ülkelerde de sıvıdırlar. Ama akamazlar. Ayıplanırlar. Akacak bir yer bulurlarsa enselerine çökülür. Tecrit edilirler.

Siz doktora, karısına yahut sokak hayvanlarına horozlanan, şiddet gösteren ve karakolda süt dökmüş kedi haline gelmeyen bir lümpen gördünüz mü? O kadar savunulamaz şeyler yaparlar ki denemezler bile savunmayı. Hepsi “bir anlık öfke” gibi zırvalara sığınırlar. Polisim, vatanım, “terörist miyiz biz” filan gibi soslarla.

Ve daha kötüsü ne? Bu zırvalar işe yarar. Bir Tweet atmak kadar riskli olmayabilir bir doktorun ağzını burnunu kırmak.

İLGİYE MUHTAÇLIK

Akılla da hareket etmezler. Bütün maksat akşam arkadaşlarına, ailesine erkekliğini göstermek, ilgi çekmektir. “Ne biçim yapmıştır ama!”

Ben bunları yazarken haber önüme düştü. Deniz Poyraz duruşmasında adliyenin önüne birisi hem de uzun namlulu silahla gelmiş. Şöyle bağırmış: “Solcular nerede, solcuları gösterin. Ben polise sıkmam. Getirin onları öldüreceğim.”

Bütünüyle akıldışı. Solcu avı diye bir şey mi var bu hayatta? Tut ki var, solcu hangisi kendin ayıramıyorsan ne avına çıktın? Lümpenin sanki bir de tebaası var sesleniyor: “Getirin solcuları öldüreceğim”miş. Vazgeçtim solcuları götürün çillileri getiririn. Lütfen bir iki de albino bulun bana.

Bir sonra da kesin vatan, millet, bayrak filan demiştir.

Bu adamın temel olarak ilgi çekmeye çalıştığı ortada değil mi? Bütün lümpenler gibi ilgiye muhtaç değil mi?

Bu adam tehlikesiz mi peki? Adliye önüne silahla gelip bağıran birisi tehlikesiz olabilir mi? Derhal tecrit edilmesi gerekir. Uzun yıllar bu yaptığının bedelini ödemesi gerekir. Ve herkesin bu tip bir hareket yapmanın bir bedeli olduğunu bilmesi gerekir.

Fakat büyük olasılıkla kısa vakit sonra gidip mahallenin kahvesinde arkadaşlarına “sonra çıkardım tüfeği” diye ballandıra ballandıra olayı anlatıyor olacaktır.

“DOSTLAR ALIŞVERİŞTE GÖRSÜN” GÜVENLİĞİ

Algıya dönük bir güvenlik anlayışı var. Güvenlikte “dostlar alışverişte görsün” yaklaşımı.

Örneğin x-ray cihazları. Çok süper aletler hakikaten. Pahalılar da muhtemelen. Çantanın filan içini gösteriveriyorlar. Benim gördüğüm bütün dünyada gerekli yerlere koyuyorlar. Bir amaç dahilinde. Bizde biraz bol kullanılıyor.

Mesela uçağa binecek bir çanta. İçine elbette x-ray ile bakılmalı. Ama havaalanına girerken saçmalık. Çünkü çok fazla kapısı var havaalanının ve çok fazla yarı açık alanı var. Mesela bomba patlatacaksan onların birinde patlatmakla içeride patlatmak arasında pek fark yok.

Kaldı ki hatırlarsınız IŞİD’in Atatürk Havalimanı saldırısında önce kapıdaki güvenlik görevlilerini öldürmüşlerdi.

Nitekim o yüzden dünyada genel olarak havalimanına girerken x-ray diye bir şey yok. Çünkü bir işe yaramıyor.

Daha saçmasını söyleyeyim. AVM’ler. İçeride döner bıçağı, motorlu testere, rambo bıçağı, kürek, kazma hatta balta satılıyor. Ama kapıda x-ray cihazı var. Alet İsviçre çakısına ötüyor. Aman ne güvenli.

SAĞLIKTA ŞİDDETE AYNI MÜTHİŞ ÇÖZÜM: X-RAY!

Bence sağlık çalışanlarına önlem diye x-ray müjdesi vermek ile "Konuyu umursamıyoruz. Ama umursuyor gibi yapıyoruz" demek hemen hemen aynı şey.

O kadar saçma bir çözüm ki ancak giren çıkanı öfkelendirmeye yarar. Trafik kazası geçirmiş yakınını hastaneye yetiştirmişsin birisi kazayla ilgili sorular sormadan önce “Üzerinizde metal eşya var mı?” filan diye soruyor. GSM’inizi şuraya koyun diyor. Sonra da ekliyor: Lütfen tekrar geçer misiniz?

Ayrıca hastanede şiddet eylemlerinin pek azı dışarıdan alınan silah bıçak gibi şeylerle oluyor. Genellikle lümpenin birisi çıkıp kafa, yumruk atıyor, eline geçirdiği bir şeyle saldırıyor. Bazan sürüsünün diğer erkeklerini toplayıp geliyor.

Ana sorunun farkında değil misiniz? X-ray değil yapay zeka ile çalışan robotlar döşeseniz fark etmez. Burada anahtar kelime lümpen. Ve o sıvı herifin akacak alan yani cesaret bulması.

Lümpen akacak yer bulunca vuracak şey zaten bulur.

İSTİSMAR

Lümpen akışkan halde olunca güvenlik önde olanın istismar ettiği bir kelime haline gelir.

En etkili haraç yöntemlerinden birisidir: “Bak biz olmazsak güvende olmazsın.” Para vermezsen buraları sana dar ederim demektir bu. Arabana iyi bakacağını söyleyen korsan değnekçi lümpen, aslında para vermezsen arabanı çizmekle tehdit etmektedir.

Milletvekiline küfür eden devlet görevlisi, Kılıçdaroğlu’na saldıran adam, adliye önünde uzun namlulu tüfekle solcu avına çıkmış o herif, karısını döven erkek, Gezi’de direnişçi avlayan palalı ya da acil serviste doktora saldıran lümpen. Bunların hepsi aynı şeye güvenir: Cezasızlık. Bunlar bu akılla açıklaması zor işleri yaparlar. Çünkü yapabilirler. Bunlara karşı çözüm x-ray cihazı olamaz.

Bunlara karşı x-ray cihazına açıkça karşı çıkılmalı hatta. Bir şey yapıyor gibi görünmek bir şey yapıldığı hissini yaratabilir. Bu da bir şey yapılması önünde en büyük engeldir.

Bunlar zehirli sıvıdır. İstenmeyen sıvılara karşı yapılacak şey basittir. Akmalarına izin vermeyeceksin.

DEVLET

Türkiye’de (yaklaşık olarak) 30 bin hemşehri derneği var. 20 bin de cami yaptırma yaşatma. Her ikisi de değişik şekillerde dayanışma derneği.

Sadece 1-3 bin arasında da aktif hak temelli dernek var.

Bu bize pek kimsenin hakkını savunmaya meraklı olmadığını anlatıyor. Çünkü Türkiye’de geleneksel (ve haklı) olarak devletten korkulur. “Hiç değilse dayanışalım” diye düşünülüyor sanırım.

Oysa insan haklarıyla insandır. Hakları olan bir insan güvende bir insandır.

Bir yandan da “çaresizlik anında sığınılacak tek kapı”nın devlet olması çaresizliği hissedilir… Birisi bize (yahut bir şeye) saldırdı, tacizde bulundu, evimizi soydu, arabamızı yaktı, ne yaparız?

Polisi ararız. Ama bir yandan biliriz ki pek çok yer polis gelene kadar daha çok güvenlidir.

Bizim lisede en popüler laftı: “Dövsün ama disipline vermesin.” Bu ülkede yaşayanların kendi bedenlerinin kıymetini bildikleri tartışılır bir şey. Hukuk nasıl bilsin?

KORKU ZİHNİ ÖLDÜRÜR

Dayak yedikçe babasının bacaklarına sarılan çocuk gibi. O çocuk da o babaya aslında güvenir. Çaresizlikten. Öbür türlüsünün olabileceğini bilmediğinden. Babasını yola getirebileceğini, kendisine yeni bir baba seçebileceğini, babasız bir aile kurabileceğini hayal edemediği için babasına yapışır kalır.

İlişki korku üzerine kurulu olunca o da babasına karşı dünyanın en iyi çocuğu olmaz. Cüzdanından çalar. Sigarasını gizli içer. Arabasını, rakısını çalar. Biraz korkudan bir de kendisini sahtekar hissetmemek için de onu sevdiğine kendini inandırır. Her bir köşeye “babam sağolsun” yazar.

Devlete dönersek, hikayenin geneline bakarsak insanlar vergi kaçırır, askerden kaçar ama her bir köşeye bayrağını yerleştirir. Ortamlarda “ah bir fırsatı olsa ne biçim serdengeçti” olduğunu söyler.

Üstelik pek çoğu bunu samimiyetle söyler. O sırada “fiş almazsam KDV düşer misin” diyor olabilir. Tapuda evi düşük göstermiş, evinin harcamalarını şirkete masraf yazmış olabilir. Selektörle karşı yönden gelene çevirmeyi ihbar edebilir. Bağlantıyı kuramaz. Askere gitmemek için uğraşan yeğenine rapor ayarlayabilir. Bağlantıyı kuramaz.

BİZİM HİKAYEMİZ

“Devlet hepimizin devleti” değil elbette. Elbette adil ve eşit bir hayatın içinde yaşamıyoruz. Ama devlet bizim yarattığımız bir hikaye. Bu hikayeyi kendimiz yarattığımızı unutursak korkumuz derinleşir.

Kişisel güvenlik ihtiyacınızı düşünün. Kaça malolabileceğini hesaplayın. Bütün memlekete bunu çarpın bölün. Bir de güvenlik için harcanan paralara bakın.

Özellikle güvenlik önlemleriyle ünlü ülkelerde devletlerin güvenlik için harcadığı paraların çoğu insanları suçlulardan korumak için değildir. Devleti insanlardan korumak için harcanır bu paralar.

Aflara bakın. Devletler genellikle kendisine karşı işlenen suçları affetmezler. İnsanlara karşı işlenen suçları affederler. Birisi gelir benim kardeşimi öldürür hayatımı söndürür mesela. Devlet gider onu affeder. Hakkı mıdır?

CEZASIZLIK

Biraz eski bir yazı ama Sena Akalın’ın Birikim Güncel’de çıkmış Güvenlik Güçleri ve Cezasızlık Kültürü yazısı çok güzel.

Akalın işin nerelere gelebileceğini Endonezya’dan çarpıcı bir örnekle anlatıyor. 1000’er kişi öldürmüş Congo ve Zulkadry gerçekleştirdikleri işkence ve cinayetleri Danimarkalı bir yönetmene detaylı bir şekilde nasıl açıklayabileceklerini düşünürken akıllarına dâhice bir fikir gelir: “Film çekelim yahu”

Sonra neşe içinde film çekerler: “Suratlarında pişmanlığın zerresi okunmuyor, en can alıcı sahnelerden biri olduğuna inandıkları köy meydanındaki bütün kadınlara tecavüz etme ve bütün köy halkını yakma sahnesini tekrar tekrar kameraya çekerken, Anwar ve Adi ellerindeki megafonla filmde yer alan diğer figüranlara vahşeti göstermekte daha “inandırıcı” olmaları gerektiğini bağırıyorlar.”

Akalın “Belgesel sonrası tek düşündüğüm mutlak cezasızlığın bir toplumu sürükleyebileceği cehennem” diyor. Ve bu cezasızlığın Türkiye’de ne durumda olduğunu inceliyor. Bir Endonezya elbette değil. Ama durum çok iç açıcı da değil.

Suçlular cezalandırılmadıkça x-ray ne yapsın?

BİR İYİ BİR KÖTÜ HABER

Bunları yüreklendirmemek suç olarak peşine düşmek çok mu zor?

Burada bir iyi bir kötü haber var.

Önce iyi haber. Elbette kolay. Çünkü bir kere niyet ettikten sonra yapılacaklar belli. Hele ilk yapılacaklar çok basit. Medeni dünyanın her şekliyle denediği bulduğu çözdüğü bir şey bu. Öncelikle lümpenlerin aktığı yerleri tıkayacaksın. Yüreklendirmeyeceksin. Bu ülkede Hrant’ın katili yakalandığı karakolda ağırlandı yahu. Fotoğraflar çekildi. Ertesi gün içinde küçük birer lümpen taşıyan herkes beyaz berelerle sokağa döküldü. Akacak alan açmak, yüreklendirmek budur işte.

Suç işleyenleri hakikaten cezalandıracaksın. Tecrit edeceksin örnek teşkil edecekler. Öyle kafasına esen kafasına göre sağa sola saldırmayacak.

Kötü haber de malumunuz. Elbette zor. Devlet insanlar zorlamadıkça yahut varlıklarına risk oluşturmadıkça insanların “kendi arasındaki” problemlerle ilgilenmeyi tercih etmeyebiliyorlar.

Hatta işler öyle delirebiliyor ki insanlar arası problemler sektör haline gelebiliyor. Düşünsenize ABD’de her 100 kişiye 120 silah düşüyor. Yanlış okumadınız. Kişi sayısından fazla silah var ülkede. Hal böyle olunca ABD’de sürekli silahlı suç işleniyor, okullar basılıyor çocuklar katlediliyor. Tek sorumlusunun bireysel silahlanma olduğunu herkes biliyor.

Ama bu manyaklığı durdurmayı aklına bile getiremiyor kimse.

Kötümser bir yazı oldu buraya kadar. Çünkü hakikaten kadınlar, sağlık çalışanları gibi devasa grupların düzenli ve sürekli risk altında olmaları bir kenara sunulan çözümler de insanı kızdırmak için yapılmışlar gibi.

Ama bir yandan da artık bu konuları yüksek sesle konuşan insan sayısı arttı.

En azından bu otobüste hönkürenlerden sağlık çalışanlarına saldıranlara, kadın katillerine düne göre çok daha yüksek sesler çıktığını söyleyebiliriz.

Ben bütün bunların kutuplaşmadan azade değerlendirilebileceği günlerin de uzak olmadığını düşünüyorum. Evinde karısına hastanede doktora otobüste çocuklarıyla oturan adama saldıran erkeğin partilisi seküleri muhafazakarı mı olur?

Çünkü bu insanı, bütün insanları ilgilendiren bir konu. Temel hak ve ihtiyaçlar kutuplaşma vesilesi yapılamaz. Herkesi ilgilendirir. Herkes taraf olmak zorundadır. Sizin benim gibiler, sıradan insanlar hunharca katledilen Güler hanımın yanında taraf olmak zorundadır. Keza sağlık çalışanlarının. Trafikteki bisikletlinin, yayanın, onur yürüyüşündeki LGBTQ+’ın, ördeğini kurtarmaya çalışan kadının, okuldaki çocuğun, askerdeki erin, intihar eden polisin. Hepimizin. (Elbette kedinin, köpeğin, kuzunun, börtü böceğin, ağacın, derenin de.)

En iyi başlangıç da sessiz kalmamaktır. İyi kötü ses çıkarmaktır. Sessizlik suça ortak olmaktır.

Metin Solmaz

1969’da doğdu, Ankara’da büyüdü. 1990’larda dört sene Ankara Radyo Arkadaş’ta radyoculuk yaptı. 1990 yılından bu yana yazılı basında ve muhtelif internet sitelerinde yazıyor. siberalem.com, idefix.com, Anason İşleri ve Overteam New Media kurucularındandır. Kitapları: Kenardaki Milyonerler (1992, Korsan), Rock Sözlüğü (1994, Pan) Türkiye’de Pop Müzik (1996, Pan), Türkiye’ye Ait 100 Büyük Yanılgı (2015, Ağaçkakan), Erken Adam Hikayeleri (2016, Pan), 100 Ne Olacak Bu Memleketin Hali (Hazırlayan, 2016, Ağaçkakan), Mehmet Teoman - Anılar saçılmış odaya, her yere (2021, Anason İşleri Kitapları).