Profesyonel ordu mu dediniz? (1)

Bu yılların sorusunu bir çırpıda “evet veya hayır” diyerek geçiştirmek uzmanlar için hakikaten çok zordur. Son yıllarda bilen bilmeyen olsun, “Profesyonel...

Bu yılların sorusunu bir çırpıda “evet veya hayır” diyerek geçiştirmek uzmanlar için hakikaten çok zordur. Son yıllarda bilen bilmeyen olsun, “Profesyonel Ordu” çokça dile getirilen bir konudur. Özellikle de bilişim çağının çok hızlı bir değişimi beraberinde getirmesi, nano teknolojiler, yapay zekanın ve robot teknolojilerinin gelişimi, sofistike savunma sanayi ürünlerinin, modern silah sistemlerinin, iletişim sistemlerinin her geçen gün daha da karmaşık olmaya başlaması, ya da çağdaş denilebilecek birçok büyük devletin ordularının profesyonel orduya geçişlerinin ciddi etkileri de dikkate alındığında, bu moda kavramdan etkilenmemek hakikaten zor.

ABD’ndeki uygulamaya göre “Profesyonel Ordu”, kısaca askerliği bir meslek olarak kabul edenlerden, yani para karşılığında yapmak isteyenlerden oluşur. Orada erler, onbaşılar, çavuşlar, astsubaylar ve subayların tamamı para karşılığı kendilerine verilen görevleri yaparlar. Bununla beraber “Zorunlu askerlerin” oluşturduğu ordulara kıyasen, tamamı profesyonellerden oluşan söz konusu orduların, devletlerin ya da iktidarların biraz yakınında yer almaları bizce sakıncalı olsa da biraz da insanın tabiatından kaynaklanan doğal bir sonuçtur sanki. Zira oralarda çok basit bir halk tabiriyle “parayı veren düdüğü çalar!”. Ya da işveren; bütün kuralları, yapılacakları, maaşları vs. belirler. Yani onları içerde-dışarıda ister savaştırır ister barıştırır.

ABD ordusunun Kongre (Temsilciler Meclisi ve Senato), çok cesur bağımsız mahkemeler gibi emniyet supapları olmasına karşın Başkan’ın yine de istediklerinin çoğunu yapabildiği dikkate alındığında, ne demek istediğimiz iyi anlaşılır. George W. Bush’a ve B. Obama’ya bakmak yeterlidir; meclise sormadan gerek dronlarla, gerek özel kuvvetlerle gerekse hava unsurları veya donanma baskınlarıyla uygun gördükleri hedefleri yönetimde oldukları 16 yıl boyunca vurdular (Afganistan, Yemen, Suriye vb.).

Ancak ABD’nde 1960’lı yılların sonlarında Vietnam Savaşındaki gibi harp karşıtı protestolara günümüzde artık pek rastlayamazsınız; çünkü ordusu uzun bir süredir artık profesyonel ordu olup “halkın ordusu olmak” sıfatını oldukça kaybetmiş görünmektedir.

Amerikan halkı; Irak’ta 4500 ölü ve 32 bin yaralıya, ya da Afganistan’da 2300 ölü 17 bin yaralıya (1) karşın (ikisinin toplamı olan yaklaşık 7 bin ölü ve 50 bin yaralıya karşın) yine de bu büyük kıyıma kayıtsız kalmıştır. Hatta bazıları “Tabi ölecekler, o kadar para alıyorlar!” bile diyebilmiştir veya medeniyetin beşiği olduğu iddia edilen yerde o koca koca uçaklardan peş peşe indirilen Amerikan bayraklı tabutlar, ülkede artık uzunca bir süredir o eskisi kadar tepki doğuramamaktadır. “Nüfusun sadece yüzde bir-ikisiyle sürdürülen bu mücadeleye acaba nüfusun geriye kalan büyük çoğunluğu ne kadar ilgilidir” konusu, bugün ABD’nde ciddi olarak sorgulanmaktadır.

Aynı şekilde, ABD Başkanı Trump da bir bakarsınız “Kuzey Kore’yi vurabiliriz!” der, bir de bakarsınız “Havlayan köpek, halkının katili, deli, haydut, minik roket adam vs.” diye hakaret ettiği Kuzey Kore Lideri Kim Jong Un ile bir yerlerde buluşacağını, üstelik bunu “Bu bir onurdur!” diyerek dünyaya ilan eder. Şaşırıp kalırsınız. Eğer ABD’nin gururu sayılması gereken o demokratik kontrol mekanizmaları Kongre üyeleri kendisini sıkıştırmasa, hesap soramasa, sivriliklerine mâni olmasa, kısa süreli nokta taarruzları dahil hakikaten de her istediğini yapabilir intibaını vermektedir. Peki bu gücünü nereden almaktadır? Hemen söyleyelim; “kendisine midesinden bağlı olan, arkasını dayadığı paralı, sofistike ve güçlü profesyonel ordusundan!”

Aslında son on yıllarda moda oldu dediğimiz Başkan Reagan yönetiminin projesi olan “Profesyonel Ordu” kavramı, biraz da Vietnam Savaşı’nda ABD’nin büyük çoğunluğu o tarihlerde zorunlu asker olan 50 binden fazla insanını kaybetmesi ve 300 bin yaralı (2) vermesinin sonucu ve o öfkeli halkın şiddetli tepkisinden dolayı ortaya çıkmıştır. “Profesyonel Ordu” daha ziyade, soğuk savaş sonrası bir sistem ya da uygulama olarak da bilinir. ABD halkı çoğu üniversiteye gidememiş fakir ailelerden gelen ve zorunlu asker olan “ölü ve yaralı toplam 350 bin evladının acısına o zamanlar dayanamamış ve bunu ülke genelinde şiddetle protesto etmiştir” demek yanlış olmaz.

Dünya’nın değişim istediği 1967’de NATO’da önemli dönüm noktalarından birisi olarak gösterilen bugün bile değer taşıdığı söylenen Harmel Raporu(3) , bir yandan caydırıcılığı (Deterrence) arttırırken diğer yandan da yumuşamayı (Detant) denge içinde öne çıkartan çift yönlü (Dual-Track) bir siyaset izlemeye başlamıştı. Bu politika ise soğuk savaştan artık bıkmış insanlarca, nükleer ve konvansiyonel olarak devam eden o acımasız silahlanma yarışının sessiz sedasız yavaşlatılmasına da katkıda bulunmuştu.

Eski Sovyetler bloğu zaten teknolojik üstünlüğü ABD lehine kaybettiği için ve savunma harcamalarını sürdüremeyecek duruma geldiğinden dolayı geri adımlar atmaya başlamış hatta blok çözülmüştü. Böylece İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan itibaren devam eden Sovyetler Birliği (SSCB) tehdidi, ortadan kalkmaya başlamış görünüyordu. Karşısındaki tehdit azalan NATO’da ise, çözülme olmasa da çok yaygın olarak yukarıdaki raporun da ruhuyla mevcut orduların küçülmesine, ancak küçülürken de etkinliklerinin artmasına neden oldu. Sürpriz bir şekilde 1980’lerde Sovyet lider Gorbachev “şeffaflık ve yeniden yapılandırma (Glasnost, perestroyka)” sloganlarıyla Doğu Batı arasındaki gerginliği çok azalttı. AGİT vs. derken yumuşama ve karşılıklı kontrol daha da arttı.

Zaten Vietnam Savaşı savaş karşıtlığını getirmişti, hatta dünya barışı ve Hippilik gibi akımlar bizim ülkemize kadar ulaştı. 1969 Ağustos’unda New York Woodstock Festivaline Amerika'nın her yerinden gelen Soğuk Savaş ve Vietnam’dan bunalan 450 bin gencin katılımı protest gençliğin zirvesi oldu. Festivalde günlerce Joan Baez, Janis Joplin, the Who, Jimi Hendrix… gibi sanatçılar ve gruplar savaş karşıtı performans sergilediler. Yüzbinler hep birlikte şarkılar söyledi, coştu, aşırılıklar da oldu. New York Valisi N. Rockefeller bu festivale 10 bin milli muhafız gönderip oradakileri dağıtmaya kalktıysa da son anda bundan vaz geçirildi. İşte o zaman gençler (68 kuşağı) dünyanın her köşesinde tarihi bir döneme “Yeter!” diyerek öncülük yapıyorlardı. Zorunlu Askerlik sistemini uygulayan Sovyetler Birliği, Afganistan’da benzer dönemlerde (1979-1989) aynı hezimeti yaşamıştır.

Özellikle de Vietnam Savaşı sonunda oluşan tepkiler ve alınan dersler ile bloklar arasındaki yumuşama, başta ABD olmak üzere mevcut aşırı şişmiş orduları küçültmek ama bir yandan da daha caydırıcı kılmak için “Profesyonel Ordu” kavramını daha fazla öne çıkartmaya başladı. Sonra 1989’da Berlin Duvarı da yıkıldı ve bir süreç içinde gelişmiş refah ülkeleri domino etkisi gibi peş peşe “Profesyonel Ordu” sistemine geçmeye başladılar. Varşova Paktı ülkeleri de taraf değiştirip bir bir Türkiye’nin de desteğiyle NATO’ya katıldılar ve üstelik Türkiye’den önce hemen hepsi AB üyesi de oldular. O tarihlerde dünya genelinde çok fazla çatışma, savaş da yoktu; o anki konjonktür de bu tür “küçültülmüş profesyonel ordulara dönülmesi” stratejisine çok uygun bir zemin hazırlamıştı.

“Profesyonel Ordu ve ABD’nin silahlı kuvvetlerinin nasıl yapılandığı” konuları hemen her ülkeyi benzer şekilde etkilemeye devam etti. Yani “önce ABD’ne ve onun ordu teşkilatlanmasına bakarım, o nasıl yapıyorsa onu aynen kopyalarım!” düşüncesi öne çıktı. Kıyaslama (Benchmarking) (4) denilen yönetimsel tanım çok geçerliydi artık…

ABD’nin arkasından İngiltere, Fransa, İtalya, Kanada, İsveç, Hollanda, Japonya, Belçika, İspanya, Portekiz, Çin, Almanya, vb. bu akıma uydu. Görüldüğü gibi tarihi bir akış içinde, özellikle de son yıllardaki bu yöndeki eğilim nedeniyle 29 Avrupa Birliği ülkesinin çoğunluğu ordularını profesyonel ordu haline getirmiş oldu. Çağdaşlaşma hamlelerini başarmış AB’ne üye olmuş refah ülkelerinin neredeyse tamamı profesyonel orduya geçmişti.

“Zorunlu askerlik” sisteminde ısrar eden ülkelere bakınca ise, gelişmişliklerini kanıtlamış Norveç, Avusturya, Finlandiya ve Danimarka örnekleri hariç, genelde belli bazı özellikleri taşıdıkları dikkat çekmektedir. Zorunlu Askerlik sistemini sürdüren ülkelerden bazıları olarak, Türkiye, Rusya, Yunanistan, İsrail, Cezayir, Suriye, Mısır, İran, Ürdün, Küba, Kuveyt, Meksika, Tayland, Güney Kıbrıs, Tayvan, K. Kore, G. Kore, Bosna Hersek, Tayland, Ukrayna, Venezüella’yı vb. sayabiliriz.

Bu ülkelere dikkat edilirse, ya çok kritik bir coğrafyada yer almaktadırlar, ya da ülke rejimlerine karşı ciddi tehditlerin olduğunu hissetmektedirler. Ancak vurguladığımız üzere bunlar, üç dört istisnası hariç demokrasi kültürü tam oturmamış, ekonomisinde tam istikrarı sağlayamamış, bağımsızlığını tam sağlayamayıp sağa sola savrulan, hukuk devleti olmak avantajını daha tam yakalayamamış ve insan hakları gibi kavramların göz ardı edildiği ülkelerdir.
Ancak bu benzeri olumsuz niteliklere sahip olmasına karşın, mesela Çin, Suudi Arabistan, Pakistan gibi ülkelerin de “Profesyonel Ordu” sistemini tercih ettiklerini görüyoruz. Dolayısıyla insan haklarını, demokrasiyi, hukukun üstünlüğü gibi göstergeleri dikkate aldığımızda “Profesyonel Ordu sistemini seçenler çağdaşlaşmış ülkelerdir” diye tersine bir genelleme de yapamıyoruz.
Ayrıca, “Profesyonel Ordu” konusunun önderi olan 650 milyar dolarlık savunma bütçesiyle ABD’nin özellikle de peş peşe Afganistan (2001) ve Irak (2003) işgallerinde beklediğinden çok daha fazla kuvvete ihtiyaç duyduğunu biliyoruz. Bu yüzden ülke olarak mevcut “Profesyonel askerleri” yeterli olamamış ve (çoğu okurken üniversitesine para bulamadığından katılmak zorunda kaldıkları) rezerv dedikleri gerektiğinde askere çağırılan ihtiyatlarına da bolca baş vurmak zorunda kalmışlardır.

Mesela ABD; 2014’te Kırım’ın dünyayı şaşkınlığa uğratan görülmemiş bir operasyonla Ruslar tarafından aniden işgal edildiğinde ya da Doğu Ukrayna, Gürcistan ve İran’a karşı krizlerde gereken anlarda yeterli kuvveti bulamamıştır. Ayrıca, bütün bunlara ilaveten ABD kritik anlarında askeri personel açığını kapatmak için hem kanun çıkararak hem de mali destek vererek Blackwater gibi alternatif bir özel sektör ordusu oluşturdu ve Afganistan’da ve Irak’ta yaygın olarak operasyonel anlamda kullandı. Yani profesyonel ordusu ve rezervleri yetmedi.

Bu nedenle de birçok profesyonel asker ve birlik ile rezervler, “defalarca” aynı zor görevlere, memleketlerinden çok uzaklara gönderilmek zorunda kalınmıştır. Yani burada meşhur “Profesyonel Ordu” beklendiği ve iddia edildiği kadar hegemon ülke ABD’ye bile çözüm olamamıştır, demek pek de yanlış olmaz. ABD şu sıralar bu kurduğu iddialı sistemden henüz vazgeçmemiştir ancak vaz geçerse yine önce İngiltere ve sonrasında da diğerlerinin de aynı şekilde bu akımı takip edeceği düşünülebilir.

Biz burada Türkiye için giderek etkisizleşmeye başlayan Atatürk’ün o yaşamsal önemdeki toplumsal değişim projesinin henüz tamamlanamaması veya duraksaması nedeniyle o büyük ve esin veren çağdaşlaşma hamlesinin özellikle de milli eğitim hamlesinin çağdaş uygarlıklar seviyesine çıkarılması hedefine bir türlü ulaşamamasının da “Profesyonel Ordu” sisteminin Türkiye’de uygulanabilmesini oldukça zorlaştırdığı da vurgulamak isteriz.

Profesyonel ordu mu dediniz? (2) - YAZININ 2. KISMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN

Güzel yarınlara… 12 Mayıs 2018, Kadıköy

1 - http://icasualties.org/OEF/USCasualtiesByState.aspx
2- https://thevietnamwar.info/vietnam-war-casualties/
NATO’da kabul gören Belçika Dışişleri bakanı Pierre Harmel’in raporu
3- “Harmel Report, The Future Tasks of the Aliance, 1967”, https://www.nato.int/cps/ic/natohq/topics_67927.htm
4- Benchmarking: Çağdaş yönetim terminolojisinden alınmış, kıyaslama da denilen bugün sıkça kullanılan bir terimdir. Rekabette avantaj sağlamak maksadıyla verimli ve başarısı bilinen bir diğer rakibin iş yöntemlerinin ve yönetimlerinin usul, teknik ve uygulamalarının incelenip ortaya konması ve ardından elde edilen sonuçlar doğrultusunda sadece beğenilen uygulama teknik ve usullerin alınıp (kopyalanıp) kendi kurum kuruluş veya şirketinde aynen uygulanmasıdır.

Etiketler
Ordu