Kaderin böylesine yazıklar olsun

Yazmak zor iş. Her gün köşe yazan gazetecilere gıptayla bakıyorum. Her gün her konuda değerli fikirlerini anlatıyorlar. Muhtemelen çok birikimliler. Benim öyle bir birikimim yok. Bırakın her gün yazmayı, haftada bir yazmayı bile beceremiyorum. Bunda tembelliğimin payı vardır mutlaka. Ama galiba memleketteki halin de etkisi var.

Bilgisayarımın üzeri yarım kalmış yazı dokümanlarıyla dolu. Bir mesele oluyor, “bununla ilgili yazayım” diyorum. Sağa sola, bilenlere bilmeyenlere soruyorum. Tam toparlayacakken yeni ve çok daha önemli bir şey çıkıyor önümüze. Bir öncekini unutturacak biçimde hem de…

Yazmadığım bu sürede bir kez gözaltına alındım, hakkımda hapis cezası verildi, yargılandığım davalar var, bir de gidip savcıya yeni soruşturmalar için ifade vermeliyim. Alın bahane ama bunlar kişisel görünse de sadece benim meselem değil galiba…

Acayip şeyler oldu bu arada. Etkisini önümüzdeki günlerde göreceğimiz bir sansür yasası geçti Meclis’ten mesela.

Hep çok önemli şeyler oluyor yani.

HER YER KARANLIK, NEREDE İNSANLIK

Durum böyleyken Amasra’da 41 madenci yaşamını yitirdi, yaralılar var. Umarım yaralılar kısa zamanda sağlıklarına kavuşurlar. Ölen işçilerin yakınlarının halleri hala gözümün önünde ve kulağımda. Tıpkı sekiz yıl önce Soma’da yaşanan büyük katliamdan sonraki gibi…

Gerçekten bir katliam, bir rezalet var ortada. Onlar da farkında. Tıpkı Soma’da olduğu gibi...

Önce “bakanım”larıyla sonra bizzat şahsıyla cinayet mahalline gitti ve duruma hakim oldu! Takdir etmek gerekir ki Soma’dan ders alınmıştı. Hiçbir madenci dövülüp yerde tekmelenmedi. Kimse markete kadar kovalanıp (afedersiniz) hakarete uğramadı bu kez.

Ustalık da böyle olurdu zaten. Geçmişten ders alarak. O nedenle artık fıtrat denmedi. “Biz kadere inanırız” dendi. Hatta sözleriyle dalga geçeceğimiz bile ileri sürüldü.

(Araya not: Hep bakanım, kaymakamım filan vardı, “sendika başkanım” dedi. ‘Sarı sendika’ diyoruz ya, kimse dinlemiyor, anlamıyor. Biz ne yaparsak yapalım böyle anlatamazdık.)

AĞLATIP DA GÜLENE YAZIKLAR OLSUN

Türkiye’nin son 20 yılında işçi ölümleri bir katliama dönüşmüş durumda. Nedeni aşırı kar hırsı (aşırı değil de daha az olsa ne yazar?) ve çalışanı en ucuz üretim aracı görmek. TL’nin değer kaybettiği ilk günlerde iktidarı savunanları hatırlayın: Çin gibi olacağız ucuz iş gücü var!

Kazaya ve kadere inananlar bizim de inanmamızı istiyor. İstiyorlar ve diyorlar ki “biz bu dünyada zengin olalım, siz sesinizi çıkarmayın, bu sizin kaderiniz. Öbür dünyada eşitleniriz”!

Yıllar önce okuduğum bir kitap düştü aklıma: Emeğin Tevekkülü. Üşendim evdeki kitaplıkta aramaya, internetten baktım. İletişim Yayınları’ndan çıkmış. Bunu da internet sitesinden kopyaladım muhtemelen arka kapaktan: “Hepsi Allah’tandır… İşvereni zenginlikle sınıyor işte. Onun sınavı o, benim sınavım bu, fakirlik…”

Orhan Gencebay’ı şarkılarından severdik. Onun şarkısıyla başladık öyle bitirelim. Tıpkı Postacı filmindeki (İl Postino) ünlü replik gibi: Şiir ihtiyacı olanındır. Bundan sonrasını Orhan Gencebay düşünsün.

KULA KULLUK EDENE YAZIKLAR OLSUN