Burası katiller ülkesi mi?

Bu cinayetlerle, katliamlarla yüzleşmediğimiz sürece yenilerini yaşarız. Üzeri örtülmek istenen, gerçek faillerin saklandığı bu büyük suçlarla yüzleşmek gerekiyor. Gelin en son cinayetten başlayalım!..

Çok acı yaşadı bu topraklar. Bu acıların son 50 yılının ne yazık ki yakın tanığıyım. Katliamlar, siyasi suikastler… Hala sürüyor... Sadece o kadar da değil, kadın katliamı, iş cinayetleri, doğa talanı…

30 yıldan fazladır geçimimi gazetecilik yaparak sağlıyorum. Gazeteci olmak da zor bu topraklarda. Yarın Uğur Mumcu’nun katledilişinin yıl dönümü. Genç bir gazeteciyken tanıştım, mesaimiz de oldu. Politik nedenlerle birkaç kez tartıştık, ama birbirimizi anlamaya çalışarak, kırmadan…

Üç hafta önce Metin Göktepe’nin mezarının başındaydık. Metin arkadaşımdı. Çok genç yaşta öldürüldü.

Dört gün önce Agos’un önündeydik Hrant Dink’in katledilmesinin yıldönümü nedeniyle. Hrant Dink’le birkaç selamlaşmanın dışında bir tanışıklığım yoktu.

Çok şey gördüm dedim ya, aslında her 19 Ocak’ta fena olurum 16 yıldır. O günü unutmam mümkün değil: 19 Ocak 2007. Hatta birçok şeyi o tarihe göre hatırlarım, “ondan önce, sonra” gibi…

Hrant Dink’in vurulduğunu duyduğum anda Agos’un önüne neredeyse onu yerden kaldırabilecekmişim gibi gitmiştim. Sonra Taksim’e gittim. Meydanda benim gibi öfke ve üzüntüyle gelen insanlar birikiyordu. Birlikte yürüdük Hrant Dink’in vurulduğu yere.

Birkaç gün sonraki cenaze törenine ise sanırım 12 Eylül öncesinden o yana görmediğim bir katılım vardı. Hayatımda gördüğüm en kalabalık (ne kötü kelime kalabalık, kitle demek de acayip geliyor şimdi) cenaze töreni Kemal Türkler’inkiydi. İkincisi ise 16 Mart katliamından sonraki.

Her 19 Ocak’ta fena olurum. Ama en fenası anma sonrası Agos’un artık bir tür müzeye dönüşen eski binasına girmek olur. Bu yıl da o fenalaşma halini yaşadım/k.

Aşağıda Ali Ocak (Kardeşi Hasan Ocak 1995’te kaybedildi, işkence yapılmış bedeni kimsesizler mezarlığında bulundu bir süre sonra).

Kapıda Besna Tosun (Babası Fehim Tosun, göz göre göre aynı yıl İstanbul’da kaçırıldı ve kaybedildi).

Yukarı çıkıyoruz, yanımızda Mikail Kırbayır (12 Eylül 1980 darbesinde ilk kaybedilenin, Cemil Kırbayır’ın abisi. Berfu Ana’dan hatırlayın. Hani Erdoğan söz vermişti 100 yaşına yaklaşan saygıdeğer anamıza).

Yukarıda Hrant Dink’in oğlu Arat ile kucaklaşıyoruz. Ne diyebiliriz ki birbirimize!..

Hemen arkasında Meryem Göktepe, Metin’in ablası. Yanı başında Özge Mumcu. Uğur Mumcu’nun kızı.

Yanımızda Canan Kaftancıoğlu (kayınpederi Ümit Kaftancıoğlu 1980’de katledildi) onun hemen yanında Saniye Yurdakul (Amcası 1979’da katledilen Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul)…

Ama en fenası hep Rakel Dink ile karşılaşmak olur. Acemi birkaç laf dökülür ağzımdan mahcubiyetle. Utanırım, göz göre göre gelen cinayeti (sanki yapabilirmişim gibi) engelleyememekten. Aynı utancın benzerini yıllarca annemin yüzüne bakarken yaşadım farklı nedenlerle…

Bu kadar kanın olduğu yerde, katillerin değil öldürülenlerin suçlandığı, bu kadar kepazeliğin, rezaletin olduğu yerde utanmak, utanma duygusu bile umut mudur bilmiyorum. Bildiğim şu: Bu cinayetlerle, katliamlarla yüzleşmediğimiz sürece yenilerini yaşarız. Üzeri örtülmek istenen, gerçek faillerin saklandığı bu büyük suçlarla yüzleşmek gerekiyor. Gelin en son cinayetten başlayalım!..