Kadir Mısıroğlu İddiaları ve ÇANAKKALE’de MUSTAFA KEMAL (Yazı Dizisi- 4 Son)

Kadir Mısıroğlu İddiaları ve ÇANAKKALE’de MUSTAFA KEMAL (Yazı Dizisi- 4 Son) (Cumartesi Sohbetleri, 25 Nisan 2015 (C133)...

Kadir Mısıroğlu İddiaları ve ÇANAKKALE’de MUSTAFA KEMAL (Yazı Dizisi- 4 Son)

(Cumartesi Sohbetleri, 25 Nisan 2015 (C133) https://www.youtube.com/watch?v=NnwXkR2cs10&t=1940s )

Çanakkale Muharebelerinde Mustafa Kemal Paşa’yı ve oradaki başarısını sorgulayan ve de “Çanak soru, Mısıroğlu’nun verdiği cevap ve bizim cevabımız” şeklinde sıra takip edecek olan yazımızı bugün “Dördüncü ve Son” bölümüyle artık tamamlıyoruz … Bazı okurlarımız haklı olarak 5, 6, 7…vs. gibi daha nice bölümlerle bunların devamını beklediklerini yazdılar.

Ama bizim burada asıl hedefimiz, toplumu bu tür videolarla ilgili demokratik anlamda fikren uyarmak ve bu konuda çalışacakları biraz ateşlemekti. İşte bu duyguyla kaldığımız yerden yine devam ediyoruz…

Kadir Mısıroğlu (Kendi sorup, kendi yorum yapıyor): “Cemil Conk da yazdığı kitapta Ollander’in yazdığını doğruluyor. Kendisi Selanik’ten çocukluk arkadaşı… 52 senesinde hatırlarını yayınlamış. Adam ‘Anafartalar’ı ben kazandım, M. Kemal değil!’ diyor. Al size Anafartalar…”

Cevabımız: Merhumun aklı hakikaten çok karışıyor videosunda, zira Yarbay Cemil Conk (Emekli Tümgeneral) ile Selanik’ten arkadaşı ve sırdaşı Nuri Conker’i (Emekli Albay) karıştırıyor. Onun bu yalan yanlış sözlerini de hiç süzgeçten geçiren bir Allah’ın kulu da yok yanında! Pes demeyelim de ne diyelim? Hadi bunu geçtik, “bir hezeyan anıydı vs.” diyelim… Ama iyi de Cemil Conk’un hatıratında kattiyen (Çanakkale, Conkbayırı Savaşları, Cemil Conk, Erkanı Umumiye Basımevi,1959) “Anafartalar’ı Mustafa Kemal değil ben kazandım!” vs. gibi bu tür veya benzeri açıklama veya iması yok… Son derece mütevazı ve objektif yazılmış bir hatırat. Tam aksine Mustafa Kemal’e ve özellikle de 10 Ağustos sabaha karşı ki o “dahice bulduğu” ünlü Conkbayırı Taarruzu başarısına, sıklıkla hatırat sayfalarında olumlu yer veriyor kitabında (S.64-78). Dikkat; o tarihte (1959) Mustafa Kemal Atatürk çoktan ebediyete göçmüş ve onun yayınlanan bu kitabında-hatıratında devletin hiç tesiri/ baskısı da yok, devir Demokrat Parti iktidarı devri…

Nuri Conker, Atatürk'e "Kemal" diye hitap edebilen tek ve en yakın arkadaşıdır. Derleme türü aktarımlardan oluşan ve üçüncül ağızlar üzerinden yazılan bir kitabı çıkmış olsa da (Gürsoy; Atatürk ve Can Yoldaşı Nuri Conker, Alfa yayıncılık, 2011) “bizzat kendisinin kaleme aldığı” yayınlanmış, özel bir hatıratı günümüze ulaşmamıştır. Dolayısıyla, Conker’in o zafer ile ilgili olarak “Anafartalar’ı Atatürk değil, ben kazandım!” gibilerinden bizzat kendi kaleminden çıkmış böyle bir ispatlı sözü ya da iddiası gerçek alamda yoktur. Al size Mısıroğlu uzmanlığı!

Peki şimdi ne olacak bu yalan-yanlış iddiaların hali? Biz haklı olarak doğru soruyu soruyoruz; “Millete mal olmuş ebediyete göçmüş, cevap veremez durumdaki tarihi şahsiyetlerin kemiklerini sızlatacak şekilde, yaşayanların haksızlıklarla, yalan yanlış tek taraflı duyumlarla, uydurmalarla bilmeden etmeden hele doğru dürüst araştırmadan suçlanmaları adaletli midir? Ahlaki midir? Yazık değil mi yanlış bilgileri alan, o videoyu tıklayan bilgiye aç yüzbinlerce insana?”

Kadir Mısıroğlu (Yorumuna devam ediyor): “Çanakkale harbinin psikolojik değeri büyüktür. Askeri değeri yoktur.”

Cevabımız: İnsaf artık! Mısıroğlu bu videosundaki iddiasında harp tarihçiliğin de ötesine geçmiş ve jeo-stratejistliğe soyunmuş. Oysa bu sorunun cevabı çok kısa; Birinci Dünya Harbi’nin bu cephesi Çanakkale çıkarmasıyla beraber o haftalarda çökseydi eğer, askeri anlamda hızla ilerleyecek İngiliz ve Fransız Ordularınca İstanbul işgal edilerek çok daha önceden elden çıkmış olacaktı. İstanbul yani askeri-stratejik açıdan Boğazlar cephesi böyle bir anda elden çıksaydı, Osmanlı Doğu-Rus cephesi de kuşkusuz buna bağlı olarak askeri anlamda çökmüş olabilirdi. Böyle olunca da Birinci Dünya Harbi iki yıl daha önce bitebilirdi. Ardından da Almanya, Osmanlı cephesinden serbest kalan kuvvetlerini de mecburen kaydırarak ve de Rusların da üzerlerine tüm askeri güçleriyle çökmesiyle Bismark’ın o meşhur tarihi kâbusu “İki cepheli savaş” batağına düşebilirdi. Böylece Almanya, kayıtsız şartsız teslim olabilir ve de sonraları İngiliz Rus Fransız işgalindeki Almanya’da, eli kanlı diktatör Hitler ve o dehşetengiz Nazi rejimi, Mussolini’ler vs. asla doğamazdı…

Yani Çanakkale muharebeleri ve zaferi Mısıroğlu’nun videosunda dediği gibi sadece psikolojik açıdan değil, askeri sosyal siyasi ekonomik, tüm mili güç unsurları açılarından da çok önemli ve yaşamsal sonuçlar doğurmuştur. Ayrıca İngiliz ve Fransızların da askeri ve siyasi açılardan takatleri Çanakkale’de kesilmiştir. Mehmetçik erinden paşasına, tam da bunu başarmıştır. Bu da diğer bazı cephelerin de katkısıyla (Marn Cephesi, Mazurya bataklıkları vs) harbin durağan hale gelmesine, giderek uzamasına, dengelerin oluşmasına da (Balance of Power) neden olmuş, askerlerde zafere olan inanç yoksunluğu ve yorgunluk ortaya çıkartmış ve de en sonunda yaygınlaşan “barış” fikri Avrupa’ya da öyle bir anda tepeden inme gelmemiştir. Bu nedenle en başta Çanakkale cephesi olmak üzere, Som’larda, Galiçya’larda, Filistin vb. gibi cephelerde kaybedilen yüzbinlerce askerin hayatı, askeri galibiyetler-mağlubiyetler, ölümler, sayısız yaralanmalar, göçler, yıkılmış şehirler, bombardımanlardan çökmüş köprüler, açlık, salgın hastalıklar, dağılmış aileler…” ancak anlayabilenler için kuşkusuz çok büyük askeri değer taşırlar. Bunların tabi ki sosyal, siyasi, ekonomik vb. sonuçları da olur… Öyle Mısıroğlu’nun iddia ettiği üzere, Çanakkale cephesinin sadece psikolojik değeri olmaz…

Mesela kanlı Birinci Dünya Savaşı sonrası “Milletler Cemiyeti” girişimlerinin o berbat başarısızlığından kaynaklanan muğlak durum, ancak çok daha kanlı bir savaşla sonuçlanarak (İkinci Dünya Harbi) ancak asker/silah zoruyla giderilmiştir. Böylelikle de Avrupa’ya ve dünyaya zar zor da olsa “barış” gelebilmiştir. Üyesi bulunduğumuz Birleşmiş Milletler (BM) işte bu baş döndürücü “askeri vb. süreçlerin” içinde, on milyonlarca insanın/askerin hayatlarını o cephelerde feda etmesi pahasına, “askeri-siyasi bir değer taşıdığından” dolayı, kanla kurulmuştur.

Ayrıca daha önce önceki bölümlerimizde vurguladığımız üzere Kurtuluş Savaşında birlik komutanı olanların neredeyse tamamı Çanakkale’de muharebe alanlarında yetişen subaylardır. Şimdi onca can feda ettiğimiz Çanakkale muharebelerinin ve diğerlerinin “askeri bir değeri yoktur” denilebilir mi? Üstüne üstlük Çanakkale cephesinden alınan askeri-siyasi dersler, daha sonra askeri-stratejik alanda “Yıldırım Harbi doktrini ve modern zırhlı birliklerin doğuşu, güçlü hava kuvvetleri/ harekâtı sistemi kurulması, denizaltıların/ uçak gemilerinin öneminin artması vs.” gibi çok önemli stratejik değişikliklere de neden olmuştur.

Kadir Mısıroğlu (Yorumuna devam ediyor): “Çanakkale’den çekilmeleri ise 300 bin kişilik orduyu sahilden çektik. Türkleri aldattık, siperlere boş silah koyduk, atların ayaklarına keçe bağlayarak gemilere çekildik gittik… Subaylar bunu iki gün sonra öğrendi. Hem de karikatür gibi öğrendiler… Defi hacet yapan bir er ayağa kalkınca bir de görür ki karşı siperlerdeki tüfeklerin başında kimse yok… Anaa, gâvur gitmiş… Subaylar böyle öğrendi düşmanın gittiğini...”

Cevabımız: Sanki subaylar erlerle aynı siperlerde değildi! Cephedeki kahraman subayları, bizce tuhaf şirinliklerle boşa değersizleştirme çabası bu… Dolayısıyla o anda videoda Mısıroğlu’nun konuştuğu kitle salonda bütün bunları gerçek sanıp kahkahadan inliyor… (Adeta “İyi ki işgalciler mükemmel çekilmişler”, diyorlar bilinçsizce…) Oysa durum karşılıklı anılardan ve resmi-yarı resmi kitaplardan, kaynaklardan iyi incelendiğinde, onlara prestij kazandırmıştır. Zaten Çanakkale siperlerinden yapılan çekilmenin-kaçışın ya da tahliyenin İngiliz ve Fransızlarca mahirane bir şekilde yapıldığı da bizce bir gerçektir. Ama Mısıroğlu’nun dediği gibi öyle asla “iki gün sonra, hele bir erin defi ha… sonrası vs.” olmamıştır. O gecenin hemen sabahında, siperlerdeki subay ve erler tarafından her şey geç de olsa hemen anlaşılmıştır.

Hazırlık içinde olunsa da “düşmanı denize dökememek” askerlerimiz arasında fırsat kaçtığı için aslında büyük üzüntü de yaratmıştır. Hele kışın ortasında üç gün üç gece süren o çok müsait hava ve deniz koşulları, işgal güçlerinin Arıburun cephesinden tahliyesinde (18-19-20 Aralık 1915) büyük bir talih; ancak Mehmetçik ve komutanları için çok büyük bir talihsizlikti. Önce ANZAK tarafında, birkaç gün sonra da Seddülbahir cephesinde “iki kademede fasılalı yapılan iki ayrı çekilme” kabul etmek gerekir ki işgal ordularınca başarıya ulaştırılmıştır. Böyle olsa da tarihte “Kaçış kaçıştır!” Ayrıca her daim hezeyana kapılıp videosunda direkt-dolaylı sözlü saldırıda bulunduğu Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Paşa bu ani çekilmeler sırasında “Çanakkale’de değildir, İstanbul’da sağlık sorunlarıyla uğraşmaktadır”. Biraz okusa, yazılı kaynakları incelese, bunu kolayca bilirdi merhum. Bir harp tarihi uzmanı olarak Mustafa Kemal Paşa’nın askeri dehasını iyi bildiğimizden dolayı biz deriz ki “Eğer kendisi o sırada, Çanakkale’de olsaydı, Genel Kurmay Harp tarihi yazarlarının o en kapsamlı resmi kaynağındaki ifadesiyle (s.494)[1] ‘hiçbir durumu rastlantıya bırakmayan’ Albay Mustafa Kemal her konuda gerekli en ayrıntılı olasılıklara önem veren kişiliğiyle, o günlerde cephede durum belki de çok daha farklı olabilirdi. Onun cepheden ayrılmış olması İngiliz kuvvetleri için büyük bir şanstı…”

Kadir Mısıroğlu (Yorumuna devam ediyor): “Netice; Çanakkale harbi asker için büyük bir şereftir ama kumandanlar için asla şerefli bir iş değildir. Burada kumanda etmiş hiçbir kumandana kahramanlık izafe edilemez. Edilirse bu sahtekarlık olur… Kim için? Oradaki subaylara kahraman diyenler için. Bu kumandan Mustafa Kemal olsa bile. Hem sahtekâr diye, ben üçüncü şahıslara yani oradaki kumandanlara kahraman diyenlere söylüyorum. (İzleyiciye bakıp, müstehzi bir şark kurnazı ifadesi ile devam ediyor.) Burada ‘Sahtekâr’ dediğim M. Kemal değil… Ne alakası var? Ben hiçbir subaya orada kahraman denemeyeceğini söyledim (Bu zat için, sanki Yarbay Mustafa Kemal subay değil! Hayran hayran sırıtarak onu dinleyen videodaki o güruhtan kahkahalar kahkahalar…).

Cevabımız: Bilenler bilir; ayrılmaz bir bütün olan askerle onun komutanı özellikle de bu cephede hep düşmana 10-15 metre gibi bir nefeslik ölüm mesafesinde ve yan yanadır. Subaylar ve erler aynı siperlerdedirler. Aynı karavanadan kaşıklayıp beraber yer beraber içerler… Ne askeri ne de ahlaki anlamda, ikisinin arasında orada o toprak siperlerde bir ayırım yapılamaz. Er kahramansa onun önünde düşmana atılan örnek aldığı komutanı da/ subayı da kahramandır. Bu millet için Mehmetçiğin ne anlama geldiğinden (Bu tanım, er ve subayı birlikte kabul eder) bihaber olduğu da anlaşılıyor Mısıroğlu’nun … Ne diyelim; Allah günahlarını affetsin! Ama bu zata en azından biz, soyumuzdaki o Çanakkale kahramanı aile şehidimiz subay adına dünya-ahiret hak helal etmiyoruz…

Ayrıca Mısıroğlu’nun ironilerle dolu sözlerine bakılırsa bu video kaydında, açık açık usulsüzlükler yaparak bastırdığı o kitabına açılan davasından beraat ettiğini de rahatsızlık duymadan anlatıyor. Orada izleyicilerine kurnaz komiklikler, espriler yaparak “kanuna karşı hile yaptığını” bile hiç sıkılmadan söylüyor… Sizce bunu böyle aktarmak toplum için uygun ve etik midir?

Kadir Mısıroğlu (Yorum yapıyor): “Yükselmede de alçalmada da dünya milletleri içinde rekor bizdedir. Biz hala putçulukta ısrar ediyoruz. Neymiş, kanunla korunuyor… (Sizce burada acaba kim kast ediliyor?) Bu bir lekedir” bile diyor Mısıroğlu.

Cevabımız: Ağzıyla kendi bizzat söylüyor işte gerçeği; “Yükselme de de alçalmada da rekor bizde, yani Türklerde imiş!” Doğru ancak bu zatın kendisini bilemeyiz ama bizzat Liman Von Sanders’e göre daha önce de bahsettiğimiz hatıratında “Mustafa Kemal’in başarıları yükseliyor Çanakkale’de”. O cephede önce albay, sonrasında da paşalığa terfi ediyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun çok istisnai olarak verdiği en onurlu muharebe alanı başarı madalyalarından birisi olan “Çift kılıçlı imtiyaz madalyası” da zaten kendisine burada tevcih ediliyor. Malum, Samsun’a çıktıktan sonra Gazi, ordudan istifa ettiğinde sadece bu madalyasını Padişaha iade etmez. Zira bu anlamlı madalya Çanakkale muharebe meydanında kanla ve alın teriyle kazanılmıştır …

Kadir Mısıroğlu (Yorum yapıyor): “Çanakkale cephesi, Anafartalar uyduruluncaya kadar 15-20 yıla öncesine kadar hiç anılmıyordu. Ancak ondan itibaren anılmaya başlandı.”

Cevabımız: “Mustafa Kemal Paşa’nın Anafartalar kahramanlığı uyduruldu!” karasını akıllara çalarak, merhum bunu videosunda tekrar tekrar söyleyerek o dinleyen bilgi eksiği kafalara propaganda tekniğiyle sokmaya çalışıyor sanki... Çanakkale Zaferinin bu ülkeyi hala birleştiren değerlerden biri olduğunu ve yazılanı çizileni de göz ardı ediyor. Atatürk’ün vefatında cenazesine binlerce kilometre uzaklardan gelip katılan, siperlerde Anafartalar’da karşılıklı savaştığı Anzak Generali Birdwood’un onun kortejdeki na’şına karşı büyük teessürünü, ardından söylediği sözlerini duymuyor ve onun Ata’ya saygısının, onca güce rağmen Anafartalar ve Conkbayırı muharebe alanlarındaki yenilgilerinden kaynaklanan hayranlığının farkında bile değil Mısıroğlu. Ayrıca Atatürk istese o günleri yaşamında bayram da ilan edebilirdi, ama yapmadı. Zira; gerek tevazuu gerekse “İkinci Dünya Harbi’nin çıkması ve tarafsız kalma mimarisinin temellerinin önceden atılması ihtimalleri, Hatay’ın ana vatana katılması, Sevr’e götüren hanedanlık sürecin aklanmaması için vs.” gibi akılcı vizyoner yaklaşımları nedeniyle kendi başarılarını bile göz ardı edip Çanakkale Muharebeleri bizce o zamanlar yeterince öne çıkarılamamıştır. Biz 1980’lerin başlarında kurmay gezilerinde oralara gittiğimizde, asker hariç çok fazla ziyaret eden olmazdı. Onun vefatından sonra da halk nezdinde böyle olmasa bile ülkenin iktidardaki siyasi figürleri, sadece Çanakkale’yi değil, Atatürk’ü ve ilkelerini uzun bir süre gerçek anlamda anmamışlardır. Siz bakmayın şimdiki şark kurnazlarına. Ağızlarından düşürmüyorlar… Ama çok değil, daha 2-3 sene öncesine kadar onu hiçbir yerde hiçbir platformda anmazlardı. Hatta en önemli dediğimiz TV kanallarında bile birkaç cılız kitap reklamlarının ötesine geçemezdi Atatürk; kayıtlar ortada… Neyse “biz birazcık sitemle buna da razıyız” deyip konumuza devam edelim…

Kadir Mısıroğlu (Yorum yapıyor): “Peki başarı nedir? Bir başarının şeref derecesi karşılaştığı ve bertaraf ettiği güçlüklerle ölçülür. Mesela M. Kemal’in 190 bin kişiyle, 190-200 bin kişilik Yunan ordusunu Sakarya da yenmesi, Mesela Alpaslan 50 bin kişiyle 250 bin kişilik Bizans’ı yenmesinin yanında bir HİÇTİR. Hacı İlbey gibi, Sırp Sındığında ‘4 bin kişiyle 40 bin kişiyi bir gecede yenmek’ şanlı şereflidir. Zekasıyla Çelebi Mehmet Timur istilası sonrası, ilk işi olarak Anadolu’da birliği tekrar sağlamıştır. Güç bir iş yapmıştır. Zordur. Onun için yaptığı şereflidir. Bu nedenle kendisi büyüktür.”

Cevabımız: Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün o tüm dünyaca hala takdir edilen devrimciliğini, ekonomik, sosyal ve siyasi başarılarını hele askeri dehasını küçültme çabası için yine kurnazca ve beyhude bir gayret içinde Mısıroğlu… Oysa onun bertaraf ettiği güçlükler strateji tabirleriyle zaman, mekân ve ortamla da ilgilidir. Sultan Alpaslan’ın başarısına kuşkusuz bir şey denilemez; gurur duyarız. Ancak böylesine kelle sayısıyla zaman ve mekân ayrımı yapılmaksızın bilgisizce kıyaslamalar yapılması bizce hiç de doğru sonuçlar vermez. Mesela Çanakkale muharebelerini konuşurken aniden küçümseyerek misal verdiği o eşsiz zafer “Sakarya Muharebesi” sadece Kurtuluş Savaşı için değil asıl genç Cumhuriyetimiz için yaşamsal bir dönüm noktasıdır. Askeri camiada “subay savaşı” olarak da bilinir (Mangal Dağı Muharebesi vs.). Top seslerini duymaya başlayan Ankara’daki Millet Meclisimiz, o çok çetin günlerde hızlı Yunan ilerlemesi karşısında artık hararetle Kayseri’ye taşınma tartışmaları bile yapmaktadır. Mustafa Kemal Paşa ordunun başına geçmiştir. Tekâlifi milliye ilan edilmiş ve askerin lojistiği, fakir, çilekeş ve fedakâr Anadolu halkının sırtına zorunlu olarak iyice binmiştir. Ölüm-kalım savaşına girilmiştir. Analar cephede askerdeki oğullarına-eşlerine-babalarına elleriyle çorap-çamaşır örmektedir …

Kayıtlara göre bu harp tarihçi (!) zatın öyle videosunda ortaya attığı gibi, 190 bin kişiye karşı 190 bin kişi falan da yoktur çatışmada… Hata payı hem öyle eşit de değil, Mısıroğlu’nun verdiği rakamlardan “100 biner daha az asker farkıyla” neredeyse “gerçeklerle yarı yarıyadır”. İnsaf, bu kadar da kuru sıkı atılmaz artık! Aslında Sakarya’da 90 bin civarlarındaki Türk askerine karşı 120 bin civarlarında Yunan askeri savaş meydanındadır. Bunları bugün her yerde her iki tarafın resmi rakamları da doğrulamaktadır. Öyle 200 binlik ordu vs. rakamları söz konusu değildir.

Merhum bu videosunda anlaşılan askeri gücün, sadece kelleleri sayıp rakamları kıyaslamakla hesap edilebileceğini sanmaktadır. Oysa bu çok sığ ve ilkel başarı hesaplama tarzı zaten askerlik ilmi açısından da çağdaş değildir. Kısacası Mısıroğlu, videosuna göre askerlik ve komuta etme sanatının, aslında matematik olduğunu da bizce tam bilmiyor. Bu zatın orada söylediklerine göre; Ortadoğu’da fink atan bir avuç askeri olan ama aslen teknoloji yoğun ve de seferber olma sistemi dünyaya örnek gösterilen İsrail ordusunun bugünkü gücünün, herhalde asker sayısından kaynaklandığını sanıyor olmalı … Mantık bu!

Mısıroğlu’nun vurgulamış olduğu Padişah Çelebi Mehmet’in Timur istilası sonunda o tarihte “Anadolu birliğini sağlaması” yorumu ise bizce de doğrudur. Ama Mustafa Kemal Paşa’nın dünya gücü olan yedi düveli yenip, ülke birliğini sağlayarak halkıyla birlikte başardığı devrimleriyle bu çağda yepyeni bir Cumhuriyet kurması bizce karşılıklı olarak kıyaslanamaz ve her ikisi de kendi dönemlerinde olan gelişmelerle birlikte değerlendirildiğinde birbirinden çok farklı bir başarılardır.

Kadir Mısıroğlu (Yorum yapıyor): Kurmay tabiri var; nereden uydurdularsa?

Cevabımız: Biz “Bazı kelimeler Türkçeye istesek de istemesek de yerleşiyor” diyoruz. Mesela uluslararası bir terim olan Computer/ Kompüter kelimesinin yerine bilgisayar kelimesi uzun yıllardır çok iyi tutmuştur. Erkanı harp kelimesinin yerine kurmay kelimesi de bugün artık Mısıroğlu istemiş olsun-olmasın artık çok iyi oturmuştur. Tarihi romanların dışında, kurmay kelimesi sivil hayatta, siyasette, iktidarda-muhalefette vs. çok yaygın olarak kullanılmaya devam etmektedir. Kurmaylık üstelik TDK’ nda yer alan sık kullanılan bir Türkçe kelimedir (Bkz. Türk Dil Kurumu, Güncel Türkçe Sözlük). Kendisi anladığımız kadarıyla Arap ekolünden geldiği için bu iddiasına da pek şaşmamak gerekir, kanaatindeyiz.

Sonuç: Konumuzu teşkil eden videosunda Mısıroğlu; Çanakkale cephesinde Albay Mustafa Kemal’e olan o ön yargısından kurtulamadan üstelik de sanki o gün kendisi de Anafartalar’da/ Conkbayırı’nda adeta oradaymış gibi saatlerce pop tarihçilik yapıp onun ardından kuru sıkı atıp tutmuştur. Oysa ne Genelkurmay’ın resmi yayınlarında ne de “Türkiye’de 5 yıl” adlı anıların sahibi olan Çanakkale Cephesi kumandanı Liman Paşa’nın söz konusu kitaplarında, yani birincil kaynaklarda Mustafa Kemal aleyhine, söz konusu ettiği bütün bu açık iddiaları destekleyecek veriler yok! İngiliz Aspinall-Oglander’in kitabı da dahil yerli yabancı, olayın bizzat içinde yaşamış bunca görgü tanığının Çanakkale Muharebeleri ve onun askeri/ liderlik becerileri ya da dehası söz konusu olunca yaklaşımları hep Albay Mustafa Kemal’in lehinedir. Peki merhum bu tuhaf bilgilerini, iddialarını yaşarken nereden ve niçin almış olabilir ki?

Karşısındaki güruha “hukuk mezunu olduğunu” söyleyen Kadir Mısıroğlu’nun aynı video konuşmasında hukukla ilgili şu ibretlik sözlerini de dinleyince, aslında son bir söz olarak bize diyecek hiçbir şey kalmıyor; “… Allah kanunu değil ki kul kanunu. Kalbur gibi delik deşik. İçinden deve bile geçirirsin...” (Yani ‘aleyhte konuşurken benim gibi aklınızı kullanın’, kurnaz öğüdü…İzleyicilerin kahkahaları…)

İşte bizler, yaşamında kurnazlığı aşikâr olan birisinden, çağdaş ve gerçekçi sorgulama, tam doğru bilgi aktarımı zaten bekleyemezdik. Yani o videolarında; biz ne yaparsak yapalım, “kul işi deyip, her bilgiyi (aynı yaklaşımla), deve bile olsa istediği gibi evirip çevirip o iğne deliğinden geçirmiş” olabilir. Bunu bilemeyiz! Kendisi Atatürk ve değerlerine karşı hep ön yargılı, onun devrimlerine karşı her daim fanatik karşıt bir insan olarak toplumun hafızalarında yerini aldı. “Keşke daha objektif olabilseydi” diyoruz. Beşer olarak o, bu fırsatı kaçırdı bu dünyada. Ancak şaşırtıcı bir şekilde çok tıklanan (Önemli bir kısmı da meraktan olsa gerek) bıraktığı bu tür tarih videoları artık değiştirilemez de! Unutmayalım ki “Bir fikri ancak bir başka fikir yenebilir” …

Biz burada sadece iki-üç videosuna göz attık ve sadece birisiyle ilgili detaylı analiz yapabildik. Bilgi kirliliğine neden olabilecek bu tür videoların, aydın gençlerimizden, demokratik tepki almaları da kaçınılmaz… Galiba bu yüzden de bu videoların birçoğu her türlü yorumlara kapatılmış durumda…

Ama sizlere iyi bir haber de verelim; Mısıroğlu’nun yüz binlerce tık alan ve maksadı meçhul o önümüze konulan ve sosyal medyada yayınlanan içeriği yetersiz söz konusu bu videosuyla-hatta benzerleriyle, milli tarih bilinci olan yurt sever, ülke sevdalısı binlerce aydın gencimiz/ kendini genç hissedenimiz çoktan uğraşmaya başladılar. Bunlar içlerine aldıkları bilgili akademisyenlerle beraber Sakarya’da, Çanakkale’de, İnönü mevzilerinde, Büyük Taarruz siperlerinde muharebe alanlarında yeni bir uğraş ya da hobi olarak, yaya olarak, motosikletli, ya da bisikletli, arabalı geziler tertipliyorlar; araziyi karış karış dolaşıp muharebe alanlarını havadan yerden kayıt altına alıyorlar. O zaman hangi koşullar altında neler olmuş, aralarında oturup tartışıyorlar, yazıyorlar çiziyorlar, cazip ve kısa aydınlatıcı videolar hazırlıyorlar. Kısacası görüyoruz ki, bu ülkenin ders alıcı milli tarih bilinci yine sahipsiz değil… (Dört Bölümlük yazı dizisinin sonu)

Yazı Dizisi Birinci Bölüm için “Tık”layınız.

Yazı Dizisi İkinci Bölüm için “Tık”layınız.

Yazı Dizisi Üçüncü Bölüm için “Tık”layınız.

[1] Genkur. As. Tar. Ve Str. Etüt Başkanlığı yayını No.3, TSK Tarihi, Osmanlı Devri, 1.Dünya Harbinde Türk Harbi, V’inci Cilt, 3’üncü Kitap, “Çanakkale Cephesi Harekâtı-Haz 1915-Ocak 1916"

Etiketler
Kadir Mısıroğlu Mısır Çanakkale