Kadir Mısıroğlu İddiaları ve ÇANAKKALE SAVAŞI'NDA MUSTAFA KEMAL (Yazı Dizisi-3)

(Cumartesi Sohbetleri, 25 Nisan 2015 (C133) https://www.youtube.com/watch?v=NnwXkR2cs10&t=1940s ) Çanakkale’de Mustafa Kemal Paşa’yı ve oradaki başarısını...

(Cumartesi Sohbetleri, 25 Nisan 2015 (C133) https://www.youtube.com/watch?v=NnwXkR2cs10&t=1940s )

Çanakkale’de Mustafa Kemal Paşa’yı ve oradaki başarısını videoda sorgulayan ve “Çanak soru, Kadir Mısıroğlu’nun verdiği cevap ve bizim cevabımız” şeklinde sıra takip edecek olan yazımızı bugün de sürdürüyoruz …

“Yanlış soru, yanlış cevap getirir!” atasözünü iyi bilmemize rağmen sorumluluk duygusuyla, ortalığı boş bırakmaktansa bunları bir de kendi açımızdan uzman gözüyle analiz etmeyi ve bilgilendirmeyi tercih ettik. Ama bazı dikkatli ve hassas okurlarımızdan haklı olarak “Acaba bu şahsa cevap vermek gerekiyor mu? Değer mi?” eleştirisini de aldık…

Bizce emeğimize değer! Zaten bu yazdıklarımız ona bir cevap olarak değerlendirilmemeli. Yaşamıyor ki bizlere cevap verebilsin! Biz aslında özellikle de sosyal medyada meydanları boş bulan (biz dahil) bütün yakın tarih dostları için genel bir uyarı olsun istedik. Yani siz ulusal bir değer olan “Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili hele onun Çanakkale Savaşı’ndaki başarısına haksız gölge düşürecek, yalan yanlış bir ürün (Video vs.) hazırlayıp paylaşırsanız ve de bunun kalabalık insan topluluklarına ulaştırılmasına neden olursanız, o zorlama çabanız ebediyete kadar gitmeyebilir. Mesela bazıları da zamanı gelir ve üşenmez konuyu derinlemesine araştırır, doğru cevabını verir! Önyargılı-kötü-yanlış-boş iş yapanın da kredisi düşer…”

Onun için “Siz siz olun, meydanı boş bulduk sanıp, hele bir ulusun temel değerleri haline gelen hayatlarını ortaya koyup bizlere bugünleri hazırlayan fedakâr insanlara haksızca kuru sıkı atmayın” diyoruz. Bizce ille de bu ulusun tarihi ile ilgili bir şeyler yazacaksanız önce, “Ortaya bir hipotez koyun, onu sadece yabancı kaynaklarla veya ikincil önemdeki hatıratlarla değil, tüm birincil kaynakları rasyonel olarak kullanarak sorgulayıp, doğrulayın veya yanlışlayın. Aklınızı kullanıp doğru bilgilerin ışığında tarafsızca ‘o günün koşullarını dikkate alarak’ bir senteze varın, sonuçta sürekli yeni bir şeyler üretin ve de bütün çalışmaları geri beslemeye azami yer vererek, sürekli gelişim içinde ortaya koyun” diyoruz...

Bu temennimizi açık kalplilikle böyle dile getirdikten sonra tekrar “Çanakkale Savaşı ve Mustafa Kemal” ile ilgili Mısıroğlu’nun vefatından sonra gerisinde bıraktığı söz konusu fazlaca temelsiz iddiaya sahip tarafgir videosuna yönelik analizimizi yansıtan “dört bölümlük yazı dizimizin Üçüncü Bölümüyle” kaldığımız yerden tekrar devam edelim…

Kadir Mısıroğlu (Direkt video yorumu yapıyor): “Liman Paşa çadırında, takviye için gelmekte olan 16’ncı Kolordu kumandanı Albay Fevzi Bey’in (Beylerbeyili Ahmed Feyzi- Fevzi Çakmak değil) intikal halinde olduğunu öğreniyor. Sabaha karşı Anafartalar’a yetişiyor. O sırada da derhal taarruz edebilecek birisini arıyor. Yaveri Kazım Bey de yanında (Yaveri değil kurmay Başkanı Kazım İnanç)… Telefonla görüşüyorlar. Derhal taarruz yapması istenen bu kumandan o anda verilen emre direniyor. ‘Önce dinlenelim, çorba içsin asker, bana müsaade edin, bundan sonra yarın taarruz ederiz. Zira 30 km yürüdüler… Dolayısıyla bu isteğiniz mümkün değil!’ diyor o babayiğit kumandan… Albayken kendisine kolordu verilecek kadar da dirayetli birisi bu albay…. Liman Paşa ise köpürüyor, ‘Siz nasıl askersiniz, emri dinlemiyorsunuz’ falan diyor telefonla, asabi asabi dolaşıyor. Liman Paşa Türk evladına acıyacak biri değildi… İşte bu sırada, Mustafa Kemal’in arkadaşı olan soyadı aklımda değil Kazım Bey (İnanç) devreye giriyor ve zaten Cephe Kumandanı Liman Paşa’ya bu görev için ‘O taarruz emrinizi hemen yerine getirir, Albay gibi yapmaz’ diyerek M. Kemal’i teklif ediyor (Yani ister istemez “o da Türk evladına acımıyor” intibaını yaratıyor). Liman Paşa da ‘M. Kemal’e daha önce bir takviye görevi verdik, o bunu layıkıyla yapamadı…Bizim başından ağır yaralanan (Başından değil göğsünden olacak) tümen kumandanı Kannengeisser, M. Kemal’in görevini layıkıyla yapamaması nedeniyle az daha ölüyordu.’ diyor. Ancak Liman Paşa en sonunda ısrar karşısında öbürü emre itaat etmediği için mecburen, ‘bu görevi her ne denirse yapacağı’ kendisine söylenen M. Kemal’e, kerhen vermek zorunda kalıyor.”

Cevabımız: Öncelikle 5. Ordu Komutanı Liman Von Sanders’in “Türkiye’de 5 yıl” isimli hatıratında (Burçak Yayın evi,1968) “Mustafa Kemal’e takviye görevi verdik layıkıyla yapamadı, 9’uncu Tümen Komutanı Kannengiesser Mustafa Kemal yüzünden yaralandı…” vs.gibi böyle menfi anlam taşıyan tek cümlesi yok…Olsa yazardı. Olmayan bir şeyi varmış gibi ulu orta iddia etmek ise biraz da vicdan meselesi olsa gerek. Ayrıca Kannengiesser 1927’de yayınladığı kendi hatıratında, (The Campaign in Gallipoli, sonra Türkçesi Arcan Yayınevi, FRS Matbaacılık, 2010) Mustafa Kemal için tek bir kötü bir cümle sarf etmediği gibi onun için “…iyi bilinen 19’uncu Tümen Komutanı, Mustafa Kemal Bey’in o enerjik müdahalesi olmasaydı o gün 7 ve 12’ inci tümenlerle bir karşı taarruz gerçekleştirilemezdi, bunu ona borçlular… (s. 210-212)” diyebilen ve ona saygısı olan bir Alman subayıdır. Mısıroğlu’nun “Liman Paşa da ‘M. Kemal’e daha önce bir takviye görevi verdik, o bunu layıkıyla yapamadı…” şeklindeki diğer iddiasını da Kolordu Komutanı Esat Paşa ve Kurmay Başkanı Fahrettin (Altay) yayınlanan hatıratında kabul etmemektedir (Esat Paşa Çanakkale Savaşı Hatıraları, Örgün Yayınevi, İstanbul, 2003, s.193).

Ayrıca Mısıroğlu videosundaki o konuşmasını yaparken belli ki, aslında Kocaçimen- Conkbayırı- Anafartalar cephesinde durumun zamanca o anda ne kadar kritik olduğunun da farkında değildi. Ama bu da gayet normal sayılır zira bu konuda hiç eğitimi yoktu ki. Bizce aslında onun bir harp tarihi uzmanıymış gibi konuşması hiç uygun olmamış. Taktik, operatif ve stratejik temel harekât (Taarruz, savunma, geri çekilme vs.) eğitimi olmayan kişiler bu tür çok ciddi konularda teknik yorum yapmak mecburiyetinde kaldıklarında doğal olarak işi dedikodu (paparazi) kısmına taşımak zorundadır. Çareleri yoktur… Öyle de olmuş zaten.

Bir uzman gözüyle ilk şunu net olarak söyleyelim. Çanakkale savaşında “Seddülbahir cephesinde” hem taarruz eden için hem de savunan için en kritik tepe “Alçı tepedir”. Nereden baksanız görünür bu tepe…(Ele geçirilmesi veya elde bulundurulması halinde her iki tarafa da büyük avantajlar sağlayan arazi kesimi ‘Kritik arazidir”). Bu tepeyi İngiliz ve Fransız birlikleri eğer ki o ilk saatlerde, ilk günlerde, hatta ilk haftalarda bir ele geçirmiş olsaydılar bize göre tüm savunma cephemiz çökebilirdi. Mustafa Kemal’in bulunduğu ANZAK cephesinin ise iki adet (peş peşe ve bitişik) kritik arazisi vardır. Bunlar kıyıdan itibaren “Conk Bayırı ve Koca Çimen tepelerdir”. Nereden mi biliyoruz, hemen söyleyelim; O tepelere harbiye ve kurmay arazi gezilerinde (ve de özel olarak birkaç kez bizzat yürüyerek) tırmanıp karış karış gezdik, oradan her tarafa baktık, guruplar halinde uzman hocalarımızla arazi etütleri yaptık, oralarda harp tarihi mesele sınavlarına girdik, manzara krokilerini hem oradan hem de denizden bakarak dikkatlice çizdik de ondan...

Evet, o günlerde (8-9-10 Ağustos 1915) eğer işte Mustafa Kemal ve onun askerleri olmasaydı bu iki çok kritik tepe (Conkbayırı ve Kocacimen); Ulm’ de Napolyon’un ki gibi, Filistin cephesinde Suriye istikametinde ilerleyen “Boğa” lakaplı Allenby’ nin ki gibi, Büyük Taarruz Afyon’da Beşinci Süvari Kolordusu Komutanı Fahrettin Altay’ın ki gibi, Kuzey İtalya istikametinde Patton’ un ki gibi, Batı Afrika istikametinde Rommel’ in ki gibi, Berlin istikametinde Jukov’ un ki gibi, “hız ve hareket” faktörünü, “zaman ve mekan” faktörünü çok etkili kullanmak niyetindeki düşman birlikleri tarafından” peş peşe düşürülürdü.

Bunlar düşseydi eğer, böylece Seddülbahir cephesinin de arkası kuşatılmış ve birliklerimizin Saros’un güneyindeki daracık boyun arazisi de (Bolayır) ele geçirilerek İstanbul ile her türlü irtibatı kesilebilirdi. Derinlikte de yeterli ihtiyatlarımız yoktu. Zira elde avuçtaki bütün güç mecburen bu cephede kullanılmıştı.

Böylece de koskoca Beşinci Ordu kuşatılınca personel ve iaşe ikmal ve cephane akışı kesilir ve “ordumuz” İngilizlere Fransızlara korkunç donanma ateşlerinin de etkisiyle, bir süre sonra aç susuz cephanesiz kalarak esir düşebilirdi. Tarihimiz, Plevne, Medine, Edirne, Yanya, İşkodra vb. müdafaaları … hep bu tür “kanının son damlasına kadar kahramanca savunma ama eninde sonunda çaresiz teslim olma” örnekleriyle doludur.

Gelibolu yarımadası bir anda düşünce de o muazzam İngiliz Fransız donanması ilerleyip birkaç saat sonra zırhlılarının namlularını saraylara çevirip “Padişahı sarayında tutsak ederdi”. Padişah ve sadrazam yani hükümet bu takdirde tutsak olur, böylece de Osmanlı İmparatorluğunun işi daha erken biterdi.

Yani operatif-stratejik askerî harekât uzmanlığımızla, kurmay gözüyle o gün o an “Asker uykusuz, biraz dinlendirelim, çorba içirelim!” şeklindeki insani düşüncelerin sırası değildi. Liman Paşa da bizce o an huzursuz olmakta çok haklıydı, zira savunmanın bel kemiği Conk Bayırı, öğrendiğine göre düşmek üzereydi. Bölgeyi iyi tanıyan, hayatı boyunca kritik zaman ve yerde olmanın bir lider için önemini çok iyi bilen 19’uncu Tümen Kumandanı Kurmay Yarbay Mustafa Kemal o askeri dehasıyla, ordu kumandanı gibi düşünmüş ve muharebe alanı gözetleme yeri izlenimlerinden ve aldığı tek tük keşif raporlarından dolayı muhakemesiyle 6-7-8-9 Mayıs’tan itibaren gün be gün Conkbayırı-Kocaçimen tepeler istikametinde gelişen bu çok kritik durumu takip etmiş, birliğiyle karşı koymuş ve sonradan olabilecekleri çoktan öngörmüştü…

8-9-10 Ağustos gündüz ve akşamları tam tabiriyle iki taraf için de “ölüm kalım” anıydı ve artık öyle Mısıroğlu’nun dediği gibi “ÇORBA İÇECEK, DÜŞÜNECEK” zaman falan yoktu ki... Konu esas itibarıyla onun iddia ettiği gibi “Liman Von Sanders Paşa’nın Türk evladına acıyıp acımama” konusu da değildi (Dolaylı olarak Mısıroğlu kurnazca, Liman Paşa gibi bu görevi kabul eden Yarbay Mustafa Kemal’i n de Türk evladına acımadığını sizce ima etmiş olmuyor mu?). Oysa Liman Paşa tabiye açısından “derhal taarruz edilmesi” konusunda bizce çok haklıydı… Bunu Aspinall Oglander’in Military Operations, Gallipoli, Volume-1, sayfa 210-222’de yer alan 8-9 Ağustos muharebelerini kendi bakış açılarından anlattığı detayları harita üzerinden (Kroki 18,19,20) o bölgeyi analiz edince de anlıyoruz. Zira bu kendi kaynaklarına göre General Godley komutasındaki üç tuğgeneralden Cox (Kocaçimen istikametinde), Baldwin (Besim Tepe istikametinde), Johnson (Conkbayırı istikametinde) 6 Ağustos’tan beri tugaylarının başında yan yana üç koldan ateş altında ilerleme ve taarruz halindedirler…Zaten Suvla’da, Kireç tepede, Kirte mevkiinde, Zığın Dere’de Ian Hamilton’un kumandası altında cephenin her tarafından başlatılan taarruzlar devam ediyor…

Conkbayırı genel istikametindeki birlikler ise, bu hiç bilmedikleri sert ve çalılık, kayalık ve de dalgalı arazilerde hedeflerine doğru ilerlerken istikametlerini sık sık kaybedip arazide dağılıyorlar. Bazen de güçlükle, ateş altında tekrar toplanıyorlar, üstelik iki/üç gündür aç susuz, çok yorgun bir halde savaşıyorlar. Karşılarındaki Türk birlikleri ise bunlara aman vermemekte, her ileri adımlarında karşılarına makinalı tüfekleriyle, topçu ateşleriyle ve de süngü taarruzlarıyla dikilmekte. Bu birliklerin tek amacı “BİR AN ÖNCE HER NE PAHASINA OLURSA OLSUN TÜRK TAKVİYELERİ GELMEDEN ÖNCE ÖZELLİKLE DE ÇOK KRİTİK CONKBAYIRI-KOCAÇİMEN TEPELERİ ELE GEÇİRMEK”. O sırada en soldan ilerleyen Cox’un tugayı karanlıkta istikametini şaşırmış, dağılıp tekrar toplanmış ama ileri harekâtı çok yavaşlamıştır. Ortadaki Baldwin’in tugayı ise arazide kaybolmuş çok gerilerde kalmıştır. En güneyden gelen Johnson’un tugayı ise çok ağır zayiata rağmen Conkbayırı eteklerine kadar ulaşabilmiştir. İşte bu üç tugay kendi kaynaklarına göre zafere çok yaklaşmış bir halde son hedeflerine ulaşmak üzere, son toparlanmalarını yapmakta, bulundukları mevkileri adım adım sürekli ileriye taşımaya çabalamaktadır. Başarı ise artık onlar için an meselesidir. Öldürücü ve son bir gayret için, geciken ve orada birkaç saat sonra hayatını verecek olan Tuğgeneral Baldwin’in de yaklaşması beklenmektedir.

İşte tam böyle bir durumda Ordu Komutanı Liman Von Sanders “oraya acil takviye olarak gelen ancak yorgun askeri dinlendirmeyi” talep eden ve hemen taarruz edemeyeceğini, sabahı bekleyeceğini, kendisine bizzat söyleyen Albay Fevzi Bey’in bu teklifini kabul etmiyor. Ama Fevzi Bey emre rağmen yerine getirmemekte ısrar edince, ani bir kararla görevinden alınıyor ve yerine albaylığa terfi ettirerek Mustafa Kemal’i atıyor. Kannengiesser ise hatıratında (s.210) ayrıca Fevzi Bey’in “kendi hastalığını rapor ettiğinden” de bahsediyor. Böylece o gün terfi ettirilerek tüm Anafartalar Gurubu komutanı yapılan Mustafa Kemal kısa sürede tüm cepheye hâkim olup derhal karar veriyor. O gün, yani 10 Ağustos’ta şafak sökerken, Conkbayırı bölgesinde hücum için toparlanmakta olan düşmanın söz konusu bu üç tugayı, hiç beklemedikleri bir anda adeta üzerlerine sağanak yağmur gibi boşalan süngülü Mehmetçikleri karşılarında bulunca, bu müthiş taarruz karşısında şok oluyorlar. Üstelik birkaç saat içinde aynı Mehmetçikler düşmanı tekrar kıyıya doğru eski yerlerine kadar silip süpürüldüler.

Yerli ve yabancı kaynakları da incelediğimizde, eğer Mısıroğlu’nun kızdığı Anafartalar Gurup Komutanı Kurmay Albay Mustafa Kemal’in o 10 Ağustos’taki müthiş Conkbayırı taarruzu olmasa, Conkbayırı ve Kocaçimen tepe, aksine o gün geç saatlerde son bir gayretle yapılacak kısa bir düşman taarruzuyla mutlaka onların eline geçebilecekti. Şimdi İngilizler-Anzaklar bu duruma, sizce hem Liman Paşa’ya hem de Mustafa Kemal’e için için kızmakta acaba haksız mıdırlar? Onlar bile bu öfkelerini açık yazamazken Mısıroğlu’na ne oluyor? Neden öfkeli?

Bize göre aslında videosu boyunca zaman zaman bazı İngiliz tarihçilerinin ağzıyla konuşmuş Mısıroğlu. Verilen zayiatın pisi pisine olduğunu, muharebe meydanlarında da bir başarısızlığı ima ediyor… Oysa bilenler iyi bilir; onlar haksız yere işgale geldikleri ve kendi insanlarını binlerce kilometre uzaklardan apar topar toplayıp ve tabiye anlamında “beceriksizce-alelacele” Çanakkale cephesine sürükledikleri için, o dağda bayırda mağlup olup da pisi pisine kaybettikleri zavallı evlatlarına nedense “sonradan hep çok acırlar”, anıtlar dikerler. Ama onlar, o kötü durumu yaratan kendi siyasi lider kadrolarına bugün dahi toz kondurmazlar. Yoksa işin ucu bugünlere dayanır ve halen yapmakta oldukları haksız hukuksuz işgallere kadar uzanır…

Peki ama onlar o gün öyle hayasızca başka toprakları işgale yeltenirken, kendilerine vatan savunması maksadıyla direnen o yiğit Anadolu çocuklarına da “Ah vah yazık oldu o çocuklara!” demeleri neden? Sizce bu bizim Mehmetçiğe acıdıklarından mı? Böyle düşünen varsa akıllarına şaşarız. Bizce kurnazca, samimiyetsiz ve çok iki yüzlü bir yaklaşım olur bu, kimseler inanmaz…

Oysa o gün orada aslında ilk olarak ANZAK cephesi çökecekti ve hemen sonrasında da koskoca Osmanlı devleti, payitaht tutsak edilecekti. ANZAK cephesindeki o an beliren tehlikenin farkında olan Yarbay Mustafa Kemal bizce; en azından cephenin selameti için bu yaşamsal göreve düşünmeksizin büyük bir özgüvenle, sorumluluk duygusuyla kabul etmişti. Hatta aynı yerde kritik tümen komutanlıkları (4 ve 9) yapan Cemil Conk’un hatıratında (Çanakkale, Conkbayırı Savaşları, Cemil Conk, Erkanı Umumiye Basımevi,1959, s.82) bu konuda Mısıroğlu’nun iddiasının aksine Yarbay Mustafa Kemal’in ağzından, Anafartalar hatıratında; “Bu göreve Mustafa Kemal’in talip olmadığını, ordu karargahındaki o ana ait hal ve durumu bilemeyeceğini, konuya yönelik gerçek durumun sadece ordu komutanlığının malumu olduğunu, o ortamda bunun nedenini teyide ya da araştırmaya zamanı olmadığını, dolayısıyla verilen görev emrini doğal olarak uyguladığını, ayrıca sonradan kendisine verilen bu emrin nedenini de merak edip Liman Paşa’ya sormadığını…“ yazmıştır.

İngilizlere göre, normalde Türkler son asırlardaki geçmişlerine bakıldığında daha ziyade bulundukları yerleri, kaleleri, siperleri iyi savunabilirlerdi. Ama onlardan “taarruz etmeleri” pek beklenmezdi. Oysa Kurmay Yarbay Mustafa Kemal ve Mısıroğlu’nun beğenmeyip, başarısız bulduğu o Çanakkale’nin fedakâr subayları, İngilizlerin Fransızların 1853-55 Kırım Savaşından da kalma bütün bu önyargılı düşüncelerini 3-5 ayda darmaduman ettiler. Anudane (amansız, inatçı ve aralıksız) taarruzlarla İngilizlerin, Fransızların, ANZAK’ların analarından emdikleri sütü adeta burunlarından kanla getirdiler.

Böylece Yarbay Mustafa Kemal’in müthiş öngörüsü ve de o süratle karar alma becerisi sayesinde cephede o gün “Biraz daha bekleyelim!” şeklindeki çok büyük bir stratejik hatanın yapılmasına katiyen fırsat verilmemiş oldu. Hatta başlangıçtaki bu nedenden kaynaklanan o 24 saatlik gecikme süresince, bölgedeki yorgun Mehmetçiklerin canları pahasına yer yer küçük taarruzlarla direnmelerine rağmen İngiliz-ANZAK birlikleri Conkbayırı’na kadar zar zor da olsa tırmanmaya ve civar tepeleri sabırla ele geçirmeye başladılar.

Ancak İngiliz tarihçilerinin iddia ettiği gibi o gün öyle Conkbayırı’nın asıl zirvesini aslında hiç ele geçiremediler ama üzerinde tepenin kuzey ve doğu yamaçlarında, boyun noktasında, yan tepelerde boğaz boğaza şiddetli çatışmalar oldu. Öyle iddia ettikleri gibi orayı almış olsalardı bir daha kolay vermezlerdi. Ardından daha da yükseğe doğru yani Koca Çimen Tepeye de ulaşıp oraları da işgal edip eğer bir bırakmasalardı hem Saroz körfezine hem de Çanakkale Boğazı’na en hâkim her yer olan, her tarafı görebilen en kritik yükseltiyi de ele geçirmiş olacaklardı. Böylece harekatın seyri değişebilecekti. Belki de Çanakkale Savaşı’ndan artık bugün bizler bir zafer olarak da bahsedemeyecektik. Orayı tümeniyle savunan 4 ve 9’uncu Tümen Komutanı Yarbay Cemil Conk yukarıda bahsettiğimiz hatıratında bunu defalarca ve çok net olarak yazmıştır. Yarbay Cemil Conk hatıratında s. 91’de vardığı şu sonuç da dikkate değerdir: “Atatürk’ün ilk iki gün Conkbayırı’nda bulunmaması pek isabetli olmuştur. Çünkü kuvvetsiz bir şey yapılamazdı. Conkbayırı’na takviye kuvvetleri geldikten sonra ise o kuvvetin başına getirilmesi çok yerinde olmuştur. Çünkü o kuvveti kimse Atatürk gibi kullanamazdı ve o zaferi kazanamazdı (10 Ağustos 1915 Conkbayırı-Anafartalar Cephesi Taarruzları).”

Yalnız; takviyeye gelen ve biraz dinlenme teklifini yapan Kolordu Kumandanı Beylerbeyli Fevzi Albay’a da ulu orta laf söylemek-söyletmek de bizim haddimiz değildir. Zira bize göre çok kuvvetle muhtemeldir ki Miralay Fevzi Bey, o yorgunlukla cephedeki son gelişmelerden tam bilgili değildi. Durumun kritikliğinin o arazideki derecesini tam bilse, hiç kuşkusuz o da askerini dinlendirmeyi-çorba içirmeyi öyle o anda teklif etmez ve Yarbay Mustafa Kemal gibi muharebe alanlarının değişmez ebedi kanunlarını o da uygulardı, diyoruz… Zaten Fevzi Bey’in İstanbul’a dönüşünde Enver Paşa’ya verdiği ve aynı kitapta yer alan raporunda da Liman Paşa’nın kendisine yanlış bilgi vermesinin dışında çok farklı bir yorumu bulunmamaktadır. Miralay Fevzi Bey emri bilerek ve isteyerek kendi gerekçelerine göre ve ast birlik komutanlarının görüşlerini de dikkate alarak uygulamamıştır. Yarbay Mustafa Kemal’in Fevzi Bey’in yerine Anafartalar Gurup Komutanı olarak atanmasına ise kendi Kolordu Komutanı Esat Paşa da büyük destek vermiş hatta kolordu kurmay başkanı olan Fahrettin (Altay) ile beraber kendisini bizzat o önermiştir (Esat Paşa Çanakkale Savaşı Hatıraları, Örgün Yayınevi, İstanbul, 2003 s.192-197).

Kadir Mısıroğlu (Direkt yorum yapıyor): “Amiral Şuson, yani bir Alman Yahudi’si bizi harbe soktu…”

Cevabımız: Bu değerlendirmesi de diğer birçoğu gibi yine doğru değil; zira birkaç yıl önce yayınlanan bir doktora tezi ekinde[1] Enver Paşa’nın Alman Amirali Şuson’a verdiği “orijinal imzalı o aranan yazılı emir” uzun yıllar sonra en nihayet ortaya konmuş bulunuyor. Enver Paşa’nın bu emri, Hafız Hakkı Paşa’nın tercümesi ile şöyle: "Donanma Kumandanı Amiral Suşon Paşa’ya: Donanma-i Hümayun Karadeniz’de hâkimiyet-i bahriyeyi (deniz hâkimiyetini) kazanacaktır. Bunun için Rus filosunu arayarak nerede bulursanız ilân-ı harp etmeden ona hücum ediniz. 9.8.30 (22 Ağustos 1914)”. İçinde Yavuz ve Midilli gemilerinin bulunduğu donanmaya yazılı bir emir verildiği, böylece basın yoluyla bu şekilde açıklanmış oldu; internette mevcut belgeyle somut bir durum var artık…

Yani, Amiral Şuson değil, yukarıdaki “oldu bitti” durumunu yaratan Enver Paşa, İmparatorluğu harbe soktu. Talat ve Cemal Paşalar bile bu durumdan haberdar değillerdi.

Mısıroğlu’nun videosunda tarafsız bir yorum yapması ise beklenmiyor zaten… Osmanlı Genelkurmay’ının önemli planlayıcı ismi Yarbay Hafız Hakkı Bey’in son zamanlarda yayınlanmış olan ve bizzat kaleme aldığı günlüklerinde de bu harbe giriş konusunda şöyle yazıyor[2]:

“Harp nasıl başladı: Donanma kumandanına şöyle bir emir hazırlanmış idi: ‘Rus donanmasını mahvederek Karadeniz hâkimiyetini kazanmak’. Bu emir benim kasada duruyordu. Ancak icabında ve zamanında verilecekti. Bizim hareketimizden evvel nâzır (Harbiye Nâzırı Enver Paşa) emri istedi. ‘Suchon'a vereceğim, kapalı bir zarf içinde. Lâzım olduğu zaman emri aç!' diyeceğim dedi. Ben şüphelendim. Rica ettim, dinlemedi. Halbuki iş büsbütün başka türlü olmuş ve Suchon kendisi Alman kafasıyla açmış, yapmış etmiş. Bizi vakitsiz bir harbe sürüklemiş. Bundan sonra vaziyeti selâmete çıkarmak için canla başla çalışmak lâzım...”

Bu fırsatta İttihatçılara da vurayım derken, Kadir Mısıroğlu’nun videosundaki bu iddiası kendisi yaşarken internetten yayınlanmış ve belgeyle çürütülmüş olmasına rağmen, gerçeği görmek istememesinin arkasında bir sebebi olmalı… Sizce bu ne olabilir? (Dördüncü ve Son bölümüyle devam edecek)

Yazı Dizisi Birinci bölümü için “Tık”layınız.

Yazı Dizisi İkinci Bölümü için “Tık”layınız.

[1] Ali Kaşıyuğun’un Kahramanmaraş’taki Sütçü İmam Üniversitesi’nde 2014 Şubat’ında verdiği “Arşiv Belgelerine Göre Osmanlı Devleti’nin İttifak Arayışları ve 1. Dünya Savaşı’na Girişimiz (1911-1914)” isimli doktora tezi. http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/1021591-iste-bize-bir-imparatorluga-malolan-1914teki-o-cok-gizli-emrin-orijinali

[2] Murat Bardakçı, http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/963340-dunya-savasina-girmemize-sebep-olan-muhurlu-zarftaki-esrarli-emrin-oykusu

Etiketler
Kadir Mısıroğlu Mısır Çanakkale