‘Atanamayan Öğretmenler’ Sorununun Adını Koyun!

Atalay Girgin* Kant, “Algıya dayanmayan kavramlar boş, kavramlaştırılmamış algılar ise kördür” der. Fikret Başkaya ise “Şeyleri adlarıyla çağırmak...

Atalay Girgin*

Kant, “Algıya dayanmayan kavramlar boş, kavramlaştırılmamış algılar ise kördür” der. Fikret Başkaya ise “Şeyleri adlarıyla çağırmak gerek”tiğini belirtir.

Çünkü adlandırılmayan, kavramlaştırılmayan bir şey, insan açısından, bilincin konusu olan bir nesne, bir sorun haline dönüşmez. Kavranamaz. Enine boyuna konu edinilemez. Her daim muğlaklık alanına hapsolmaya teşnedir.

Keza adlandırmanın ve kavramlaştırmanın da ötesinde, neliği ve gerçekliğiyle nesnesine uygun bir biçimde ifade edilmediği, nitelenmediği sürece de yanlış ve yanılsamalı bilinç hallerinin nedeni haline gelir. Sorunun kendisinin de asıl nedeninin de üstü örtülür.

Hal böyle olunca da sorunun çözümü, acz ve çaresizlik içerisinde, yine o sorunu yaratanlardan beklenir. Bu uğurda, sorunun müsebbiplerine hak etmedikleri halde övgüler düzülür, yana yakıla onların duygularına seslenerek onlardan yardım ve ‘hak’ talep edilir. Eğer söz konusu zevat-ı muhterem, bu yakarma ve talepler üzerine, kendi yarattıkları soruna ilişkin, bir takım palyatif tedbirler alır, kısmi düzenlemeler yaparlarsa da alkış yağmuruna tutulur, yere göğe konulamazlar.

Sorunu yaratanların bir lütuf kabilinden aldıkları palyatif tedbirler ve yaptıkları kısmi düzenlemeler sayesinde bunlardan yararlanarak paçasını kurtarabilenler ise geride kalanları ya da birlikte yola çıktıklarını ışık hızında unutarak, dualarını kabul ettiği için Allah’a şükürler eder. Ve onların aynı zamanda sorunun yaratıcısı olduğunu bile anımsamadan, kararı alan zevat-ı muhteremlere dualar eder, şükranlarını sunar!

Ne denilebilir ki “Derya içre olup da deryayı bilmeyen balıklar misali” yaşayan ilinek, hatta ilineğin ilineği olmakta sınır tanımayan insanın makûs talihidir bu…

Peki; bu zevat-ı muhteremler kimlerdir? Bunlar Dünyanın her yerinde, kendilerinden yardım ve ‘hak’ talebinde bulunanların haklarını çoktan budamış, yerle yeksan eylemiş olanlardır. Bunlar yetmezmiş gibi, rakamlarla oynayarak koskoca bir topluma (hadi yalan söyleyerek kandırıyorlar dememiş olayım) yüzleri bile kızarmadan gerçekliğe aykırı bilgilerle beyanda bulunmaktan zerre utanmayanlardır. Unutmayın bunlar, üslup farklılıkları bir yana, kullandıkları yöntemler itibariyle, Dünyanın her yerinde birbirlerine benzerler…

****

İşte ‘atanamayan öğretmenler’ sorununda yaşananlar da bu kapsamdadır. Bundan dolayıdır ki doğru oturup doğru konuşmak gerek. Popülizm yapmadan, akıntıya kürek çekmeden, tribünlere oynamadan sorunu ele almak, neliği ve gerçekliği temelinde de onu adlandırmak gerek…

Buradan hareketle eğip bükmeden söylemek gerekirse ‘Atanamayan öğretmenler’ sorununun asıl adı İŞSİZLİK sorunudur. İşsizlik, her toplumsal sorun gibi çok yönlü çok boyutlu bir sorundur ve buna karşı topyekûn bir mücadele gerekir.

Günümüz koşullarında yaklaşık 10 milyon işsizden söz edilmektedir. Bunların içerisinde yaklaşık 1.5 milyon üniversite mezunu işsiz vardır. Onlardan da sayılarının 700 bine ulaştığı belirtilen önemli bir kesim kendilerini ‘atanamayan öğretmenler’ olarak adlandırmaktadır.

Oysa bu adlandırma, bir boyutuyla sorunu bütünsel olarak kavramamaktır. Diğer boyutuyla da kendini kapitalist sistemin ve onun her soydan ve boydan siyasal-ideolojik temsilcisinin yaratılmasına doğrudan katkıda bulundukları “işsizler ordusu”nun bir parçası olduğunu anlayamamaktır. Dolayısıyla “atanamayan öğretmenler” adlandırması, yanılsamalı bir bilinç halinin tezahürüdür ve yanlıştır.

Hal böyle olunca, işsizliğe karşı topyekûn ve kapsamlı bir hak mücadelesinin bir parçası olması gereken “atanma ya da iş” talebi, ‘atanamayan öğretmenler’ başlığına, hatta onun içinde de “60 bin atama”ya indirgenmektedir. Peki; sayılarının 700 bine ulaştığı belirtilen ‘atanamayan öğretmen’den geriye kalan 640 bin ne olacaktır? İşte yanılsamalı bilinç halinin bir diğer göstergesi de budur.

Yazıyı daha fazla uzatmadan belirtmek gerek: Bütünün çıkarı ve hakları için yola çıkmayan, mücadele etmeyenler ya küçük ayrıcalıklarla ya da birilerinin lûtfettikleriyle yetinmek zorunda kalırlar. Aslında bu lûtuf ve ayrıcalıklara kanıp kazandıklarını düşünürken bile hep birlikte kaybetmektedirler.

Doğru ve etkili bir mücadele sorunu bütünsel olarak görüp kavramayı, onu uygun bir biçimde adlandırarak, nesnesine uygun bir biçimde anlayıp anlamlandırmayı gerektirir. Aksi halde mücadele denilen şey yanılsamalı bir bilinç halinin tezahürü olarak, toplaşıp tweet atmaya, birileriyle (siyasal parti temsilcileri, hiçbir hükmü olmayan bazı bakanlar ve milletvekilleri, vb.) görüşmeye indirgenir. Ve sonuç baştan bellidir: HÜSRAN!

Bunun temel nedeni ise sorunu ve o toplumsal sorunu var eden, üreten, adına kapitalist sömürü düzeni denilen bataklığın ne olduğunu bütünsel anlamda kavramamış olmaktır. Bu durumda da ona uygun ve etkili mücadele yöntem ve biçimlerini geliştirmek de mümkün değildir zaten...

Peki; genelde toplumsal bir sorun olan işsizliğe, özelde de eğitim alanında ‘atanamayan öğretmenler’ sorununa ilişkin kapsamlı ve etkili çözüm yolları yok mu?

Yanıtı gelecek yazılarda…


* Felsefenin Işığında / Felsefece; http://atalaygirgin.blogspot.com

Etiketler
Öğretmen