İdlip Çıkmazı ve 'Milli Farkındalık'

Her şeyden önce, İdlip’de geçen haftalar içinde peş peşe şehit verdiğimiz o bütün memleket evlatlarının ailelerine ve tabi ki ulusumuza baş sağlığı...

Her şeyden önce, İdlip’de geçen haftalar içinde peş peşe şehit verdiğimiz o bütün memleket evlatlarının ailelerine ve tabi ki ulusumuza baş sağlığı diliyoruz…

Son günlerde oralarda yaşananları ve acı veren gelişmeleri görünce ülkemizdeki asıl sorunun, yirmi ay önce de yazdığımız üzere (Bkz: Halkla Paylaşılan Şeffaf Ulusal Güvenlik Stratejileri (UGS)) bizce aslında tümüyle bir “Ulusal Güvenlik Sistemi” sorunu olduğu artık iyice anlaşılıyor. Çünkü ülkemizde ulusal güvenlikle ilgili hiçbir şey şeffaf değil. Karşılıklı olarak en üst düzey çeşitli görüşmeler oluyor, bir iki resmi çok kısa basın açıklamasının, üç beş gazete manşetinin ve de ABD Başkanı’nın başlattığı yeni moda haline gelen resmi unvanlarla atılmış karşılıklı ve fevri Tweet’lerin dışında ortalama vatandaş “Etrafta gerçekte nelerin yaşandığına dair” doğru bilgiye ulaşamıyor. O gençliğimizin bu bilgi ihtiyacını gideren sorumlu, cesur ve bağımsız “Savaş Muhabirliği” müessesesi de artık pek kalmadı…

Kritikliğini sürdüren İdlip bölgesinin çoğu dış çevresinde bağımsız konuşlanmış, her birinde yaklaşık takviyeli bir takım veya bölük timi (Belki de tabur görev kuvveti) kadar bazı ağır silahlarla da takviyeli askeri kuvvet bulunan “12 (+) adet Gözlem Noktamız” her şeye rağmen görev yapıyor. Birkaç gün önce hududu geçip duruma oralarda uygun pozisyon alan binlerce zırhlı araçlık birlikler de cabası. Suriye’nin İdlip bölgesi artık tam bir “arı kovanı” gibi…

Karar vericiler ve veya ortalama insanımız için “Öz evlatlarını gönderdikleri oralarda aslında nelerin olup bittiğini anlayabilmek” çok önemlidir. Bunun için en gerçekçi olanı bizce, orada bizzat görev yapmak veya yaşamaktır. Bir sorumlu siyasetçi olarak, risk içinde görev yapanlara destek vermek maksadıyla, oralarda sadece bir veya iki gece kalınsa, durumun tam anlaşılması için bu yeter de artar bile…

Ya da biraz empati yapıp “deneyimlerimize ve hayal gücümüze” güvenerek, İdlip’deki askeri siyasi ortamı biraz olsun tahmin ederek siz okuyuculara canlandırmamız lazım. Zira ancak böylelikle yaşanmakta olan gerçek durumu kavrayabilir ve “orada görev yapanların güç koşullarını” biraz olsun idrak edebilirsiniz…

Düşünün ve varsayın şimdi; İdlip’deki kritik ve nispeten hâkim bir yerde konuşlanmış o 12 adet Gözlem Noktamızdan birisinde “komutan” durumunda, vatan aşkı dolu pırıl pırıl genç bir yüzbaşısınız ya da kıdemli üsteğmensiniz…

Emrinizde yüz veya birkaç yüz kişilik, kader birliği yaptığınız rütbeli-rütbesiz Mehmetçik var. Ailelerinizle hep birlikte vedalaşıp aldığınız emir gereği, yaklaşık bir yıl önce kışlalarınızdan çıkıp kilometrelerce yollar aşıp, konvoylar halinde birliğinizle hududu geçip Suriye İdlip’teki hiç bilmediğiniz yeni görev yerinize, Gözlem Noktanıza geldiniz… Bazılarınız daha önce ülkede, Suriye El-Bab’da veya Afrin’de de çetin silahlı çatışmalara girmiş olabilirsiniz…

Bir iki kısa izin dışında yaklaşık bir yıldır da oradan, görev yerinizden pek ayrılamadınız zira personel sıkıntısı sizi buna mecbur etti. Ne de olsa Kuleli Askerî Lisesi mezunu olmaktan ve veya Harbiyeli’likten kaynaklanan ta çocukluktan başlayan bir vazife aşkı, silah arkadaşlığı ruhu ve sorumluluk duygusu bu… Böyle yetiştirildiniz…

Mevsimler döndü, haftalar aylar o bilmedik el diyarlarda gerilim içinde geçti ve bugünlere geldiniz…

Hava, geceleri oralarda artık çok soğuk ve geceleri ortalama eksi 3-6 derece ve karla karışık yağışın olduğu bir çöl soğuğu var. Bazen ciğerlere işleyen nemli kış ayazları da cabası.

Canlandırmaya biraz daha detayla devam edelim; işte size yine bildik, hiç de rahat olmayan gergin bir İdlip gecesi daha… Komutan olarak “Su uyur düşman uyumaz!” sözü zihninizde ve uzun süredir bütün askerlerinize bunu ezberletmişsiniz… Çepeçevre emniyet sağladığınız üs bölgesinde geleneksel olarak ateş yakmak yasak. Zırhlı bir aracın içindesiniz, araç kaloriferleri faal fakat o demir yığınının içerisi basık, ışıksız ve çok havasız.

Ya da gündüzleri balçık çamurlu, geceleri tam takır donmuş Suriye toprağının bağrında, yıkık dökük bir binanın içinde kum torbalarıyla desteklenen pencereli bir siperdesiniz; eller tetikte… Gözünüz hep karşılarda. “Bize karşı bir yakın tehlike-tehdit var mı yok mu?” endişesi içinde öz güvenle çok büyük bir dikkatle vardiya nöbetinizi tutuyorsunuz…

Bir Yüzbaşı olarak dün gece vardiyasında bizzat komuta ettiğiniz bölüğün yarısı yine herhangi bir baskına uğrama endişesiyle bütün gece çevre emniyetindeydi ve tümüyle ayaktaydı.

Bir cesur astsubayınızın komuta ettiği fedakâr uzmanlarınızdan oluşan özel timiniz de ilave “bilgi toplayabilmek” maksadıyla 1-2 kilometre mesafede yakın-uzak hareketli gece keşif pusularında çevrede gece boyu Suriye Rejim ordusu gözetlemesinden sakınarak risk içinde dolaşıp durmuştu. Etraf ve yollar tuzaklı mayınlı olabileceğinden çoktandır bölgenin “iz haritalarını” da çıkartmıştınız. Dolaşanlar bunu kullanarak görev yaparken birkaç saat önce karşı sırtlarda elinde dürbünle gözetleme yapan ama bunu inkâr eden bir sivil şüpheli şahsı yakalamışlar ve sorgulanmak üzere beraberinde Gözlem Noktasına getirmişler, bunu size rapor etmiş durumdalar. Gündüz bir ara tarafınızdan da sorgulanacak bu şüpheli…

Bütün gece telsizle yapılan keşif ve gözetleme konuşmaları nedeniyle mevcut durumu harita üzerinde zaman zaman da gözetleyerek değerlendirip durmuştunuz. Yandaki Gözlem Noktalarında olanları da tam takip etmek hayati önemdeydi. Birkaç gündür daha da sıklaşan ve giderek yaklaşan silah sesleri yüzünden bu gece de bir dakika olsun gözünüze uyku girmemişti. Bardak bardak kaynamış çay içmekten de artık mideniz yanıyordu… “Sigara ölümdür!” yazan paketlerin içindekileri, düşman karşıdan görmesin diye avucunuza hapsederek tek tek tüketmeye devam ediyordunuz.

Gece boyunca; çevrenizi gözetlettiğiniz diğer modern gece görüş cihazlarının başındaki uzman gözcülerinizi o ayazda kader birliği içinde bulunduğunuz, aslında emeklilik sırası neredeyse gelmiş deneyimli bölük astsubayınızla siper siper dolaşarak birkaç kez gezmiş, kalın parkalarına sarılmış gözü sürekli karşılardaki Mehmetlerin gönüllerini almış, moral vermiş ve onları böylece hiç uyutmamaya çalışmıştınız. Boğazınız ise birkaç haftadır çok soğuk hava nedeniyle şiş durumda ve kolay yutkunamıyorsunuz. Nezleniz, içtiğiniz ilaçlara rağmen devam ediyor. Neyse ki dünkü gibi ateşiniz yok ve öksürüğünüz de iyice azalmış durumda…

Sabah karanlığında pek iştahınız olmasa da mecburen haberciniz tarafından önünüze konan biraz peynir reçel bal ve zeytinden oluşan her zamanki hazır kahvaltınızı, devlete millete ve yaratana şükrederek bayat da olsa somun ekmek dilimleriyle zar zor midenize indirmiştiniz.

Biliyorsunuz ki, öğlene-akşama hemen her gün yine aynı alıştığınız konserve kavurma et, konserve İzmir köfte, konserve barbunya pilaki-patlıcan kızartması, hazır çorba, paket helva vs. var.

Sonra kalkıp yine gece bulunduğunuz gözetleme yerinize gidiyorsunuz, sabaha karşı hava hafif aydınlanırken gözünüz hala uzak mesafeli dürbününüzde; aklınız ise sorumluluk bölgenizdeki özellikle de son birkaç gündür de artık çevrenizde iyice burun buruna geldiğiniz Rusya’nın teknik istihbarat ve hava desteğindeki Suriye Rejim ordusu askerlerinin faaliyetlerinde; bölgede kalıp gizlenen HTŞ cihatçı silahlı terör mensupları da cabası…

“Kim ne zaman nereye yer değiştirmiş, durum haritasına doğru işlenmiş mi yoksa atlanmış mı” sürekli gezip kontrol ediyorsunuz… Çevrenizde ayrıca gece gündüz sizinkinden başka uçan farklı küçük kameralı casus dronlar da gezip duruyor… Bazılarını vurup düşürtmüşsünüz…

Son bir hafta-on gündür de size doğru direkt yaklaşmadan kenarlardan köşelerden ilerlemesine devam eden, etrafınızdan geçip giden ve Gözlem Noktanızı adeta sessizce, uzaktan kuşatmasını tamamlayan Suriye Rejim ordusu askerleriyle bazı siperlerde uzak mesafelerden de olsa artık namlu namluya, karşı karşıya gelmişsiniz. Can sıkıcı bir durum bu… Anlaşmaya, mutabakatlara falan uymuyorlar. Belli ki artık açıkça “ülkenize dönün” diyorlar…

Ama karşılıklı sağ duyu nedeniyle henüz Gözlem Noktanızda ve sorumluluk bölgenizde şimdilik onlarla ciddi bir çatışma olmamış durumda. Onlar da siz de, bir beklenmedik gerginlik daha oluşmaması için itinalısınız. Bu duruma rağmen onlara karşı öfkelisiniz zira daha birkaç gün önce bir başka Gözlem Noktanıza takviye götüren ikmal ve zırhlı araç konvoyuna hiç beklenmedik şekilde saldırılmış ve 8 silah arkadaşınız şehit verilmiş… Ardından birkaç gün sonra 5 şehit daha… Tam teyakkuzdasınız. Bazı yerlerde desteklediğiniz unsurlara saldırmışlar ve bunlara tahsis ettiğiniz zırhlı araçlarınızı tahrip etmişler.

Onlara özellikle de ilerleyen unsurlarına gerilerden çok namlulu roketatarlarla ateş kusuluyor. Ağır zırhlı obüsleriniz de bu ilerleyen Suriye Rejim askerlerinin bölgelerine zaman zaman ateş açıyor… Onların son 48 saatte düşürülen iki helikopterinin birisinin sizin silahlarınızla kırsalda düşürüldüğü dahi iddia ediliyor… Kuşatma benzeri bir durumda kaldığınız için giderek eliniz kolunuz da bağlanmış oluyor, Soçi mutabakatı görevlerini yürütmeniz de artık mümkün değil…

Gece boyunca birkaç kez sizin bölgenize doğru sağdan soldan bilinmedik taciz ateşleri oluyor. Bunlara karşılık verip aptalca silah mevzilerinizin yerlerini belli ettirmiyorsunuz. Birlikçe iyi eğitimlisiniz… Ne taraftan ateş yerseniz, öldürücü pusunun-baskının öbür taraftan geleceğini de daha önce PKK’ya karşı çatışmalarda yaşamışsınız şehitler vermişsiniz, artık ders almışsınız ve de iyi biliyorsunuz. Bu çok uzaktan silahlı tacizlerin sonucu yaralı hasar vs. yok, şükrediyorsunuz. Gece süresince, bir iki kez de sizin deneyimsiz yeni bir askerinizin kazara karşıya açtığı ateş nedeniyle, aklınız başınızdan gitmiş… Ona da çok öfkelenmişsiniz…

Bilinmedik silahlı bir gurubun geç saatlerde bölgenize doğru yaptığı sızma girişimine ise sizin emrinizle anında bir gurup havan mermisi atarak karşılık verilince orada bir anda hiç kimse kalmıyor…

Bu arada 40-50 kadar sivilden oluşan çoluk çocuk, yatak yorgan çuval dolu külüstür bir araç konvoyu, ilerinizdeki yolda en uçtaki kendi kol devriyenizin telsizle ilettiğine göre geçiş için izin istiyor. O korkunç soğukta çoluk çocuk onlara içiniz acıyor, kendi küçük çocuklarınız gözlerinizin önüne geliyor ama yine de “Karşı tarafta kuytuda sabahı beklesinler!” emrini veriyorsunuz. Zira gündüz gözüyle kimlik taraması yapılacak ve oraya aralarına terörist sızmış mı, sızmamış mı bunun iyi kontrol edilmesi gerekiyor. Aralarında canlı bombalı terörist bile olabilir… Yine de onlara elinizde bulunanlardan biraz konserve, somun ekmek ve birkaç paket helva verilmesini emrediyorsunuz… Perişan görünen sivil halk kafileleri hudut istikametinde bu şekilde aralıklarla sürüyor, ister istemez geceleri pek huzur vermiyorlar. Zira Esad komutasındaki Suriye Rejim ordu birlikleri bunları muhtemelen artık bir süredir ilerlemesine devam edip korkutup kurnazca Türk hudutlarına doğru sürüyor sanki…

Sabah hava aydınlanmadan hemen önce karanlıkta, Gözlem Noktanızda aynen dünkü gibi 12 saatlik vardiya değişimi oluyor; gece bölüğün kum torbalarıyla çevrili siperlerinde sabaha dek hiç uyumayan gececi ekip artık sabırsızlıkla değiştirilmeyi bekliyor, hayli yorgun görünüyorlar… Etraflarının tamamen çevrilmiş olmasından da huzursuzlar… Huzurla uyunmayacak…

Vardiyayı devralacaklar ise kat kat dikenli üstüvane tel engelleri ile çevrilmiş bulunulan hâkimce bir yerdeki Gözlem Noktası denilen o genişçe bölgenin içinde, yerlere kurdukları iki kişilik portatif çadırlarında, bazıları kapalı araçların kasalarında, bazıları da yıkık dökük küçük kerpiç köy evlerinin içlerinde nefesleriyle ısındıkları sıcacık uyku tulumlarında brandadan ibaret demir yataklarından, zar zor yeni güne uyanıyor ve buz gibi karanlık bir havada derhal silah teçhizat çelik yelek kuşanıyor, giyiniyorlar. Kat kat çorap giyiyorlar; ama bazıları uzun süre giyilmekten adeta postal şeklini almış... Memleket evlatları birbirleriyle şaka yapıyorlar, sanki cephede gerginlik yok…

Şimdi artık onlara sıcak keyif bitti; zira görev sırası geldi… Gece boyu ilave battaniyelerinin de altında, hatta kimisi cep sobalarını kullanarak uyumaya çalıştılar… “Bu gece biraz kritik olabilir!” dendiği için postalıyla yatanlar da çok. Tavşan uykusu gibi tedirgin bir uyku yaşandığı aşikâr…

Bölüğün Komutanı olarak sizin de içinde bulunduğunuz o aynı “gece vardiyası” şimdi biraz dinlenip bu akşamüstü uyanınca Gözlem Noktasının savunma görevini yine devralacak… Böyle vardiyalar halinde yaşanılmaya iyice alışılmış orada…

Sabahın korkunç ayazı insanın içine işliyor. Muflonlu kış parkanız bile o meşhur Suriye çöl soğuğuna kar etmiyor, sırtınıza ilaveten bir battaniyeyi şal gibi almış durumdasınız. Her “Hoh!” yapışınızda ağzınızdan burnunuzdan buharlar çıkıyor, sürekli eldivenli ellerinizi ovuşturarak ısıtma gayretindesiniz… Yıkanmak ve yeşil sebze yemek en büyük özleminiz. Zaman zaman ekşi koktuğunuzu hissediyorsunuz. Tıraş olmayı disiplin gereği görüp, her sabah mutlaka astlarınıza örnek olacak şekilde sakal tıraşı oluyorsunuz. Derme çatma bir yerde bazı günler fırsat bulup sıcak su ile abdest alıp biraz su dökünüp silinmek ise en büyük mutluluğunuz.

İçinizden sürekli “Vazifenizi şerefle yapıp, eninde sonunda hayırlısıyla bitirip birliğinizle beraber buradan sağ salim çıkarak, uzun zamandır uzakta bulunduğunuz o burnunuzda tüten evinize yurdunuza çoluk çocuğunuza kavuşmak” dileğini geçiriyorsunuz. Sizi okutup bu günlere getiren ananıza babanıza, öğretmenlerinize, komutanlarınıza, milletinize dua ediyorsunuz… Atalarınızın aynı Suriye çöllerinde, ama “oraları kendi topraklarımızken” yaklaşık bir asır önce, hele o çok daha çetin koşullarda ve yokluklar içinde nasıl böyle görevler yaptıklarını düşünüyorsunuz, rahmetle onları yad ediyorsunuz…

Aslında aylardır hep beraber aynı durumdasınız, hem cesur olmak hem de sağ duyulu olmak mecburiyetindesiniz. “Ama henüz tam bir savaş değil ki bu! Hem bizim buralara barış getirmek hedefimiz?” diyerek o halinizle teselli buluyorsunuz. Fakat aklınız bir anda karışıyor ve mırıldanarak söyleniyorsunuz; “İyi de eğer savaş değilse bu son, peş peşe verilen 13 şehit nedir peki? Daha öncesinde de kayıplarımız olmuştu ama çok seyrekti. Son iki günde düşürüldüğü iddia edilen Suriye Rejim ordusu helikopterleri ya da tahrip edilmiş ÖSO elindeki bazı Türk zırhlıları ne olacak? Ya bu tırmanış durdurulamaz ise ve de onlar bize de buraya ilk ateşi aniden açarlarsa? Gerçi açarlarsa eğer, onlara cehennemi yaşatırız! Sonrası Allah kerim!”

Jeneratörünüz olmasa Gözlem Noktasında hayat da duracak. Ailelerle özel kriptolu telefonla-müsaadeli cep telefonlarıyla sıra dahilinde kısa da olsun görüşürken sevdiklerinize “rahatınızın çok iyi olduğunu ve sıcak ortamda hiçbir sorun yaşamadığınızı, tehlikesiz bir yerde bulunduğunuzu” söylüyorsunuz. Zira biliyorsunuz ki onları uzaklarda boşuna helak etmenin hiç gereği yok… Ama yine biliyorsunuz ki onlar da aslında sizin ne kadar zor koşullarda olduğunuzun farkındalar ve de endişe içindeler, gözleri kulakları TV haberlerinde. Cepheden yapılan bu tür duygulu konuşmalar, yazışmalar, helalleşmeler insanı etkiliyor… Sosyal medya bir sürü yalan yanlış haberlerle dolu. Karşı tarafın görüntülü propagandası, almış başını yürümüş. Sosyal medyadaki bazı Türk askerlerinin siyasi işaretler yaptığı o birkaç adet “gerçek ya da yalan fotoğrafların” alenen dolaştırılması üstelik “İntikam intikam!” diye yeminli kıta görüntülerinin uçuşması, sizi şaşırtıyor. Buraya “barışı getirmek için” gelmiştiniz. “Henüz bu değişmedi ki? Hem asker siyasete karışmaz!” diye de düşünüyorsunuz. İlave istihbarat toplamak düşüncesi haricinde bu koşullarda sosyal medya ile hiç işiniz olmaz zaten!

İçiniz; kara yoluyla gelecek ikmal konvoyunun birliğiniz için ihtiyaç duyulan her türlü malzeme, yakıt, yeşil sebze, meyve, çeşitli gıda ve mühimmatı emniyetle riskleri aşıp bir an önce getirip getiremeyeceği endişesini taşıyor.

Dün geceden kalma; ikisi diş ağrısı çeken, bir de ayak baş parmağı iyice iltihaplanıp şişen üç hastanelik askeriniz var. Bunlar da, gelebilirse ilk zırhlı ikmal konvoyu ile, dönüşte saatlerce sürecek çelik yelekli risk dolu bir karayolu yolculuğuyla geriye ana üssünüze tedaviye geri gönderilecek…

Bölük astsubayınız, üst makamdan sürekli gelen emirleri-keşif raporlarını size getiriyor. “Hastalık olmasın” diye birliğin portatif helalarını da sabah bir ara birlikte gidip denetliyorsunuz. Dolanların hepsi de kapatılmış, üzerleri kireçli ve zar zor da olsa donuk toprakta yeterince yeni hela çukurları açılmış… Boş zaman yok; gözünüz kulağınız ise hep üst komutanlık telefon-telsizinde, gelen mesajlarda… Sizin gececi vardiya da artık görevi devretmiş istirahate çekiliyor ama kumandan olarak sizin uyuma şansınız yok; en azından telefonla üst komutanınıza gecenin raporlamasını bizzat yapacaksınız ve de bugünkü önemli gündüz faaliyetlerinizi yine bizzat sizin yönetmeniz lazım… Özellikle de milli silahınız epeyce gerilerde mevzilenen Fırtına obüslerinizin desteği için çevrenize yönelik sürekli yaşayan bir “Topçu ateş planı” yapmak zorundasınız…

Bulunduğunuz Gözlem Noktasına doğru gelen bazı yakın yol ve istikametleri de tuzaklı aydınlatma mayınları döşeyerek tıkamanız da gerekiyor… Askerlerinizin, ağır silahlarınızın aynı siperde aynı saatlerde hep aynı şekilde kalması suretiyle yerlerinin karşı taraftan keşfedilmesini önleyebilmek için göbeğiniz çatlıyor; onlara sürekli yer değiştirtiyorsunuz. Keskin nişancılarınıza ve de topçu-havan ileri gözetleyicilerinize sürekli durumlar vererek onlara tek tek hedef mesafe kartları hazırlatıp her an çatışmaya hazır bulunduruyorsunuz. Mevcut küçük dronlarınız sürekli havada ve yakın çevrenizde keşif yapıyor…

Bölgeyi iyi bilen ve sizinle bulunan ülkenizin resmen desteklediği ÖSO savaşçıları (Türkiye’nin değiştirdiği yeni adı: Suriye Milli Ordusu) ile ilişkilerde de dikkatli olmak gerektiğini iyi biliyorsunuz. Özel kuvvetlerde bir ara bunun eğitimini almış olsanız da sıkıntılı bir konu. Zira bunların içlerinde güvendikleriniz de dahil her türden adam var. Üstelik bunların aralarında uzak geçmişlerini bilmediğiniz cihatçı elemanlar da az değil.

Harbiye’de size öğretilmemiş bir savaş şekli bu; vekalet savaşları falan diyenler de var… Çoğu yerini yurdunu ailesini kaybetmiş ve sahada yıllardır öldürmeye alışmış artık ölümü kanıksamış elemanlar bunlar... Hele psikolojik sorunlu olanları zaten bir bakışta gözle bile fark edebiliyorsunuz. Birkaç cümle ezberlediğiniz o kıt Arapçanızla içlerindeki bazılarıyla çat pat konuşunca veya tercüman yardımıyla yaşadıkları trajedileri dinlediğinizde de şok yaşıyorsunuz, acıyorsunuz. Üstelik bunların bazıları bir süre önce taraf değiştirmiş, size geçmiş... Bunlarla ilişkiler hassas durumda ve en ufak bir hataya tahammül yok…

Neyse ki maaşlarını şimdilik ülkeniz adına siz veriyorsunuz ama bunların bu maaşları “bir gün olur da kesilirse ne yapacaklarını kestirmek de çok zor’” diye kara kara düşünüyorsunuz…

Onları hep havadan-yerden kontrol ederek gözünüzün önünde bulundurmanız gerekiyor. “Güven kontrole mâni değil!” sözcüğü düsturunuz! Bu elemanlar aslında epeyce işinize yarıyordu zira gerektikçe timlerinize dahil ediyor gerekirse de bölgede faaliyet gösteren zorunlu kalındığında bölgedeki tüm örgütlerle ve yerel halkla irtibatı ister istemez bir şekilde bunlarla da sağlıyordunuz. Bunlar, her tarafa girip çıkıp size haber de topluyorlardı. Mesela etraftaki ağır silahlı terör unsurlarına “Soçi ve Astana’da yapılan anlaşma gereği ellerindeki ağır silahlarını bırakmalarını” söyleyip onları ikna etmeye çalışacağınız elinizde başka bir aracınız yoktu… Ama son çatışmalar ve Suriye Rejim ordusunun ileri harekâtı ve de verilen o son şehitler bu süreçleri tümüyle mahvetmiş görünüyor… Bölgenizdeki ÖSO unsurları, kırsaldaki yerleşim birimleriyle sıkı temas halindelerdi.

Aldığınız üst komutanlık emrine dayanan bu barışçıl gayretlerinize rağmen aylardır bölgedeki cihatçı teröristler bu silahsızlandırma çağırılarınıza nedense yanaşmıyorlardı, yani istediğiniz şekilde ağır silah falan bırakmıyorlardı. Defalarca bunu rapor etmenize rağmen, bu konu nedense uzun süredir üstten de hal edilemiyordu… Bu yüzden de 15 kilometrelik kuzey güney ekseninde bir silahsızlandırılmış bölge henüz kurulamamıştı.

Bu uluslararası sorumluluk gerektiren konu, şu an bizzat sahada bulunan bir asker olarak üstelik, neredeyse tümüyle sizin sırtınıza kalıyor. Vazifeniz sanki başarılamamış gibi…

Neyse ki Gözlem Noktalarına cihatçı HTŞ teröristleri de şimdilik birkaç taciz hariç pek ateş açmıyorlar. Ama ya bir gün anlaşıp Suriye Rejim ordusuyla birlikte buraya ateş açarlarsa? YPG/PKK ile de Suriye Rejim ordusu, böyle kaotik bir anda anlaşmadılar mı? Suriye Rejim ordusu önceleri, genel olarak hiç ateş açmıyordu. İşler ve durumlar sanki artık değişiyormuş gibi…

Artık belli ki bölgede hiç kimselere güven yok. Yabancı ülkelerden gelen istihbarat bilgileri de son zamanlarda nedense azalmış durumda, sıkıntılı bir durum. Kendi medyanızı ve BBC’yi dinliyorsunuz. Bölgedeki büyük ülkelerle, yukarılarda bazı sorunların oluştuğu da aşikâr… “İnşallah acilen çözülür” diye içinizden geçiriyorsunuz.

Gözlem Noktanızın yakınındaki sivillerin çoğu kuzeye veya batıya hudutlarınıza doğru göçmüşler. Bu yüzden Hatay hududuna yakın bölgelerde İdlip içlerinde muazzam büyüklükte geçici yerleşim merkezleri var ve yüzbinlerce insan iç içe geçmiş halde çadırlarda ve derme çatma evlerde hep birlikte tıkış tıkış yerlerde yaşam mücadelesi veriyor. Yaşanan tam bir insanlık dramı… Ama insanlığın haberi yok…

Ama hayret edilecek derecede bu halkın bir bölümünü ne yaparsanız yapın bir türlü kazanamıyordunuz. Bazen bakışlarından kim dost, kim kin dolu, anlamak kolaydı… İçlerinde Türkmenlerin de bulunduğu ÖSO savaşçıları rejimin eline düşmektense ölümü tercih edeceklerini söylüyorlardı. Bu nedenle Suriye Rejim askerleri ilerleyince muhtemelen silahlı savunma yapabilmek için biraz daha yanlara-gerilere doğru çekildiler…

Kendi sorumluluk bölgenizdeki halkın bir kısmının, sizin gelip giden ay yıldızlı konvoylara taşlı saldırılarla bağıra çağıra çoluk çocuk kadınlı protestoları da içinizi çok yakmıştı.

Fırsat kollayan YPG/PKK teröristlerinin de cihatçı teröristlerinin de hatta belki de Suriye ve veya bölgede fink atan diğer bütün ülke istihbarat örgütlerinin de bunda katkısının olduğunu hissediyordunuz… Bu nankörlüğe kızıyordunuz ama belli edemezdiniz, hem taş atsa da çoluk çocuğa ne yapılabilirdi ki zaten… Astlarınızı ise hep yatıştırıyordunuz, diyordunuz ki; “Aman ülkece burada bir oyuna gelmeyelim! Bazı bölgelerde de Türk bayraklarıyla karşılandık, unutmayın!” Zaten etrafımız şu an çevrildiği için bu tür hareketler, büyük bir sürpriz olup da onlar geri çekilinceye kadar artık çok güç… Fazla kıpırdayamayız…

Sık sık onları dinliyorsunuz. Bazıları diyorlar ki; “Bize bir görev verildi ve buradayız. Bu bizim milletimize karşı namus borcumuzdur. Eğer gerekirse ölüme de hazırız. Bir anlaşma yapılsa ve Suriye Rejim ordusu tekrar eski yerine çekilse, ardından da bölgedeki cihatçı terör örgütlerinin hepsini güç kullanarak yok etmek görevi ülkemize verilse, buna uluslararası hukuk acaba ne der? Ya büyük güçler kurnazca bu işi bize yaptırmayı hedefliyorlarsa? Yok eğer Suriye Rejim ordusu ile bunların arasına girip ara buluculuk yapacak isek, burası adeta dünyanın uluslararası en büyük sorun yumağı haline gelmiş bir yeri. Hem bu saatten sonra bu mümkün mü? Özellikle de milyonu aşan mağdur durumdaki sığınmacılar konusunda ABD’nin başat olduğu NATO da yardıma çağırılsa mı acaba; bu takdirde bölge baş aktörü Rusya ne der?”

Gerçekten de biraz düşününce; İran ve İsrail dahil bütün küçük-büyük ülkelerin casusları, sivil-emekli askerlerden oluşan kara gözlüklü resmi olmayan silahlı-paralı organizasyonları her tarafta modern sivil cipleriyle rahatça fink atığı da gözünüzün önüne geliyor. Para dahil her türlü kurnazlığı kullanarak bunlar arkalarında kendi devletlerinin desteklerini de almış olarak kendi ulusal çıkarlarını sürekli size dayatmaya çalışıyorlar…

Sizin ve birliğinizin Gözlem Noktalarından çıkıp bunları yakalayıp tutuklamak serbestiniz de artık yok. İçiniz huzursuz zira İdlip’deki askeri varlığınız Birleşmiş Milletler’in kararıyla olmadı; o eskiden bildiğiniz anlamıyla oradaki varlığınızla bir BM. Barış Gücü vs. gibi de muhtemelen görülmüyorsunuz… Etrafta ayrıca bir sürü başka ülke “İnsan Hakları-Kızılhaç-Kızılay” örgütleri-gözlemcileri de var ve vızır vızır geziyorlar; sürekli lehte-aleyhte hakkınızda rapor tutuyorlar.

Ayrıca biraz sorgulayınca aklınıza geliyor; size verilmiş asli görevlerinizden birisi de Hama Humus Şam ve Lazkiye (M4 ve M5) ana yollarının kontrolüydü. Aylardır sürekli bu yolları gözlemliyordunuz ve görevinizi elinizden geldiğince yapmaya çalışıyordunuz. Ama arazi o kadar uçsuz bucaksız ve genişti ki, bunu elinizdeki kısıtlı yetenekli küçük dronlarla da dahil tam olarak yapmanız oldukça zordu. Kuşkusuz pes edemezdiniz, göreve canla başla devam ettiniz…

Asıl işi yani kendi sorumluluk bölgenizdeki gözetlemeyi-keşfi havadan da yapmak gerekiyordu. Ancak hava sahası kontrolü ise tümüyle Ruslar ’da bulunuyor. Yani bizim jetlerimiz-keşif uçaklarımız- milli İHA’larınız, helikopterleriniz Rusların izni ve bilgisi olmadan, bulunduğunuz yerlerde kullanılamıyor…

Düşünmeye devam ediyorsunuz; “Bir süredir İdlip’deki Gözlem Noktalarımızın önemli bir bölümü birkaç gündür artık resmen Suriye ordu birliklerinin içinde kalmaya başladı; etrafımız iyice çevrildi. Takviyeler belki de ilk buraya bize gelecekler. İnşallah gelirken pusuya düşmeden sağ salim ulaşırlar”, deyip dört gözle onları bekliyorsunuz.

Bununla beraber ‘Şimdilik her koşulda bulunulan yerlerde gözlem noktası olarak kalmaya devam edileceği’ siyaseten de net olarak en üst düzeyden açıklamalarla ilan edildi. Diğer yandan da Suriye ordusuna ‘şubat ayı sonuna kadar Gözlem Noktalarının gerisine çekilmeleri için yine en üst düzeyde ültimatom verildiği’ de orada siperlerdeki herkesçe biliniyor. Bu iyi ama onlar ya bunu kabul etmezlerse? Ya önce kabul edip sonra bir anda zaman içinde bir gün cayarlarsa ne olur? Eğer kabul edeceklerse ilerlemelerini durdurmaları gerekmez miydi? İdlip’e doğru Köyleri tek tek ala ala ilerliyorlar …

Burada siperlerde Gözlem Noktası olarak yalnız başına uzunca bir bekleyiş olabilir. Belki artık mevcut ikmal maddelerini daha ekonomik kullanmak da gerekebilir. Ama devletimiz bizi böyle uzakta bir başımıza asla bırakmaz! Şimdilik bir bildikleri vardır mutlaka! İnşallah havadan bize takviyeye gelecek birliklerimizin konvoylarımızın ve de bulunduğumuz yerlerin kendi jetlerimiz, İHA ve silahlı helikopterlerimizle ihtiyaç doğarsa korunması konusunda özellikle Rusya (ve Suriye) tarafı da ikna edilip acilen karşılıklı bir anlaşmaya varılır…

Fakat bu sefer de gelen giden yollar cihatçı HTŞ unsurları ile de dolu olabilir, peki bunlar rahat durur mu? Eğer gerekiyorsa bu Gözlem Noktasında verilen direktif gereği, burada son mermiye kadar savunup can da verilir… Fakat bize ait olmayan bu çöl topraklarındaki Gözlem Noktalarında uğurunda hayatlarımızı feda etmemiz suretiyle varılacak en son milli hedef bu koşullarda nedir sahi? Verilen asli vazifemizi, yani “İdlip bölgesinde çatışmasızlığı”; her ne pahasına olursa olsun mesela hepimizin canları pahasına da olsa, sağlansın mı isteniyor? Esad’ın Rejim ordusunun Rusya desteğinde çoğunu ele geçirdiği M5 (Şam) ve veya henüz tam yüklenmediği M4 (Lazkiye) yollarının kontrollerini biz tekrar nasıl sağlayabiliriz?

Evet bu “akış ve canlandırma” istersek böyle daha da uzar gider. Buraya kadar suni bir kurgu içinde, empati yaparak merak edenlere, sanki orada yaşayan bir yüzbaşının ve silah arkadaşlarının şu kritik son günlerde muhtemelen yaşadığı sadece bir gününü, hayalen canlandırmaya ve biraz olsun durumla ilgili milli farkındalık yaratmaya çalıştık. Zor bir işti zira gerçeği ancak orada şimdi yaşayan bilir! Yazarken bir sürü kurgu yanlışlarımız da olabilir, eksikler olabilir, sorumluluk duygumuzla bilerek yazmadıklarımız, yazamadıklarımız da olabilir. Oradaki durumun daha bile zor olduğundan korkarız… Ama en azından gayret ettik. Şimdi artık düşünme sırası sizde…

Yine de yukarıdakilerin birçoğunun gerçeğe yakın olabileceğini, hissediyoruz. Keşke bu Gözlem Noktalarından birinde “Mehmetçiklerin oradaki bir gününü ve yaşadığı ağır koşulları” aksettiren mesela vergilerimizle ayakta duran bir gerçekçi TRT videosu mevcut olsaydı da bu hayali köşe yazısına gerek kalmasaydı… Durumlar oralarda böyle çok kritikken, Türkiye’ye kaçmış o genç-ihtiyar “dört milyon Suriyeli’nin” şehirlerimizdeki ilginç yaşamları da pekâlâ belgesel yapılabilir…

Ancak yine de oralardaki Mehmetçiğin sırtına yüklenen ve giderek aşırı ağırlaşmaya başladığını gördüğümüz bu “olağan üstü artan sorumluluk”; aslında her cephede fedakârca canıyla kanıyla vatanı için mücadele veren, şanlı Ordumuzun neredeyse tümüyle sırtına binmiş durumda. Yani oralardaki ani bir gelişmeyle hiç beklenmedik bir sıcak savaşı ateşleyebilecek o “Karmaşık İdlip-Suriye uluslararası sorunu ve yükü”, belki de bir anlamda, “bir elinde cımbız bir elinde ayna, umurunda mı dünya?” diyerek umarsız yaşayanların aksine “bir elinde dürbün bir elinde telsiz” bölgedeki kaotik durumu anlamaya çalışan, hazzedersiniz ya da hazzetmezsiniz, namlusunun ucundan karşıya bakan yine Kuleli- Harbiye mezunu gencecik bir fedakar piyade yüzbaşısının sırtında şimdi… Evet, silahlar ya aniden patlar da Ortadoğu denkleminde işler bir anda tümüyle kontrolden çıkarsa peki ne olur? İşte bizce[1] asıl soru da budur…

[1] Merak edenlere söyleyelim; buradaki “Biz” yazarın sevdiği özgün bir köşe yazısı üslubu olup bu özne, yazarın kendisidir…