Güneş bizimle doğar

28 Mayıs’a odaklanalım. Etrafımızdaki gençlere ulaşalım. Onların umutlarını tazeleyelim. Birbirimize sahip çıkmayı, birbirimizi koruyup kollamayı, beraberce sandığa gitmeyi kendimize iş edinelim. Gerekirse randevulaşıp birlikte gidelim sandıklara.

Seçimin ilk turunu geride bıraktık. Şimdi önümüzde daha kalabalık gitmemiz gereken, daha uyanık olmak zorunda olduğumuz ikinci tur var. Duygusal milletiz. Üzüldük, öfkelendik, yorulduk. Ancak kararlıyız. Ülkenin aydınlık yarınları için çarpan milyonlarca kalp olarak hedefimizden sapmadık, geleceğimizden vazgeçmedik. Gelin bu netlik üzerinden konuşalım. Yolda yürürken karşılaşmış da ağaç altı bir banka oturmuş ya da yakındaki bir kafeye gidip birer çay söylemişiz gibi yapalım.

Yıllar önce bir dergide okuduğum ünlü Norveçli oyuncu Liv Ullmann ile yapılmış bir söyleşide sorulardan biri kızına verdiği bir öğüt olup olmadığıydı. Cevabı hala aklımda, ‘Çok çaresiz kaldığında çocukluğunu cebine at ve oradan kaç. Sahip olduğun tek şey budur’. Daha sonra farklı zamanlarda, farklı kişilerden de duydum bu sözü. Belli ki ona ait değil. Ne var ki doğru bir söz. Çocukluk, hele de güzel yaşanabilmişse, yaşam enerjisini tekrar tekrar üretebilen bir dinamo. Ancak bizimki gibi bir ülkede çocukluk da politik.

Kendimden örnek vereyim. Benim gibi, 70 kuşağı olanların çocukluk anıları içinde televizyonda yayınlanan siyasi parti liderlerinin demeçleri önemli yer tutar. Çaresiz kaldığımda cebime atıp kaçmam söylenen çocukluğuma baktığımda ilk hatırladığım şeylerden biri siyah beyaz ekranda saatlerce seyrettiğim Demirel, Ecevit, Türkeş’in demeçleri. Kardeşiminki daha kötü, onunkinde Kenan Evren var. Günümüze kadar uzanan döngüde ülkede çocukluğun tarihi diğer pek çok şey gibi kötüden betere evrilmiş durumda. Hepimizin acil durum çantası böyle. Ancak bugünküler kadar zor değil.

ÇOCUKLAR İÇİN

85 milyonluk ülkemizde 14 milyondan fazla çocuk var. Ocak ayındaki TÜİK raporuna göre 5 yaş altı 1 milyon çocuk akut, 3 milyon çocuk kronik beslenme yetersizliği yaşıyor.

İlk okula gidenlerin yüzde 87, ortaokula gidenlerin yüzde 74.2’si, liseye gidenlerin yüzde 64.2’si kansızlık yaşıyor. Cinsiyet üzerinden baktığımızda ülkedeki kız çocuklarının yüzde 85.2’si, erkeklerin 68.6’sı kansızlıktan mustarip. Yine aynı rapora göre ülkemizdeki yoksul fertlerin yüzde 45’i çocuk.

Bu çocukların ilerleyen yaşlarında çaresiz hissettiklerinde ceplerine atacakları çocukluk çok kabaca böyle. Buna okulu bırakıp çalışmak zorunda olanları, çocuk yaşta evlendirilenleri, iş kazalarında ölenleri, tarikat yurtlarında her türlü istismara uğrayanları ekleyin. ‘Çocuk susar, sen susma’ dediğimiz her olayı, o sesi duyulmayan çocukları ekleyin. Aklınıza gelen, diğerlerini de… Cumhuriyetin 100. yılında yaşanan çocukluk önceki nesillerin yaşadığından bin beter. ‘Yorgun demokratlık’ sınırı 10’lu yaşlara inmiş durumda.

Sorumluluğumuz büyük. Bizler sandıklara bu çocukların yaşları nedeniyle bugün kullanamadıkları oyları ile bize emanet edilmiş gelecekleri ile gidiyoruz. İhtimal vermek istemiyorum ama olur da içinizde küskün olup ikinci tur sandığa gitmemeyi düşünen varsa kendi küskünlüğünü ve kırgınlığını hemen bir yana bıraksın. Bugünün çocuklarından birinin elini tuttuğunu düşünüp o sandığa gitsin. Ona adil, özgür bir ülke, aydınlık bir gelecek verebilmek için oyunu kullansın. Bu seçimde oy kullanmak vatandaşlık görevi olmanın ötesinde, çocuklara olan borcumuz. Bir diğer borcumuz da gençlere…

GENÇLER İÇİN

İlk tur sonuçlarının etkisi ilk defa oy kullanan yaklaşık 6 milyon genç üzerinde daha ağır hissedildi. Çiğdem Toker’in 17 Mayıs’ta yayınlanan ‘28 Mayıs’a Gençlerin Bakışı’ başlıklı yazısı bu konuda çok şey söylüyor. Toker yazısında, ‘Onların umutlarını tazelemek, 28 Mayıs’ta sandık başına gitmekten vazgeçmemelerini rica etmek, ifade özgürlüğü, bireysel yaşama saygı, nitelikli eğitim, insanca bir gelir için ikinci turda oy kullanmanın hayati önem taşıdığını, ilk turdaki sonucun kapanmayacak bir ara olmadığını mutlaka anlatmamız gerekiyor’ diyor. Katılmamak ne mümkün.

28 Mayıs’a odaklanalım. Etrafımızdaki gençlere ulaşalım. Onların umutlarını tazeleyelim. Birbirimize sahip çıkmayı, birbirimizi koruyup kollamayı, beraberce sandığa gitmeyi kendimize iş edinelim. Gerekirse randevulaşıp birlikte gidelim sandıklara. Sandığa giderken bir eliniz bu ülkenin en zor çocukluğuna mahkûm edilmiş ve en zor geleceğini bekleyen çocukların, diğer eliniz en umutsuz gencin elini tutsun. Bunu gerçekleştirebilecek kadar kalabalık, bir o kadar da güçlüyüz. Geleceği hala kazanmak elimizde. Bundan asla ama asla vazgeçmiyoruz. Zira siz de biliyorsunuz:

‘Güneş bizimle doğar. Yağmur bizimle yağar. Bizimle coşar deniz. Ateş bizimle yanar…’