Kitaplarla Atatürk’ü anmak - anlamak ve 10 Kasım üzerine

Atatürk, son zamanların en gözde figürü oldu literatürde. Onu ve yaptıklarını yazanların sayısında hatırı sayılır bir artış da oldu. Her meşhur kişi onu...

Atatürk, son zamanların en gözde figürü oldu literatürde. Onu ve yaptıklarını yazanların sayısında hatırı sayılır bir artış da oldu. Her meşhur kişi onu yazıyor… Onun yaptıklarını anlatırken de isteyen istediği gibi yorumlayabiliyor…Daha ziyade kısa duygusal hikayeler şeklinde onu yüceltmek ve bu sayede okunabilir kılmak adeta ülkede bir moda haline geldi bu günlerde…

Biz burada bugün, belgesiz yazılmış, onu hiç sorgulamayan, hatta 12 Eylül döneminde de yapıldığı gibi onu biraz daha putlaştıran ve üstelik hiçbir bilimsel ya da akademik yanı olmayan, ama hoş seda bırakacak kitaplara karşı çıkacak değiliz…

Ama kısaca bildiğimiz doğruları da çekinmeden yazacağız…

Ülkemizin uzun bir süredir bir türlü organize olamayan aydın insanları, etraflarındaki her şey sessiz sedasız değişirken, değiştirilirken hiç değilse sığınacakları okuyacak bir şeyler aramaları bizce çok doğal bir tepki… Ama bunu çok geç fark etmiş olmaları ise, tam bir yüzkarası… Unutmadık; daha 5-6 sene önce bu ülkede istisnalar hariç, onu ağzına alan yoktu…

Çoğu ekranlarda da çok değil sadece 3-4 sene öncesinde bile, Atatürk’ün esamisi okunmuyordu. İnanmayan varsa, o günleri izleyip, istatistikleri çıkartıp baksınlar bu iddiamızın doğruluğuna...

Biz akılcı hareket edelim; “Neyse olsun varsın böyle! Zararın neresinden dönülürse dönülsün kârdır!” diyelim ve bu çok gecikmiş olmanın üstünü burada bir çırpıda örtüp geçelim. Ancak bütün bunlardan, öz eleştiri yapıp biraz olsun pişmanlık duyan varsa, ona saygı duymak gerektiğini de belirtelim. Zira biliyoruz ki Atatürk’ün öğretisinin bizce bel kemiği olan “sürekli gelişim” felsefesi zaten her daim bunu gerektiriyor ….

Her şeyden önce eğer bu ani doğan Pop-tarih türü Atatürk anlatıları rüzgârı böyle bu hızla yaygınlaşarak devam ederse, onu 12 Eylül sonrasındaki gibi yine tam anlayamamaktan ve yine “İki katlı pembe eve hapsetmekten” korkarız biz…

Onu gerçekten anlamayı, bir kez daha böyle ıskalamak, hele bu dönemde, bizce Atatürk’ün öğretisini en hafif tabirle umursamamakla eş değer bile sayılabilir … Bir dönem, aslında ilk kez rahmetli Turgut Özakman Şu Çılgın Türkler ve Cumhuriyet, Kurtuluş kitap ve dizileriyle, zaten bunun en alasını üstelik sanatsal anlamda yapmıştı … Çok da başarılı oldu.

Hatta mesela o zamanlar şanlı Ordumuz bunları, hatırladığımız kadarıyla bütün kışlalarına her yeni katılan askerine, memleket evladına daha ilk katıldığı günden itibaren, güzel ortamlar sağlayarak topluca izletti. Ardından bu eseri izleyen Mehmetçiklere anketler yapıldı ve müthiş bir memnuniyet oranı çıktı kışlalardan.

Bu anlamlı faaliyet, 1990’ların sonlarında o zamanlar personelin arasında Mehmetçikler için Milli Eğitimin okullarda kazandırdığının üzerine bir alt yapı bilgisi olarak da kabul edilmişti. Harp Akademisi sınavlarında da Atatürk’ün Söylev’inden sorular çıkardı… Bugün hala o sistemler uygulanıyor olabilir, tam bilemiyoruz…

Bu yazıma; çağdaş toplumların tam aksine, neredeyse hiç okumayan bir toplumu okutmaya başlatmayı hedefleyen ve doğal olarak da kâğıt fiyatlarının dolarla birlikte alıp başını gittiği tuhaf bir ortamda, küreselleştirilmiş piyasada hayatta kalabilmeyi düşünen mücadele içindeki popüler basım evleri belki de kızacaklardır. Zira onlar, “İnsanlar okusun da ne okursa okusun!” savunusundalar hep… Bunu da anlayışla karşılayalım. Ama söz konusu bu hayati konuda aklımızı da kullanalım…

Bugün biz burada “Mustafa Kemal Atatürk’ ü gerçek anlamda tanımanın esas kaynakları neler olabilir” çok kısaca özetlemek istiyoruz. Aşağıdakileri eğer okumuşsanız, söz konusu bu aydınlara katiyen bir diyeceğimiz olmaz, olamaz! Eksik kalanlar ise istenirse, bizce kısa bir sürede çok kolay tamamlanır…

Yalnız yine de burada sadece bir şart var; Onu tanımaya gerçekten de karar vermiş olmamız gerekiyor, yüzeysel değil, derinlemesine tanımayı kastediyoruz. Yani başka bir deyişle, onu şeker gibi kolay okunup giden masalsı anlatılarla, sadece gözleri bolca yaşararak, duygulanarak değil de gerçekçi olarak aile meclislerinde ve dostlarla da yaptıklarını-ilkelerini sorgulayarak, doğru kaynaklardan bilgilenerek, onun eylemleri ile söylemlerini o günkü dünya düzeni ve koşullar içinde, akıl süzgecinden geçirerek, hatta empati yaparak değerlendirmek ve sürekli geliştirmek suretiyle, anlamayı istememiz, gerekiyor…

Aksi taktirde bazılarınca rozet Atatürkçülüğü denilen 12 Eylül’ün yaptığı hatayı, bir başka yetersiz uygulamayla yine tekrar etmiş olacağız. Eğer onu tam ve gerçek anlamda anlamayı ve tanımayı günümüzde yine başaramazsak, aydın kesim bu kez büyük bir olasılıkla çökebilir ve süreç içinde hurafeye teslim olabilir. “Asıl korkulacak konu budur!”, diyen gerçek aydınların sayısı da çok…

Dolmabahçe’de güzel insanlarımızın büyük guruplar hainde yoğunlaşıp el ele kenetlendiği, onun gözlerini yumduğu sembolik yatağının başında gözleri yaşaran Muhafızlı Mehmetçiklerin gönüllerimizde yer ettiği bu geleneksel 10 Kasımlarda onu her daim güzel anmak kuşkusuz çok önemlidir. En güzel şekilde hafta boyunca anılmalıdır zaten. Ama onu gerçek anlamda anlamak en az bunun kadar önemli bizce. Zira bu, akılla ilgili sürekli bir iştir…

Onu ve yaptıklarını anlayabilmek için, onu bir yerlerden tabi ki öğrenmek, okumak da gerekir. İşte bu anlamlı günlerde size onu tam anlamak ve dost ortamlarda tartışabilmek için evlerinizde mutlaka bulunması gerektiğini düşündüğümüz somut okunası temel kaynakça önerimiz;

1. Kendi kaleminden çıkan Nutuk/ Söylev (TDK yayını). Onun büyük mücadelesi için omurga ve birincil kaynaktır.

2. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (Atatürk Araştırma Merkezi, 2006)

3. Yurttaşlık Bilgileri (Atatürk)

4. Kumandan ve Zabitan ile Hasbihal

5. Medeni Bilgiler (Afet İnan)

6. Çankaya (Falih Rıfkı Atay)

7. Onun emperyalizmle askeri ve siyasi çok büyük mücadelesi sırasında en yakınındakilerin “Anıları, Günlükleri”.

Bunları (Zeytin dağı, Yaban, Finlandiya Ak Zambaklar Ülkesi vs… gibi tartışma alt yapısını sağlamlaştıracak kitaplarla) azıcık olsun çoğaltabilirsiniz de. Ancak, sorgulayan insan ve aydın olarak bazı ikincil kaynaklarda katılmadığınız yönlerin bulunması da pek şaşırtıcı değildir, aksine doğaldır.

Hele son zamanlarda yazılmış geriye kalan kaynaklar ise, birkaç istisnası hariç, büyük çoğunluğu en fazla bu kaynaklardan yararlanılarak yazılmış, hatta “Google, Kes Kopyala!” türü, yani o günkü koşullarla birlikte yaptıklarını analiz etmeyen, karşılaştırarak değişimi sorgulamayan, onu zaten çok sevenlere ilave bir değer katmayan, ama insana gerçekten güzel zaman geçirten masalsı kitaplar ne yazık ki… Yani eğer yukarıdakiler kütüphanenizde varsa ve okumuşsanız, bunlar da zevke bağlı olarak alınır, diyoruz. Neden olmasın?

Bizce, günümüzdeki asıl beklenti ise onun Sürekli Gelişim Odaklı, Vizyoner Öğretisini böyle sorgulayarak yazacak ve böylelikle hepimizin uygarlık düzeyine daha fazla ve daha çağdaş katkı sağlayacak eserlerde…

Ama onu anlamak için okuduktan sonra tekrar ediyoruz ki o devrin koşullarıyla yazılanların sorgulanarak, tartışılarak derinlemesine anlaşılması gerekmektedir. Bu yol oldukça uzun ve zor bir yoldur. Baştan bunu söyleyelim. Ama çok zevkli ve size ve uygun ortamlarda tartıştığınız insanlara katma değer sağlayacak bir uğraştır.

“Keşke Milli Eğitim de bu mantığı benimsese!” diyoruz…

Günümüzün sarsıcı hayat gaileleri içinde bu kararı henüz vermemiş olanlar varsa henüz gecikmiş sayılmaz. Aile sohbetlerine, ahbap ziyaretlerine, okullarımıza, sivil toplum kuruluşlarının (STK) gündemlerine, gençlik sosyalleşmelerine eğer bu konuları hala sokamıyorsak ve çocuğumuzla, eşimizle kahvaltılarda akşam yemeklerinde bu konularda sohbet edemiyorsak, dost acı söyler ama “Gerisi lafı güzaftır!” …

Yukarıdaki bu konularda eksiksek eğer, hemen bir yerden başlamak bizce hala olası…

Etiketler
10 Kasım