Terör saldırısı ve ağır yaralı demokrasi

Erdoğan kanadından ABD ile ilişkiler konusunda yakın bir dönemde daha ılımlı açıklamalar gelmesi durumunda bu terör saldırısının da AKP içi kavgalarda bir mevzi haline getirildiği sonucu çıkar ki bu tüm ülkedeki tedirginliği artıracak bir gelişme haline gelir.

Türkiye 13 Kasım Pazar günü İstanbul İstiklal caddesindeki terör eylemiyle sarsıldı. 6 kişinin ölümü, 81 kişinin yaralanmasına neden olan alçak terör saldırısı önümüzdeki döneme ilişkin ‘terör dalgası’ korkularını beslerken nasıl bir ülkede yaşadığımız ve bizi ‘yönetenlerin’ nasıl bir ülke tahayyül ettiğini de gösteren bir olaya dönüştü.

Başlıklarla gidecek olursak:

GÜVENLİKÇİ POLİTİKALARIN İFLASI

Özellikle İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun kişiliğinde şekillenen, arkasında MHP lideri Devlet Bahçeli’nin durduğu güvenlikçi politikalar, Türkiye’yi ‘terörden arındırılmış bir vaha’ olarak tarif etmeyi seviyordu. Dünyanın her yerinden suç örgütü liderlerinin ikamet adresi olduğu anlaşılan Türkiye’de bu insanların rahat bir hayat sürdükleri, hesaplaşmalarını sokak ortasında çatışmalara, infazlara vardırdıkları, villalarının bahçelerine ceset gömdükleri görmezden gelindi. Türkiye’nin uluslararası uyuşturucu trafiğindeki rolünün her geçen gün arttığı yönündeki iddialar, ‘karalama çabası’ olarak reddedildi. Soylu yönetimindeki İçişleri Bakanlığı gözümüzün önünde gerçekleşen bu olaylara tepkileri istatistiklerle savuşturmaya çalıştı. Öyle ya, birkaç yılda şu kadar suça karışmış insan gözaltına alınmış, tonlarca uyuşturucu ele geçirilmişti. Zaten Türkiye sınırları içerisindeki PKK’li sayısı da adam adama takip ediliyordu.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 16 Eylül’de Kırklareli’nde yaptığı açıklamada, “10 ilde 120’nin altında terörist kaldı. 29 Ekim 2023’te tek bir terörist kalmayacak. Benim Amerika’da tek bir malım var, o da FETÖ” açıklaması yapacaktı.

Güvenlikçi politikaların bu uygulanış biçiminin çözüm olmadığını yine bir acı tecrübeyle öğrenmiş olduk geçtiğimiz Pazar günü. Sokaktaki her türlü hak arama mücadelesini ‘tehdit’ olarak gören, gerektiğinde şehirleri ‘güvenlik gerekçesiyle’ her türlü toplantı ve gösteriye yasaklayan, bir terör olayı gerçekleştikten sonra ‘suçluyu kısa sürede bulmak’ ile övünen güvenlikçi politika anlayışı, teröre karşı ‘önleyici tedbirleri’ görmezden gelmişti. Emniyet’ten yapılan açıklamaya göre, İstiklal Caddesi’ndeki terör saldırısını gerçekleştirdiği belirtilen Suriye uyruklu kadın terörist “Yaklaşık 4 ay önce sınırı kaçak yollarla aşarak İstanbul’a gelmiş, bir tekstil atölyesinde işe girmiş, Kobani bölgesindeki örgüt yöneticisinden aldığı talimatla da bu kanlı eylemi gerçekleştirmişti.” Emniyet yetkililerinin bu faaliyetleri öğrenmesi ancak eylem gerçekleştikten, 6 can kaybedildikten sonra mümkün oldu. (Pazartesi günü uluslararası haber ajansları tarafından terör eyleminin bu örgüt tarafından üstlenilmediği bilgisi paylaşıldı.) Sınır güvenliği konusunda iktidara yapılan uyarılar, eleştiriler dikkate alınsaydı, kaçak göçmenlerin denetimi konusundaki çalışmalar daha ciddi yapılsaydı, teröre karşı caydırıcı önlemler konusunda daha fazla çaba harcansaydı, Türkiye şu anda daha az can yakıcı bir konuyu konuşuyor olabilirdi.

İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ: İKTİDARA EN YAKIN TEHDİT!

İstiklal Caddesi’nde yaşanan terör saldırısı, ülkedeki ifade ve basın özgürlüğünün durumunu da gözler önüne serdi. Saldırının gerçekleşmesinin hemen ardından önce sosyal medyayı ‘yayın’ yasağı, sonra da tüm medyayı kapsayan ‘yayım’ yasağı geldi. Saldırı hakkında bilgi almak, ayrıntıları öğrenmek isteyen insanlara resmi açıklamalar dışındaki tüm kanallar ceza tehdidiyle susturulmuş oldu. Kısa süre sonra RTÜK’ün bağlı kuruluşlar için istediği yayın yasağının Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın talebi ile alındığı ortaya çıktı. Yani saklanmaya çalışılan ekonomik krizde hükümetin can simidi olarak gördüğü turistlerin endişeleri, toplumdaki genel endişe ve panik halinden daha hayati bir sorundu iktidar için.

Yasaklar bununla da sınırlı kalmadı. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu “patlama sonrası ortaya çıkan gerçek dışı paylaşımlara ilişkin” sosyal medya platformlarında bant daraltma uygulamasına gidildiğini açıkladı. Bu kararla birlikte sosyal medyada da büyük bir karartma başlamış oldu. Twitter, Instagram, Facebook, Youtube ve Telegram’a erişim uzunca bir süre tamamıyla durdu. İnsanlar yasakları, kısıtlamaları delip, saldırı hakkında bilgi alabilmek için ücretsiz ve güvenilir vpn (uzaktan erişim yoluyla farklı ağlara bağlanmayı sağlayan internet teknolojisi) peşinde koşarken bu yasağı alan BTK’nın başkanı ve iktidar temsilcileri, sosyal medya hesapları üzerinden terör saldırısını kınıyordu!

Saldırının üzerinden 12 saate yakın bir süre geçtikten sonra sosyal medyaya yönelik bu sınırlamalar ortadan kalktı. Emniyet’ten yapılan açıklamada terör saldırısına ilişkin olarak sosyal medya hesapları üzerinden “korku ve panik yaratmak amacı barındıran provokatif içerikli paylaşımlar yaptığı değerlendirilen” 25 kişinin tespit edildiğini ve haklarında işlem yapıldığı açıklandı.

Bu saldırıda da daha öncekilerde olduğu gibi, medyadaki çok seslilik tehdit olarak görüldü, kötü niyetli paylaşım yapanların tespiti ve gereğinin yapılması yerine medyanın tümden susturulması yoluna gidildi. Demokrasilerde insanların en temel ihtiyacı olarak tanımlanan doğru, tarafsız bilgiye erişme hakkı ve medya özgürlüğü bir kez daha ülkeyi yönetenlerin ‘gerçek’ korkusuna kurban edildi.

Türkiye medyasının yüzde 90’ına hakim olduğu belirtilen AKP iktidarı bu yasakçı anlayışıyla, yarattığı ‘kağıttan kaplanların’ toplumdaki etkisizliğini bir kez daha itiraf etmiş olurken, ‘aykırı sese’ olan tahammülsüzlüğünü de yeniden kayda geçirdi.

SOYLU, ABD İLE HESAPLAŞIYOR

Saldırıdan sonra öne çıkan ayrıntılardan biri de İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun sözleri oldu. İstanbul’da terör eylemi gerçekleştiği sırada Süleyman Soylu, Suriye’de, MÜSİAD tarafından yapılan briket evlerin açılış törenindeydi. Suriyelilere “Sizi hiçbir zaman yalnız bırakmayacağız” diye seslenen Soylu, patlamanın hemen ardından İstanbul’a geldi. Saldırının ilk saatlerinde yorum yapmaktan kaçınan Soylu’dan gündemi belirleyecek açıklama ertesi gün geldi. Terör saldırısından ABD’yi sorumlu tutan Bakan Soylu, "Kobani'yi terör bölgelerini besleyen, oradan Türkiye'nin huzurunu bozmaya çalışan bu anlayışa kendi senatolarından para gönderen bir devletle biz müttefikliğimiz elbette ki tartışılmalıdır” diyerek “ABD’nin taziyesini kabul etmediklerini” söyledi.

Soylu’nun, Erdoğan hükümeti adına konuşarak ABD ile ilişkilerin çerçevesini çizme şansı ve ‘hakkının’ olmadığı tartışmasız bir gerçek. Böyle olmasına karşın İçişleri Bakanı’nın hükümeti de bağlayacak bu diplomasi çıkışı önümüzdeki dönemde çokça tartışılacak gibi görünüyor. Erdoğan kanadından ABD ile ilişkiler konusunda yakın bir dönemde daha ılımlı açıklamalar gelmesi durumunda bu terör saldırısının da AKP içi kavgalarda bir mevzi haline getirildiği sonucu çıkar ki bu tüm ülkedeki tedirginliği artıracak bir gelişme haline gelir.

Etiketler
Kavga Saldırı