Mobing mağduru öğretmenin çığlığı ölünce mi duyulur?

Reva mıdır bu?” dedi Muhterem bey, “Reva mıdır hocam!” Öfkeliydi. Çantasından çıkardığı evrakları bana uzatırken aynı minval üzre sözlerini sürdürüyordu: Bir...

Reva mıdır bu?” dedi Muhterem bey, “Reva mıdır hocam!” Öfkeliydi. Çantasından çıkardığı evrakları bana uzatırken aynı minval üzre sözlerini sürdürüyordu: Bir öğretmene yapılır mı bu hocam?

Birkaç sakinleştirici sözden sonra, “Ne olmuş? Ne yapılmış hocam?” dedim. “Okuyun ve siz değerlendirin hocam!” karşılığını vererek ekledi: Siz de bana hak vereceksiniz. Ölünce mi değerini anlayacağız biz bu öğretmenlerin? Ölünce mi?

Teoride Değil Pratikte Mobbing

Kulağım Muhterem beyde olsa da kaç sayfa olduğuna bakmadan ilk sayfadan itibaren merakla evrakları okumaya girişmiştim. “Değerli Bakanım Ziya Selçuk” hitabının ardından “Mobbing nedir?” sorusuyla başlıyordu.

Soruyu, kendi yaşadıklarını anlatan; “Mevzuata uygun şekilde yapılmayan deneme sınavlarından iki tanesini bu sınavlar yüzünden ders yapamaz hale geldiğim için yapmadığımdan dolayı yaşadığım Mobbing, arkasına aldığı siyasi destek ve örgütlü yapı ile liyakatsiz bir okul müdürünün bir öğretmeni önce “Tutanak tutalım terletelim, terlesin de görsün!’’ diyerek kapalı kapılar arkasında tehdit etmesi, mağdurun Bakanlığa şikayet etmesinden sonra yine kapalı kapılar arkasında ilçe Milli Eğitim Müdürü tarafından kendisine hakaret edilmesi, liyakatsiz okul müdürünün bazı öğretmenlere tutanak tutturarak 3 tane iftira atması ile başlayan İlçe Milli Eğitim Müdürü D.Ö ve muhakkik sıfatlı 2 tane lise müdürü N.E ve A.İ.K tarafından yapılan kesinlikle tarafsız ve objektif olmayan bir soruşturma ile 3 iftiranın da sübuta erdirilmesi ve öğretmenin alnına kesinlikle hak etmediği bir KINAMA cezasının yapıştırılması ile başlayan bir süreç ve bu sürecin devamında mağdurun kendisini aklayacak olan ve asıl suç işleyenlerin kim olduğunu gösteren delillere sahip olduğunu bildikleri için de İl Milli Eğitim Müdürlüğü, Afyon İdare Mahkemesi desteğini de alarak üzerimdeki suçu kaldırmak için gösterdiğim çabaların engellenmesidir”, sözleriyle yanıtlıyordu.

Ben okurken Muhterem bey devam ediyordu: Bu öğretmen fizik öğretmeni hocam. Kendisini hiç görmedim. Hiçbir yakınlığım da yok! Bir tayin döneminde yolu İstanbul’dan Afyon’da bir okula düşmüş. Ardından Bolvadin’de bir Sosyal Bilimler Lisesine… Bu okula gelmekle hayatının hatasını yapmış. Başına neler gelmiş neler?

Ceza Üstüne Ceza ve Sürgün

Bir yandan Muhterem beyi dinlerken, diğer yandan Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’a hitaben yazılmış metni okuyordum. Öğretmen “İdari bir soruşturma ve idari davada konuyla ilgili mevzuat yok sayılarak ceza üzerimde bırakılmıştır.” diyor ve devam ediyordu:

“Bu çabalarımı hazmedemeyen okul idaresi ve bazı öğretmenler Okul Aile Birliği toplantısında söz alıp konuşmamı dahi engellemeye çalışmışlar ve “Ağzından bal damlayan fakat kuyruğundaki zehirli iğnesini bana batıran arılara’’ benzeyen Bakanlık Müfettişlerince yapılan aleyhime olacak şekilde tek taraflı ve objektif olmayan bir soruşturma ile de SÜRGÜN ve 1 Yıl Kademe İlerlemesinin Durdurulma cezasını teklif etmişler asıl suç işleyenlere ise mevzuatın gerektirdiği cezaları bile teklif edememişler ve KINAMA cezası ile geçiştirmişlerdir.

Soruşturmada itham edilen konumundaki İlçe Milli Eğitim Müdürü, okul müdürü ve iki muhakkikin alması gereken bu cezaları da başarılı çalışmalarından ve daha önce hiç ceza almadıklarından dolayı yetkisi olmadığı halde affedivermiştir. Fakat aynı İlçe Milli Eğitim Müdürü benim de geçmişte hiç cezam olmadığı halde cezamı kaldırmayarak, indirime bile gitmeyerek ne kadar hakkaniyetli olduğunu da kendi elleriyle ispatlamıştır.”

Bu arada hala yeterince sakinleşememiş olan Muhterem bey, kızgınlıkla söyleniyordu: Yazık! Yazık! Sonunda benim gibi bir insanı bile dinden imandan edecek bunlar hocam! Bu nasıl bir zihniyettir? Öğretmeni bir yıl içinde darmadağın etmişler. Sadece cezalar da değil hocam, cezalar da değil…

Psikiyatriye Düşen Öğretmen

Muhterem bey, “Sadece cezalar da değil hocam, cezalar da değil…” derken, ben de Ziya Selçuk’a yazılan şu satırları okuyordum:

“Teftiş Kuruluna yazdığım itiraza eklediğim Psikiyatri Anamnez Raporlarını gören İl Milli Eğitim Disiplin Kurulu bir anda cezanızı Kurulda görüştük ve ağır bulduk şeklinde bir yazı gönderme ihtiyacı duydu. Sonrasında sürgün yerimdeki okul müdürüm dosyamı dahi incelemeden bir KINAMA cezası daha verdi. Tam 14 ay boyunca soruşturma dosyasında ne var diye kaygı, üzüntü ve endişe ile bekledim, mahkemeden aldım: Veliler, öğretmenler ve öğrenciler tarafından aleyhime yapılan YALANCI TANIKLIK yani yalanlar yalanlar yalanlar… ALLAH BELANIZI VERSİN... Bu yalanların tamamına yakını belge ile ispatlı şu anda… Tek başlarına beceremedikleri iftira atma işlemini veliler ve öğrencileri de kullanarak ikinci kez yapmaya çalıştılar.”

Öğretmenin “İmdat” Çığlığı

Buraya kadar bir kısmını aktardığım yazılanlar neyse de son satırlar, “Lütfen duyun beni!” diyen tam bir “imdat” çığlığı: “Ben (…) çok yıprandım… Sadece ben mi? Sürgüne gönderildiğim ilk günün sabahında 6 aylık hamile eşim kapının eşiğine takıldı ve düştü. Ağzı ve yüzü fayansa çarptı ‘’Çocuğu her nasılsa korudum, ama kendimi koruyamadım ‘’ dedi. Ön dişi hala kırık… Yaklaşık iki üç ay yemek yerken sıkıntı çekti. Çocuklarıma yansıyanları anlatmıyorum bile…

Zorbaların yaşadığı bu şehre gelene kadar 9 yıl çalışmıştım ve sadece 4 gün rapor almıştım. Şu anda ise 2.5 yılda psikiyatri bölümünden 50-55 gün civarında rapor almışım. Sabah ve akşam kullandığım ilaçlar, uykusuzluk, öfke patlaması, geçmeyen baş ağrılarım, okul bile görmek istemiyorum… Tiksiniyorum maskelilerin dolaştığı, duyarsız, yalaka ve menfaatçilerin olduğu bu hayattan… Ölmeyi de Öldürmeyi de çok düşündüm…. Yapamadım… Sevdiklerim, çocuklarım gözlerimin önüne geliyor…”

Son cümle ise yine Ziya Selçuk’a: “SAYIN BAKANIM, müfettiş göndereceksiniz biliyorum ama ben hiç birine güvenmiyorum…Siz yine de itibar ve güvene layık olan müfettişler gönderin….”

Saadet Öğretmen Gibi…

Gözlerimi metinden ayırıp Muhterem beye bakarken, gayrı ihtiyarı “Üzücü…” dedim “Çok üzücü hocam…”

O celallenircesine hemen atıldı: Üzücü ne demek hocam? Bu tam bir rezalet… İşte Milli Eğitim merkezinden taşrasına, kendini dev aynasında gören böylesi yöneticilere teslim. Tam bir öğretmen öğütme merkezi gibi çalışıyor. Hele taşrada, küçük yerleşim yerlerinde olup bitenler… Çoğu öğretmenin neler yaşadıklarını bilmiyoruz, duymuyoruz bile… Duyabilmemiz için Saadet öğretmen gibi ölmesi mi gerek öğretmenlerin?

Haklıydı. “Peki” dedim, “Ziya Selçuk, kendisine gönderilen bu maili okumuş mudur?”

Yine kızgınlıkla yanıtladı Muhterem bey… “Ne gezer hocam!” dedi, Ne gezer! Yüzünü bile görmemiştir. Okuduysa da umursamamıştır!”

Sonra duraksadı ve yanlış bir şey söylememiş olma kaygısıyla sözcüklerini seçerek sözlerini sürdürdü: “Bilirsiniz hocam… Peşin hükümlü olmaktan imtina ederim hep ama… Bu kez bir istisna yapıyorum. Çünkü okusaydı gereğini yapardı diye düşünmek istiyorum. Ama yine de yanılıyorsam Allah affetsin…”

Bir müddet sustu. Üç beş kelam ettik. Ama keyifsizliği her halinden belliydi. “Ben artık gideyim” diyerek ayağa kalkarken elini cebine attı. Ve çıkardığı bir flash belleği masaya bırakarak, “Bunun içinde de soruşturma dosyaları var hocam” dedi buruk bir tebessümle, “Siz gerek gördüğünüzde ne yapacağınızı bilirsiniz. Hadi selametle…”

Herkes kendi yoluna giderken, zihnimde onun sorusu yankılanıyordu: Mobbing mağdurlarının sesini duyabilmek için “Saadet öğretmen gibi ölmesi mi gerek öğretmenlerin?”

Sahi; başta Ziya Selçuk olmak üzere, MEB’de mobbing mağdurlarının sesini duyacak, sorunlarına çözüm olacak hiç kimse yok mu?

Uğradığı mobbing nedeniyle intihara sürüklenen Saadet Harmancı’nın ardından söylenen tüm sözler yalan mıydı yoksa? Onca söz gök kubbede bir hoş sedaya bile dönüşemeden nasıl da unutulup gitti.

Oysa unutmak teslim olmaktır; çözülene, çürüyene…

Etiketler
Öğretmen