CHP'li Erdoğan Toprak: İnsanların soğan-patates kuyruğuna girmesi fakirleşmenin fotoğrafıdır

CHP'li Erdoğan Toprak, haftalık değerlendirme raporunu paylaşrak, "Hangi ülkede olursa olsun, insanların kamyon önünde soğan-patates kuyruğuna girmesi siyasi tükenişin ve beceriksiz yönetimin zirve noktası, yoksulluğun fakirleşmenin fotoğrafıdır" dedi.

CHP'li Erdoğan Toprak: İnsanların soğan-patates kuyruğuna girmesi fakirleşmenin fotoğrafıdır

CHP Genel Başkan Başdanışmanı ve Genel Koordinatör Erdoğan Toprak, haftalık değerlendirme raporunu paylaştı.

Toprak, “Hangi ülkede olursa olsun, insanların kamyon önünde soğan-patates kuyruğuna girmesi siyasi tükenişin ve beceriksiz yönetimin zirve noktası, yoksulluğun fakirleşmenin fotoğrafıdır. 2019 seçiminde soğan-patates üreticisi terörist ilan edilerek AK Parti belediyelerince kurulan tanzim satış çadırlarındaki çaresiz insan kuyrukları iktidarı belediyelerden götürdü, şimdi bu kuyruklar iktidarın davul-zurna eşliğinde gidişinin habercisidir!” dedi.

Toprak, "İktidarın aldığı ücretsiz izin ve işten çıkartma yasağına rağmen, Şubat ayında 250 bin kişi işini kaybetti, resmi işsiz sayısı 4 milyon 236 bine yükseldi. Yüzde 29 olan ‘atıl işgücü’ tanımı kapsamında geniş işsizlik 11 milyona yaklaştı. Genç işsizlik yüzde 27 ile son beş yılın zirvesine çıkarken, genç kadın işsizliğinin yüzde 36’ya ulaşması, kamuda çocuklu kadınların idari izinli sayılması, kadınların çalışma hayatından, ekonomik üretimden ve toplumsal hayattan dışlanmasının somut göstergeleridir!" ifadelerini kullandı.

CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak, “Halkını perişan eden, 128 milyar doları heba edip hesabını veremeyen, afiş görünce psikolojisi bozulan, kâbus gören bir iktidarın ülkenin, hakkını, hukukunu, sevdikleri tabirle bekasını, içeride barış ve huzurunu, dışarıda ulusal çıkarlarını ve itibarını koruması mümkün mü? Kanal İstanbul’u inadına yapacağını iddia eden ama şimdiden 2 kanal İstanbul parası olan 128 milyar doları heba ettiğini gizlemek için yalanlara sarılan bir iktidarın aldığı kararların doğruluğuna, akılcılığına, bilimselliğine, hukukiliğine kim inanır?” ifadelerini kullandı.

CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak’ın her hafta kamuoyu ile paylaştığı rapor üç ana başlık altında toplandı.

Raporda yer alan bilgiler şöyle:

1-Hangi ülkede olursa olsun, insanların kamyon önünde soğan-patates kuyruğuna girmesi siyasi tükenişin ve beceriksiz yönetimin zirve noktası, yoksulluğun fakirleşmenin fotoğrafıdır. 2019 seçiminde soğan-patates üreticisi terörist ilan edilerek AK Parti belediyelerince kurulan tanzim satış çadırlarındaki çaresiz insan kuyrukları iktidarı belediyelerden götürdü, şimdi bu kuyruklar iktidarın davul-zurna eşliğinde gidişinin habercisidir!

Faiz lobisi karşısında ağır yenilgi alarak faizi indirsin diye getirilen başkanın bile yüzde 19 faize dokunamadığı bir ortamda döviz lobisine teslimiyet bayrağı çeken iktidar, aylardır 128 milyar dolarlık kayıp rezervin hesabını vermekten kaçıyor. Şu ana kadar 128 milyar dolarlık rezerv ile ilgili CB Erdoğan iki kez konuştu. Birinde ‘128 milyar doları salgın tedbirleri ve piyasalarda dış güçlerin istikrarı bozma girişimlerine karşı kullandık’ dedi. İkinci açıklamasında ‘Ortada kayıp olan bir şey yok. 128 milyar dolar, hazinede, Merkez Bankası’nın kasasında duruyor’ diyerek kendi kendisini tekzip etti. İktidar sözcüleri de net bir açıklama yapamayınca MB Başkanına bir açıklama yaptırdılar. O da Hazine ile protokol imzalandığını kurlardaki ani hareketlenmelere karşı gerektiğinde satış yapılarak kurun dengelendiğini, ancak kimseye bir çıkar sağlanmadığını ifade etti. Oysa MB’nin herhangi bir ‘kur hedefinin olmadığı, dalgalı kur politikası izlendiği’ defalarca kamuoyuna açıklanmıştı! Özetle konuştukça battılar! Şimdi de buharlaşan dövizin sorgulanmasını örtmek için ülke çapında soğan-patates dağıtma şenlikleri başlattılar. Aylardır yaptığımız çağrılara kulak tıkayan, üreticinin perişanlığını görmezden gelen, CHP’li belediyelerin soğan, patates, bahçede kalan limon, portakal, mandalinayı üreticiden değerine satın alıp bedava dağıtmasını İçişleri ve Valilik genelgeleriyle engelleyen iktidar nihayet doğru yolu buldu. Ancak üreticinin bin bir zahmet, emek ve borçla ürettiği, deposunda ve elinde kalan binlerce ton soğan-patatesi ‘maliyetine ve yok fiyatına’ satın alıp, Cumhurbaşkanının talimatıyla hayır hasenat için bedava dağıtmaya giriştiler. Bunu yaparken de hayır ve yardım kültürümüzün ‘Bir elin verdiğini diğer el görmemeli’ ilkesini siyasi nema ve hesap hevesiyle unuttular. Türk bayrakları astıkları kamyon ve tırlara yüklenen soğan-patatesler şehir, kasaba girişlerinde davul-zurna ve bando ile valiler, vali yardımcıları, kaymakamlar, il sosyal yardım müdürleri tarafından törenle karşılandı. İdari ve mülki erkân kuyruğa dizdikleri insanlara, CB Erdoğan’ın talimatıyla kendilerine bu soğan-patateslerin verildiğini içeren tören konuşmaları yapıyorlar. Faiz ve döviz lobilerine teslim olan iktidar adeta ‘soğan-patates lobisine’ karşı zafer kazanmış edasında bir gösteri, şenlik yürütüyor.

İki yıl önceki patates-soğan tanzim satış çadırlarından, bugün soğan-patates kamyonları önündeki çuval kuyruklarına gelinmiş olması, iktidarın ‘Ekonomi şaha kalktı, yukarı yönlü pik yapıyor, tüm dünya imreniyor, Almanya bizi kıskanıyor’ hikâyesinin fiyasko olduğunun belgesidir!

Tüm dünyanın izlediği bu görüntüler eşliğindeki soğan-patates dağıtım şenlikleri 19 yılda Türkiye’yi refah toplumu olmaktan hızla uzaklaştırıp yoksullaştıran, ülkeyi soyup soğana çeviren, ulusal varlıkları ve milli serveti kendisi ve birkaç yandaşına aktaran AK Parti iktidarının, aynı hızla halkı patates-soğana muhtaç hale getirdiğinin davul-zurna ile dünyaya ilanıdır.

Halkını perişan eden, 128 milyar doları heba edip hesabını veremeyen, afiş görünce psikolojisi bozulan, kâbus gören bir iktidarın ülkenin, hakkını, hukukunu, sevdikleri tabirle bekasını, içeride barış ve huzurunu, dışarıda ulusal çıkarlarını ve itibarını koruması mümkün mü? Kanal İstanbul’u inadına yapacağını iddia eden ama şimdiden 2 kanal İstanbul parası olan 128 milyar doları heba ettiğini gizlemek için yalanlara sarılan bir iktidarın aldığı kararların doğruluğuna, akılcılığına, bilimselliğine, hukukiliğine kim inanır?

2-Ukrayna-Rusya gerilimi devam ediyor. Fransa ve Almanya, Rusya’dan Donbass’a askeri yığınaktan vazgeçme çağrısı yaptı. Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy, Putin’in de katılacağı dörtlü zirve önerdi. Rusya savaş gemilerini Karadeniz’e yönlendirmeye hız vererek, ABD’ye ‘kıyılarımızdan uzak durun’ uyarısında bulundu. ABD, 2 savaş gemisini Karadeniz’e göndermekten vazgeçtiğini açıkladı!

Kuzey’de Karadeniz bölgesinde Ukrayna-Rusya gerginliği tırmanırken, Rusya Donbass (Donetsk-Lugansk) sınır bölgesine yaptığı askeri yığınağın yanı sıra Karadeniz’deki savaş gemilerinin sayısını artırmaya hız verdi. ABD, AB ve NATO ise Ukrayna’ya sürekli şekilde sözlü destek ve Rusya’ya uyarılarda bulunarak olası bir çatışmanın çok tehlikeli sonuçları olacağı görüşünü dile getiriliyor. Avrupa ve ABD medyasında sıklıkla Rusya’nın Ukrayna’yı işgal edeceği haberlerine yer verilirken, Rusya bunları yalanlayarak, Donbass bölgesindeki Rus vatandaşlarının hayati tehlikesi dışında bir müdahale düşünmediğini, bu doğrultuda Ukrayna’nın bölgede sürekli şekilde askeri provokasyonlara giriştiğini iddia ediyor. ABD Başkanı Joe Biden’ın Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy’i telefonla arayarak desteğini iletmesinden sonra geçtiğimiz hafta da Ukrayna devlet Başkanı Fransa Cumhurbaşkanı Macron ve Almanya Başbakanı Merkel ile bir araya geldi.

Üçlü zirve gerçekleştiren Almanya, Fransa ve Ukrayna liderleri, Rusya'yı son haftalarda Ukrayna sınırı ve Kırım'a gönderdiği askerleri geri çekmeye davet etti. Ukrayna ayrıca Rusya’ya “nükleer silah” uyarısında bulundu. Rusya, bu çağrılara kendi toprakları içinde askerlerini dilediği şekilde hareket ettirebileceğini, bunun tamamıyla bir askeri planlama olduğunu savundu. Üçlü video konferans zirvesi yanında Paris’e giderek Fransa Cumhurbaşkanı Macron ile yüz yüze görüşme gerçekleştiren Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy, burada düzenlenen ortak basın toplantısında gerginliğin sonlandırılması için Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in de katılacağı dörtlü bir görüşme gerçekleştirmeye hazır olduğunu söyledi. Ukrayna, NATO'ya girmek için yaptığı çağrılara ve başvurulara olumlu yanıt alamaması durumunda, nükleer silah edinme çabasına yöneleceğini açıkladı. Sovyetler Birliği’nin dağılması öncesinde dünyanın en büyük üçüncü nükleer cephaneliğine ve silah gücüne sahip olan Ukrayna dağılmanın ardından ABD, Rusya ve İngiltere'den aldığı güvenlik ve saldırmazlık güvenceleri sonrasında 1994 yılında nükleer silahlardan arındı. Ukrayna’nın şimdi yeniden nükleer silah edinme çabasına girişebileceğini duyurması, 1994’teki arınmanın gerçek olmadığını, bazı nükleer silahların bir yerlerde gizlenmiş olabileceğini akla getiriyor.

Ukrayna’nın bu çıkışının perde arkasında kanımca iki neden olabilir;

Birincisi, Rusya’ya karşı olası bir saldırı durumunda gerekirse nükleer silah kullanabileceği tehdidini dile getirmek.

İkincisi, ABD, AB ve NATO’yu Ukrayna’nın NATO üyeliği talebini kabul etmeleri için baskı altına alarak nükleer savaş blöfü ile süreci hızlandırmak.

Ukrayna’nın NATO üyeliğine alınması halinde Rusya’nın Rus nüfusunun yoğun olduğu, Rusya yanlısı ayrılıkçıların Ukrayna ordusu ile çatıştığı Donbass bölgesine girerek burayı ilhak etmesi iktimali söz konusu. Rusya bu yolla NATO üyesi olması durumunda Ukrayna ile arasında Donbass’ı ilhal ederek tampon sınır haline getirmeyi hedefliyor. Ancak Kırım’dan sonra Donbass’ın da ilhakı durumunda Karadeniz’deki savaşın yayılması, çatışmaların şiddetlenmesi ve uluslararası boyut kazanması olasılığı tehlikeli bir süreç olarak ortada duruyor.

Rusya’nın karadaki askeri yığınaktan sonra, savaş gemilerini diğer bölgelerden Karadeniz’e yönlendirmeye hız vermesi, Karadeniz’deki en uzun kıyı şeridine sahip olan Ukrayna’nın denizdeki yığınakla Rus donanması tarafından kuşatılması ve ablukaya alınması ihtimalini düşündürüyor.

Böyle bir sıcak çatışma ihtimalinde ABD ve NATO’nun şu anda komutası Türkiye’ye geçen 6400 kişilik Acil Müdahale Gücünü devreye sokmak istemesi ve Türkiye’yi olası göreve çağırması kanımca en arzu edilmeyecek gelişme olacaktır. Türkiye şu ana kadar destek açıklamalarında bulunduğu Ukrayna’nın yanında ve Rusya’nın karşısında sürece müdahil olursa sonunun nereye varacağı kestirilemeyecek riskler ve kayıplarla karşılaşabiliriz.

Kaldı ki NATO üyesi olmayan Ukrayna’ya NATO desteği ve Türk askerinin devreye sokulmak istenmesine karşı durulmalı, Türkiye’nin çıkarları ve güvenliği öncelikli olmalıdır. Rusya’nın Türkiye’ye yönelik seyahat kısıtlaması kararını, görünürdeki sağlık-salgın gerekçesinin ötesinde, uygulanan Ukrayna politikasına karşı bir yaptırım hazırlığının ön adımı, uyarı işareti olarak değerlendirdiğimi vurgulamak isterim.

3-Kıbrıs sorununun çözümü için dört yıl sonra keskin görüş ayrılıklarıyla yeniden masa kuruluyor. Birleşmiş Milletler organizasyonuyla 27-29 Nisan tarihleri arasında Cenevre’de gerçekleştirilecek BM+5 zirvesinde Rum tarafı ‘İKİ DEVLETLİ FEDERASYON’, Türk tarafı ‘ADADA İKİ BAĞIMSIZ DEVLET’ teziyle masaya oturuyor!

Güney Kıbrıs ve KKTC ile garantör ülkeler Türkiye, Yunanistan, İngiltere’nin temsil edileceği BM+5 müzakerelerinde taraflar bu kez çok derin görüş ayrılıkları ile masaya oturacaklar. Bugüne kadar 1974 darbesi öncesindeki Kıbrıs Cumhuriyeti modeli ve yönetimde iki tarafın temsiline dayalı iki devletli, iki toplumlu bir federasyon çözümünde 47 yıldan bu yana ilerleme sağlanamadığını savunan Türkiye ve KKTC, adadaki fiili durumun resmileştirilmesi, iki ayrı bağımsız devletin adadaki varlığının tescilini dile getiriyor. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ise federasyon tezinden geri adım atmayacaklarını ilan ettiler. İngiltere’nin gündeme getirdiği iki devletli, ortak hükümet, ortak parlamento ve dış ilişkilerinde bağımsız hareket eden federasyon modeli masada! Ancak İngiltere’nin koşulu bu çözümün hayata geçmesinden 10 yıl sonra üç garantör ülkenin garantörlüklerinin sona ermesi. Diğer deyişle Londra ve Zürih Anlaşmalarının fiilen ve resmen rafa kaldırılması. Bu adadaki Türklerin geleceği ve güvenliği açısından kabul edilmesi olanaksız bir öneridir. Bugüne kadar Yunanistan ve Rumların geçmiş sicili bu önerinin kabulünü tamamıyla olanaksız kılıyor. BM+5 müzakerelerinin bu ilk turu ‘gayri resmi’ olarak nitelendiriliyor. Dolayısıyla taraflar bundan sonra resmi müzakere sürecini başlatma ve sürdürme konusunda karar verecekler.

Bu zirveyi “ilk ve önemli” kılan unsurların başında KKTC ve Türkiye'nin Kıbrıs sorununun çözümü için masaya getireceği “egemen eşitliğe ve eşit uluslararası statüye dayalı iki devletli çözüm” modeli geliyor.

KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Özel Danışmanı, Cenevre Müzakere Heyeti Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Işıksal, bu yeni çözüm modelinin hem Türkler hem de Rumlar için en iyi model olduğunu belirtiyor. Kıbrıs adasında zaten birbirinden tamamıyla farklı ve ayrışmış, kendi kurumları, yasama, yürütme ve yargı organları olan iki ayrı devletin var olduğunu vurgulayan Işıksal, 1974'den beri Kıbrıslı Türklerin uluslararası tanınması olmasa da, tüm kurumlarıyla çalışan, bir devlette olması gereken tüm şartları taşıyan gerçek bir devlete sahip olduklarını vurguluyor.

Bu tezi baştan reddeden Yunanistan ve GKRY’nin arkasında ise AB duruyor. Her ikisi de AB üyesi olmanın avantajını Türkiye ve KKTC’ye karşı kullanmak çabasında olan Yunanistan ve GKRY müzakerelerde AB’nin de yer almasını en azından gözlemci olmasında ısrar ediyor. Oysa AB sorunun tarafı değil.

Bugün gelinen aşamada CB Erdoğan, Ersin Tatar’ın Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra KKTC’ye yaptığı ziyarette “Federasyon bitmiştir! İki devletli çözümden başka yol yoktur” açıklamasını yaparak, Türkiye’nin ve KKTC’nin bugüne kadar federasyon üzerinden yapılan müzakerelere yaklaşımının sona erdiğini resmen ilan etti.

Bu politika değişikliğinde yıllardır süren çözüm müzakerelerinin sonuçsuz kalması ve Rum-Yunan tarafının ‘Megalo Idea-Büyük Milli İdeal’ sevdasından vazgeçmeyeceğini somut şekilde sergilenmesinden kaynaklanıyor. Kıbrıs’ı bir Rum-Yunan adası olarak gören ve Türklerden arındırmayı öngören bu ideal barış içinde birlikte yaşama ve iki toplumlu, iki devletli Kıbrıs gerçeğini reddediyor. Rum-Yunan tarafı yıllarca tüm dünyaya Rauf Denktaş’ı sorun olarak gösterdi, uzlaşmaz diye tanıttı. Ancak sonraki Cumhurbaşkanları Mehmet Ali Talat, Derviş Eroğlu, Mustafa Akıncı döneminde yürütülen müzakerelerde de Annan Planı referandumunda da Rum-Yunan tarafı uzlaşmazlığı kesintisiz sürdürdü. Dolayısıyla sorun ve çözümsüzlüğün asıl tarafı Yunanistan ve GKRY. Bu yüzden de artık 47 yıldır kökleşen, yerleşen gerçeğin uluslararası toplum tarafından kabulü ve adada eşit, egemen iki devletin varlığının kabulü en kolay ve adil çözüm olacaktır. Bu çözümün kabul edilmesi durumunda, toprak, malların sahipliği, Maraş vb. konularda daha hızlı çözüm üretilmesi olanaklı hale gelecektir.

Kaldı ki farklı milletleri bir araya getiren federasyon modeli çözümlerin ayakta duramadığı, Sovyetler Birliği’nin, Yugoslavya’nın, Çekoslovakya’nın yakın geçmişte dağılmaları ayrı egemen devletler olarak yollarına devam etmeleriyle somut şekilde görüldüğü dile getiriliyor. KKTC muhalefet partilerinden bazıları BM Güvenlik Konseyi Kararları temelinde ve güvencesinde bir federasyonun Kıbrıs’ta en uygun çözüm modeli olduğu görüşünde.

Tarafların keskin görüş ayrılığı ve farklı tezlerle oturacağı Cenevre masasında somut bir sonuç alınması beklentisi kanımca oldukça düşük. BM Genel Sekreteri muhtemelen tarafları ve tezlerini dinleyecek, ortak ya da uzlaşılabilir bir takım unsurlar görürse, resmi müzakereler için zemin hazırlamaya çalışacaktır. Aksi durumda Cenevre gayri resmi müzakerelerinin ardından yine uzun süre, çözüm ve müzakere masasının kurulamaması ihtimali ortada durmaktadır.

4-Kıbrıs’ta eşit egemen iki devlet ilkesiyle Cenevre’de masaya oturmaya hazırlanan iktidarın KKTC Anayasa Mahkemesi’nin kararına karşı sergilediği tavır iki egemen devlet ilişkisinde kabul edilemez. CB Erdoğan’ın KKTC hükümetini, yargısını, parlamentosunu, muhalefeti ve Kıbrıs Türklerinin iradesini yok sayma tavrı, Cenevre müzakerelerinde Rum-Yunan tarafınca KKTC aleyhine gündeme getirilecektir!

Cenevre’deki gayri resmi Kıbrıs müzakereleri öncesinde Türkiye ve KKTC eşit egemenlik, eşit ve bağımsız iki devlet ilkesiyle masaya oturulacağını ilan etti. Ancak KKTC’deki bazı güncel gelişmeler, KKTC Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) laiklik ilkesiyle ilgili verdiği karar üzerine CB Erdoğan, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ve iktidar sözcülerinin sergilediği tavır, bu tezi en başta Türkiye’nin kabul etmediğini, KKTC’yi ‘eşit, egemen ve bağımsız bir devlet’ olarak görmediğini ortaya koydu.

İKTİDAR, BM Gözetimindeki Cenevre Müzakereleri Başlamadan masaya getireceği tezi kendi söylem ve eylemleriyle çürütüp yok sayarak; Rum-Yunan ikilisine, BM’ye ve tüm dünyaya KKTC aleyhine büyük bir siyasi-diplomatik koz verdi.

Türkiye’deki Diyanet İşleri Başkanlığı’na karşılık gelen KKTC Din İşleri Başkanlığı’nda örgütlü Hizmet-Sen tarafından 2018 yılında açılan davada Din İşleri Başkanlığı’nın izni ve onayı dışında açılan özel Kuran Kursları, Hafızlık Kursları ve sertifikalarının devletin kontrolü dışında olamayacağı gündeme getirildi. Bu kurslar ve hafızlık eğitimleri karşısında Hizmet-Sen üyelerinin özlük haklarının kayba uğradığı öne sürüldü.

KKTC AYM, verdiği kararda Din İşleri Başkanlığı’nın devletin bir kurumu olduğunu, din hizmetleri ve dini eğitimle görevlendirildiğini, bunun dışındaki kurslardaki din eğitiminin laiklik ilkesine aykırı olduğunu, din eğitimini devletin vermesi gerektiğini belirterek, bu yöndeki uygulamaları iptal etti. Bu iptal kararına KKTC’den daha fazla tepkiyi iktidar verdi. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu KKTC ziyaretinde KKTC AYM’nin kararının ideolojik olduğunu, kabul edilemeyeceğini öne sürerken, CB Erdoğan, bağımsız yüksek yargının verdiği kararı derhal geri çekmesini, yardımcısı Fuat Oktay’a talimat verdiğini, KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ı arayarak gereğinin yapılmasını bildireceğini söyledi. Ayrıca KKTC AYM’nin önce Türkiye’deki uygulamaları incelemesini isterken, iptal kararı geri çekilmediği takdirde, “Bundan sonra atacağımız adımlar farklı olacaktır” diyerek KKTC’nin en yüksek yargı organını ve yargıçlarını tehdit etti. İktidar her zamanki tavrı ve alışkanlığıyla, bir yüksek mahkemenin yargı kararından yine ‘darbe’ çıkartma peşine düştü!

Ana muhalefetteki partiler, Kıbrıs Türk Baralor Birliği yargı bağımsızlığının hukukun üstünlüğünün temel taşı olduğunu ve Türk hükümet yetkililerinin açıklamalarının hiçbir şekilde kabul edilebilir olmadığını belirttiler.

Cumhurbaşkanlığında hazırlanarak, Türkiye’nin KKTC Büyükelçiliği tarafından KKTC hükümetine iletilen ve KKTC meclisinde onaylatılması istenen Koordinasyon Kurulu yapılanması, daha öncekine gösterilen tepkiler ve AYM’nin iptali üzerine, bu defa yasa değil, Uluslararası Anlaşma diye gündeme getirilerek KKTC AYM’nin yargısal denetiminden de kaçırılmak isteniyor.

İktidarın bu politikalarının KKTC’de de ayrışma ve kamplaşmaları ortaya çıkartarak derinleştirdiği, KKTC AYM’nin laiklik kararı karşısında sergilenen söylem ve gösterilen hiddet-şiddet-tehdit-hakaret tavrının KKTC kurumlarına ve toplumsal barışına zarar verdiği apaçık ortada. Bizzat iktidarın kendisinin KKTC’nin bağımsızlık, egemenlik, eşitliğini yok sayan bu tutumu, Cenevre müzakerelerinde KKTC’nin aleyhine bir görüntü yaratacaktır. Rum-Yunan tarafı Türkiye’nin adanın kuzeyinde kendi egemenliğini tesis etmek istediği iddialarını gündeme getirerek, AB’yi, BM’yi, İngiltere’yi saflarına çekmeye çalışacaktır.

Tüm dünyaya KKTC’nin egemen-eşit ve bağımsız bir devlet olduğunu ilan ediyorsak, buna önce Türkiye saygı göstermeli, bu doğrultuda samimi, inandırıcı ve güven verici bir tavır sergilemelidir. KKTC Cumhurbaşkanı ve Başbakanını memuru gibi görüp, KKTC Büyükelçisi eliyle talimatlar, yasa taslakları iletilmesi kabul edilmesi imkânsız, onur kırıcı bir tavırdır!

5-Birleşmiş Milletler gözetiminde Cenevre’de yapılan seçimler sonrasında Şubat ayında oluşturulan Libya Geçici Ulusal Hükümeti Başbakanı Abdülhamid Dibeybe, beraberindekii resmi heyet ile birlikte Ankara’ya bir ziyaret gerçekleştirdi. Ankara ziyareti ve sonrasında yapılan açıklamalar, ikili ilişkilerin güçlendirilmesi yanında Deniz Sınırları Anlaşması’na bağlılığın teyit edilmesi, Türkiye adına önemli bir kazanımdır.

Libya Başbakanının Türkiye ziyaretinden önce Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel’in yanı sıra Yunanistan, İtalya ve Malta Başbakanları Trablus’u ziyaret ederek Başbakan Dibeybe ile görüştüler. Ardından da Yunanistan, İtalya ve Malta’nın Libya Büyükelçilikleri açıldı. Türkiye ziyaretinden hemen önce gerçekleşen bu görüşmede, Yunanistan Başbakanı Libya ile Türkiye arasında imzalanan Deniz Sınırları Anlaşması’nı tanımadıklarını, Libya’nın bu anlaşmayı asıl yapması gereken ülkenin Yunanistan olduğunu açıkladı. Libya’daki geçici hükümet üzerinde Türkiye ile yapılan Askeri İşbirliği ve Savunma anlaşmasıyla Deniz Sınırları Anlaşması’nın iptali yönünde başta AB, Yunanistan, Fransa, İtalya, Mısır olmak üzere pek çok ülkenin baskısı söz konusu. Ancak Ankara’daki görüşmeler sonrasında Başbakan Dibeybe’nin Libya’nın Türkiye ile imzalanan anlaşmaya bağlı olduklarını ifade etmesi kanımca önemli bir siyasi ve diplomatik kazanımdır.

Ankara ziyaretinin hemen ertesinde Dibeybe Hükümetinin Yunanistan ile deniz sınırları anlaşması imzalamak üzere ikili resmi müzakerelere başladığını açıklaması dikkat çekici bir gelişmedir. Yunanistan, Türkiye ile istikşafi görüşmeler ile gerilimi azaltma yanlısı görünürken diğer yandan Libya ile deniz sınırları anlaşması imzalayarak Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de dar bir deniz sahasına hapsetme çabalarını sürdürüyor.

Görüşme sonrasında CB Erdoğan ve Başbakan Dibeybe, ortak basın toplantısı gerçekleştirdi. İkili ticaret ve ekonomik ilişkileri güçlendirecek somut adımlar üzerinde anlaşmaya varıldığı belirtildi. Türk müteahhitlerinin Libya'ya dönüşünü hızlandıracak adımlar konusunda fikir birliğine varıldı. Libya’ya 150 bin doz korona aşısı hibe edildi. THY’nin Libya seferlerinin başlayacağı ve Türkiye’nin Bingazi konsolosluğunun faaliyete geçirileceği kaydedildi.

Libya ile ilişkilere yönelik bu ziyaret önemli bir adım olmakla birlikte Başbakan Dibeybe’nin tüm ülkelerle stratejik işbirliği istediklerini dile getirmesi, ülkesine döner dönmez Yunanistan ile deniz sınırları anlaşması müzakerelerini başlatması, aynı zamanda Yunanistan ile de ilişkileri ilerletmek istediğini gösteriyor!

6-Rusya-Ukrayna geriliminde desteğini Ukrayna’nın arkasına koyan ABD Başkanı Joe Biden, Putin’le yumuşama mesajları verip üçüncü bir ülkede İKİLİ ZİRVE TEKLİFİ yaparken ertesi gün Rusya’ya karşı yeni yaptırımları uygulamaya koydu. Rusya’nın ABD yaptırımlarına misilleme ile karşılık vermesi, ABD-RUSYA gerginliğinde yeni bir aşamaya geçildiğini gösterdi!

Karadeniz’de Rusya ile Ukrayna arasındaki gerginlikte ABD’nin desteğini NATO ile birlikte Ukrayna’nın arkasına koyan Başkan Biden, Rusya Devlet Başkanı Putin ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Görüşmede Putin ile üçüncü bir ülkede bir araya gelme ve zirve gerçekleştirme davetini ilettiği açıklanan Biden, bunun hemen ertesinde ise Kasım ayındaki seçimlere müdahale ettiği ve siber saldırı girişiminde bulunduğu gerekçesiyle Rusya'ya yaptırım kararını açıkladı. 10 Rus diplomatı sınır dışı etme kararı alan ABD yönetimi, bazı Rus teknoloji şirketlerini ve yöneticilerini de yaptırım kapsamına ilave etti. Rusya, ABD yaptırımlarına misilleme ile karşılık verdi. Gelişmeler sonrasında ABD Başkanı Biden, “Gerilimi tırmandırmak niyetinde değiliz” açıklaması yaptı ve Putin ile bir araya gelme önerisini yineledi. Rusya ve ABD'nin birlikte çalışabileceği ve gerçekten çalışması gereken alanlar olduğunu savunan Başkan Biden buna örnek olarak da göreve başladıktan hemen sonra Rusya ile varılan New Start Silahsızlanma Anlaşmasının uzatılmasına karar vermesini gösterdi.

ABD, seçimlere müdahale ve siber saldırı gerekçesiyle uygulamaya koyduğu yeni yaptırımların yanı sıra daha önce aldığı kararlarla Rusya’ya Ukrayna krizi, Kırım’ın ilhakı ve Putin’e muhalif Rus politikacı Aleksey Navalni'nin zehirlenmesi nedeniyle çeşitli yaptırımlar uyguluyor. Bu kapsamda 32 üst düzey Rus yönetici yanında, çeşitli Rus şirketleri ve kuruluşlarının ABD bankalarıyla parasal ilişkileri ve hesapları da yer alıyor. Ayrıca, Rusya’da faaliyet gösteren ABD vakıfları ve derneklerine kısıtlama getirilirken, ABD’li diplomatlara verilen kısa süreli Rusya ziyaret vizeleri kaldırıldı.

ABD’nin gerilimi yumuşatma girişimlerine Rusya’dan da olumlu yaklaşım geldi.

Karadeniz’deki gerilimin ABD ve Rusya arasında karşılıklı yaptırımları gündeme getirmesi bir yanıyla Türkiye’yi de ilgilendirebilir. Ukrayna’ya destek vererek bölgedeki sürece dahil olan iktidar, S-400 yaptırımlarında ABD ile gerilimi azaltmaya çabalarken, diğer yanda Rusya’nın tepkisini çekme ihtimaliyle karşı karşıya. Türkiye açısından en doğru tavır, Rusya-Ukrayna krizinde tarafsız kalmak, Karadeniz’de barışa olabildiğince katkı vermektir.

7-Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (MB-PPK) bir yandan sıkı para politikasının sürdürüleceğini söylerken diğer yandan Haziran sonrasında faiz indirimi hazırlığının işaretlerini verdi. Faizleri indirsin diye getirilen Başkan daha önce eleştirdiği, düşürülmesi gerektiğini öne sürdüğü yüzde 19 faize devam kararı alırken ‘FAİZ DÜŞERSE ENFLASYON DÜŞER’ söyleminin geçersizliğini de ilan etmiş oldu!

Merkez Bankası (MB) Para Politikası Kurulu (PPK) yeni başkan Prof. Şahap Kavcıoğlu başkanlığında 15 Nisan’da yaptığı toplantıda beklendiği gibi haftalık repo faizi olarak uygulanan politika faizini yüzde 19’da sabit tuttu. Yeni Başkan, CB Erdoğan gibi ‘yüksek faizin yüksek enflasyonun sebebi olduğu, faiz düşerse enflasyonun da düşeceği’ görüşünün savunucularından. Bu tezi savunduğu için bu göreve getirildi. Göreve gelir gelmez piyasaları sakinleştirebilmek için yoğun bir söylem değişikliğine yöneldi. Sıkı para ve enflasyonun üzerinde faiz uygulamasından geri dönülmeyeceği vaatlerinde bulundu. Piyasalar açısından PPK toplantısından çıkacak karar aynı zamanda Başkan Kavcıoğlu için bir ‘samimiyet testi’ niteliğindeydi. Bu açıdan ilk sınavı geçtiği söylenebilir.

Ancak CB Erdoğan’ın kendisinden faiz indirimi beklentisini ilk adımda karşılayamayan Kavcıoğlu, yakın dönemde bu adımları atacağının işaretlerini PPK toplantısı sonrasında yapılan açıklamadaki söylem değişikliği ile verdi.

Gerçekte Mart ayında yüzde 16’nın üzerine çıkan TÜFE enflasyonu, Kavcıoğlu’nun faiz indirimine gitmesini büyük ölçüde olanaksız kıldı. Yüzde 30’u aşan üretici enflasyonu ile TÜFE farkının yüzde 15’i aşması, Nisan-Mayıs döneminde TÜFE enflasyonunun yüzde 20’ye doğru tırmanacağını gösteriyor. Bu da önümüzdeki dönemde faiz indiriminin güç olduğunu işaret ediyor.

Buna karşılık Cumhurbaşkanının Kavcıoğlu’na uzun süre faizleri yüksek tutması halinde fazla tahammül göstermeyeceği de yeni başkanın hareket alanını daraltıyor ve ekonomik değil siyasi memnuniyet için hareket etmeye mecbur bırakıyor.

PPK’nın, Naci Ağbal dönemindeki toplantı metinlerinde ısrarla vurgulanan “gerekmesi durumunda ilave parasal sıkılaşma yapılacaktır” ifadesi Kavcıoğlu’nun PPK açıklamasından çıkarıldı. Dolayısıyla bu ifadenin çıkarılmasını, ‘elde edilecek ilk fırsatta faiz indirimine gidileceğinin’ ilanı olarak öngörmekteyim.

MB’nin yılsonu enflasyon hedefi yüzde 9,4. Ama MB’nin son açıkladığı Mart ayı anketinde bile yılsonu enflasyon beklentisi yüzde 11,5’a yükseldi. Başta IMF olmak üzere pek çok uluslararası kuruluş Türkiye ile ilgili makro göstergelere yönelik beklentilerini yukarı yönlü revize ettiler. IMF enflasyon beklentisini bu yılsonu için yüzde 13,2’ye yükseltti.

Muhtemelen MB’nin nisan anketinde yılsonu enflasyonu için yüzde 14-15 seviyeleri beklentilere yansıyacak. Bu durumda MB’nin faiz indirimine gitmesi olanaksız hale gelecek.

Tek seçenek, Haziran-Temmuz aylarında mevsim ürünlerinin tezgâhlarda bollaşması ve gıda fiyatları düşüşünün faiz indirimi için fırsata çevrilerek, CB Erdoğan’ın gönlünün alınması!

Ağustos ayında TÜFE enflasyonunun yüzde 15 seviyelerinde oluşması durumunda, politika faizinin 300 baz puan düşürülerek yüzde 16’ya çekileceğini öngörmekteyim.

Yeni MB Başkanı Kavcıoğlu’nun planının yılın yüzde 14-15 enflasyon ve yüzde 16 politika faizi ile kapatılması olduğunu söyleyebilirim.

Ramazan Bayramı tatilinden ötürü 6 Mayıs’ta yapılacak PPK’dan üç gün önce açıklanacak Nisan enflasyonunun yüzde 17-18 aralığında olması Mayıs ayında da politika faizinin yüzde 19’da tutulmasını beraberinde getirecektir.

Bu çerçevede şayet bir siyasi baskı olmazsa MB’nin olası bir faiz indirimini gündemine alması Haziran’dan önce mümkün görünmüyor.

Böyle bir erken adım atılması ve parasal gevşeme sinyallerinin verilmesi, yüzde 30’un üzerinde seyreden üretici enflasyonunun TÜFE’ye yansıtılmasını hızlanmasını, TÜFE’nin daha da yükselmesini faiz indirimiyle birlikte de TL ve kurlar üzerindeki baskıların artmasını tetikleyecektir.

Beraberinde de Merkez Bankası ve piyasalar yeniden yüksek kur-yüksek enflasyon-enflasyon-düşük faiz kısır döngüsüne sürüklenecektir.

Muhtemelen Haziran sonrası yapılacak bir faiz indirimiyle, kamu bankalarına yine düşük faizli kredi dağıttırılarak artık iktidarın ezberlenen ‘KISA SÜRELİ EKONOMİK CANLANMA’ uygulamaları devreye sokulacak. İktidara yakın TOBB Başkanının ve ardından ATO Başkanının Ziraat ve diğer kamu bankalarının düşük faizli uzun vadeli yeni kredi dağıtmaları, eski kredileri de yeniden yapılandırmaları için iktidara çağrıda bulunması bunun en somut işaretidir.

8-Türkiye’ye en fazla turist gönderen Rusya, Almanya ve İngiltere’nin aldığı kararlar, 2020’yi güçlükle atlatabilen turizm sektörünü iflas ve çöküş eşiğine getirdi. Ukrayna-Rusya geriliminde iktidarın izlediği politikanın hemen ertesinde Rusya’nın SEYAHAT KISITLAMASI KARARI, sektöre ağır darbe indirdi. 31 milyon turist, 19,8 milyar dolar turizm geliri hedefi çöktü!

Mart ayında iktidarın kademeli normalleşme ile birlikte başlayan turizm sezonunda, 11 Nisan’da 212 kişilik ilk Rus turist kafilesini getiren uçak Bodrum-Milas havaalanında törenle ve çiçeklerle karşılandıktan dört gün sonra Rusya hükümetinin Türkiye’ye seyahatleri kısıtlama kararı alması, geçen yıl ağır kayıplar yaşayan turizm sektörüne 2021 sezonunun ilk şokunu yaşattı. Aynı zamanda bir kez daha dış politikada iki ülke arasındaki sorunlarda doğrudan taraf olma tavrının yeni bir ekonomik faturasını ülkemizin önüne koydu.

İktidarın salgını yönetmekte ve önlemekteki başarısız politikalarının yarattığı zemin ve kötüleşen sağlık tablosu, kısmi kapanma kararıyla yeniden kapanan hizmet sektörü, yeme-içme işletmeleri ve nihayet turizm sezonunun haziran sonrasına sarkacağının ortaya çıkması, geçen yıldan ağır bir ekonomik enkaz devralan sektörü bu yıl da ağır kayıplarla baş başa bıraktı!

Alman hükümeti Türkiye’yi ‘Yüksek Riskli Ülkeler’ grubuna dahil etti. İngiltere 17 Mayıs’ta sona erecek olan Türkiye’ye yönelik seyahat kısıtlamalarını süresiz olarak uzattı. Bunlara ilave olarak Rusya’nın da 15 Nisan’dan 1 Haziran’a kadar Türkiye uçuşlarını sadece hafta 2 gün ve yalnızca İstanbul ile sınırlaması, yaklaşık 1 milyon rezervasyonun iptaline yol açtı. Rusya’da Mayıs ayındaki uzun resmi ve ulusal bayram tatilleri nedeniyle Antalya ve Ege’deki turistik tesisler adeta Rus turistlerce kapatılmış ve sektör büyük moral kazanmıştı.

Ukrayna-Rusya arasında Donbass geriliminin tırmanması, Türkiye’de iktidarın Montrö Boğazlar sözleşmesini tartışmaya açan söylemleri, Kırım, Ukrayna’nın NATO üyeliğine destek açıklamaları, Kırım Tatarları için TOKİ’nin Ukrayna’da binlerce ev inşa edeceğinin duyurulması, Ukrayna ordusuna İHA-SİHA satışlarından Rusya’nın rahatsızlığını ifade etmesinin yanıtsız bırakılması, bu süreci hızlandırdı. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Kahire’de Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şükri ile düzenlediği ortak basın toplantısında, Ukrayna’ya SİHA satışları ve Ukrayna’nın Donbass’ta savaşa yol açabilecek provokasyonlarını ‘cesaretlendirmemesi’ konusunda Türkiye’yi uyardıklarını dünya medyası önünde dile getirmesinin akabinde 13 Nisan’daki Rusya kabine toplantısından seyahat kısıtlamaları kararı çıktı.

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu kararın siyasi nedenlerle alındığını ‘sanmadığını’ Rusya’nın sağlık gerekçesini ifade ettiğini söylüyor. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca da Rus mevkidaşı ile seyahat kısıtlaması kararı üzerine iki kez görüştüğünü, turistik bölgelerde alınan önlemleri ve tesisleri incelemek üzere Rusya’dan bir heyet davet edildiğini açıkladı.

Türkiye’ye her yıl gönderdiği ortalama 6-6,5 milyon turist ile ilk sırada yer alan Rusya’nın bu kararının Ukrayna politikasından kaynaklı bir ‘örtülü yaptırım’ işareti olduğu kanısındayım.

Geçen yıl salgına rağmen Haziran ayından itibaren geçilen normalleşme süreci sonrasında Rus turistler 2 milyonu aşarak ilk sırada yer almıştı. 1 Haziran 2017’den bu yana Türkiye ile Ukrayna arasında pasaport ve vize olmaksızın kimlik kartıyla seyahat uygulamasına geçildiği için bu ülkeden de ciddi sayıda turist ülkemizi ziyaret ediyor. Ancak 41 milyonluk Ukrayna ile 145 milyonluk Rusya’nın gönderdiği turist sayısı arasında kıyaslanamaz ölçüde fark söz konusu. Geçen yıl 900 bin Ukraynalı turist Türkiye’ye gelirken Rusya’dan gelen turistler bunun iki katından fazla idi. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 2020 turizm verilerine göre, geçen yıl Türkiye’ye en çok ziyaretçi gönderen ülke 2 milyon 128 bin 758 kişi ile Rusya oldu. Rusya'yı 1 milyon 242 bin 961 turistle Bulgaristan, 1 milyon 118 bin 932 turistle Almanya izledi. Ukrayna, İngiltere, Gürcistan, Irak, İran, Fransa ve Hollanda ise Almanya’nın ardından en fazla turist gönderen ülkeler olarak sıralanıyor.

Rusya haziran sonrasında da kısıtlamayı kaldırmaz, Almanlardan ve İngilizlerden sonra Rus turistler de gelmezse, sektör açısından büyük bir ekonomik felaket yaşanacaktır. 2021 turizm sezonu tümüyle kaybedilme tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Rus Tur Operatörleri Birliği (ATOR), Türkiye'ye 15 Nisan - 1 Haziran arasında rezervasyon yapan 533 bin Rus turistin bu karardan etkilendiğini, tur operatörler dışında online ya da bireysel rezervasyonlarla birlikte toplam 800 bin-1 milyon arasında Rus turistin söz konusu 1,5 aylık bu kısıtlama dönemine denk gelen Türkiye rezervasyonları ve seyahatlerinin iptal olduğunu açıkladı.

2021-2023 Yeni Ekonomi Programı’nda bu yıl turizmden elde edilecek gelir hedefi 19,8 milyar dolar, gelmesi öngörülen turist sayısı ise 31 milyon olarak yer alıyor. Ancak bu hedeflerin bırakınız tutmasını mevcut koşullarda yanına bile yaklaşılması söz konusu olmayacaktır.

Kısa çalışma ödeneğinin 31 Mart’tan itibaren sonlandırılmasıyla tam sezon öncesinde turizm sektöründe 1,2 milyon çalışanın ücretsiz izne çıkarıldı. Şimdi Rusya’nın kısıtlamalarıyla, sezonun hemen başlangıcında 1,5 aylık süreye ilişkin yaklaşık 1 milyon rezervasyonun iptali, sektörün işgücü ve insan kaynağı kayıplarını telafisi imkânsız hale getirecektir. 2020 Ocak ayı itibarıyla turizm sektörünün bankalara olan ve ertelenen kredi borcu 98 milyar TL idi. Geçen yıl Mart ayında korona salgını başlangıcıyla birlikte yapılandırılarak yeniden ertelenen sektör kredileri tutarı bu yılın başında 120 milyar TL’nin üzerine çıktı. Kredilerin kanuni takibe intikal süresinin Haziran sonuna kadar ertelenmesi nedeniyle bu kredilerin hangi tutara yükseldiği, ne kadarının kanuni takibe intikal edeceği 30 Haziran’da açıklık kazanacak.

Yaşanan somut gelişmeler, pek çok turizm işletmesinin, tesislerin, tur operatörleri ve turistik taşımacılık şirketlerinin icra ve haciz bombardımanı altında kalacağını, borçların ödenemez hale geleceğini gösteriyor. Yeni bir erteleme ve yapılandırma durumunda ise faiz yüküyle altından kalkılamayacak bu kredilerin büyük bölümü batağa dönüşecek ve bankacılık sektörü, çok ağır bir tahsil edilemeyen alacaklar riski ve olası sarsıntılarla burun buruna gelecek!

9-Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF); Türkiye’deki politika belirsizlikleri, öngörülemezlik ve kurumsal bilinmezliklerin görünümü bulandırdığı, sermaye çıkışlarını hızlandırdığı, görüşünde. IIF tarafından hazırlanan raporda; özellikle yabancı yatırımcıların ve portföy sermayesinin Türkiye’den çıkış eğiliminin belirgin hale geldiği, kurumsal belirsizliklerin artmasıyla Mart sonundan bu yana sermaye çıkışlarının arttığı kaydedildi.

IIF’nin Türkiye raporunda yer alan değerlendirme tespitlerde, son 8 yıl içinde yabancı yatırımcıların toplamda 13 milyar dolar tutarında tahvil ve 3 milyar dolar tutarında da hisse satışı yaptıkları belirtildi. Raporda, yabancıların Türk tahvillerinde ve hisse senetlerinde 82 milyar dolara kadar yükselen alım ve sahipliğinin Mart sonundan bu yana yaşanan politika belirsizlikleriyle, son olarak tahvilde 7 milyar dolara, hisse senetlerinde ise 24 milyar dolara kadar indiğine dikkat çekildi. Türkiye’de Merkez Bankası Başkanının Mart ayında görevden alınmasının ardından yabancı yatırımcıların TL varlıklarında bir haftada 2,5 milyar dolarlık satış gerçekleştirdikleri, Türkiye’de yabancı yatırımcıların yatırım pozisyonlarının 2013 yılının da gerisine düştüğü, sermaye çıkışının son 8 yılın en üst düzeylerine ulaştığı dile getirildi.

Raporda Türkiye’de iktidarın uygulamaları için; “Ekonomi politikalarının gelecek dönem yönü kritik önemde olacak” görüşüne yer verilirken, artan borçlanma maliyetlerinin yakın vadede ekonomik görünüme yansıyacağının öngörüldüğü ifade ediliyor.

Türkiye’nin döviz rezervlerinde yaşanan radikal düzeydeki azalmanın ülkeyi küresel ortamdaki güven değişikliklerine karşı hassas hale getirdiği tespitine yer verilen IIF raporunda, kısa vadeli dış borçların çevrilmesinde görünen bariz sıkıntıların ve dış kaynak ihtiyacının ciddi düzeyde olmasına karşılık 2021 yılında borçların çevrilmesinin yönetilebilir göründüğü kaydedildi.

Bu durum beraberinde sermaye çıkışlarının hızlanmasını, yabancı yatırımcı kaçışını getiriyor. İktidarın ekonomik ve kurumsal güveni tesis edebilmesi için çok ciddi adımlar atması gerektiği açık şekilde kendini dayatıyor!

10-Türkiye, rüşvet ve yolsuzlukla mücadele konusunda üyesi olduğu GRECO’nun tavsiyelerine en az uyan ülke olarak 46 ülke arasında son sırada yer alıyor. Bu tablo, sözde 3Y’yi sonlandırmak iddiasıyla iktidara gelen Erdoğan ve AK Parti’nin, 19 yılda yolsuzluk ve rüşvetin üzerini örterek usulsüzlüklerin, haksız kazançların, rüşvet ve yolsuzluğun hamisine dönüştüğünü ortaya koyuyor!

Avrupa Konseyi bünyesinde kurulan ve Türkiye’nin de üyeleri arasında yer aldığı ‘Avrupa Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu’ (GRECO) tarafından her yıl açıklanan yolsuzluk ve rüşvetle mücadele karnesinde sınıfta kaldı. Raporda yer alan puanlama, tasnif ve kriterler çerçevesinde Türkiye Avrupa Konseyi’nin rüşvet ve yolsuzlukla mücadele tavsiyelerine en az uyan, bu tavsiyeleri en az dikkate alan ve bu alanda yasal düzenlemelere gitme konusunda ‘en az istekli olan’ ülke olarak son sırada yer aldı.

Raporda, iktidarın 2019 yılında, GRECO tarafından verilen ve iki yıllık uyum ve uygulama süresi öngörülen 31 tavsiyenin yüzde 74,2'sini hiç yerine getirmedi. Yüzde 19,4'ünü kısmen yerine getirdi. Tamamıyla uygulanan rüşvet ve yolsuzlukla mücadele tavsiyelerinin oranı ise sadece yüzde 6,5 oldu. Tavsiyelerin en çok dikkate alındığı grup, 12 GRECO tavsiyesinin yüzde 8,3'üne uyulan hâkim ve savcılarla ilgili olurken, siyasiler ve milletvekilleri hakkında gündeme getirilen yedi tavsiyenin hiçbirisine uyulmadı.

GRECO'nun tüm tavsiyelerine uyan ve puanı yüzde 100 olan tek ülke NORVEÇ oldu.

Hatırlanacağı gibi geçtiğimiz hafta Norveç Başbakanı Erna Solberg 10’dan fazla kişiyle bir araya gelmenin salgın önlemleri çerçevesinde yasaklanmış olmasına karşılık, aile bireyleri ve bazı arkadaşlarıyla doğum günü kutlaması yaptığı için Norveç polisi tarafından kamuoyu önünde teşhir edildi ve para cezası kesildi. Norveç Başbakanı, kendi başında olduğu hükümetin aldığı kararlara kendisi uymayarak bu cezayı hak ettiğini ve itiraz etmeyerek, cezayı ödeyeceğini televizyona çıkarak kamuoyu önünde açıkladı ve halktan özür diledi.

GRECO, Türkiye değerlendirmelerine geniş yer verdiği “Uyum ve Ara Uyum” raporunda da iktidarın yargı alanında yaptığı bazı düzenlemelerin, yargıç ve savcıların bağımsızlığına zarar verdiğine dikkat çekmişti. Bu düzenlemelerin yargıç ve savcıları iktidara, siyasete karşı bağımsızlık konusunda baskı altına aldığı ve sıkıntılı bir duruma soktuğu uyarısında bulunmuştu. Milletvekilleri ile yargı mensupları arasında yolsuzluğun önlenmesi için hükümetin somut önlemler almadığı eleştirisinde bulunan Avrupa Konseyi ve GRECO, durumun oldukça kötü ve tatmin edici olmadığı, görüşünü dile getirmişti.

2002’de 3Y ile mücadele (yolsuzluk, yasaklar, yoksulluk) vaadiyle yönetime gelen Tayyip Erdoğan ve AK Parti iktidarı bir afişe bile tahammül edemeyip, yasaklamaya çalışırken, yoksulluğu zirveye çıkardı. Avrupa Konseyi ve GRECO raporundaki tespitlerde tüm dünyanın gördüğü gibi, ülke yüz kızartıcı şekilde son sıraya düşürerek, rüşvet ve yolsuzluk cennetine çevirdi. Siyasi güçle, yargıya baskıyla, teftiş kurullarını lağvederek, Sayıştay raporlarını gizlemeye çalışarak, rüşvet ve yolsuzluğun hamisi konumuna geldi.

11-İktidarın aldığı ücretsiz izin ve işten çıkartma yasağına rağmen, Şubat ayında 250 bin kişi işini kaybetti, resmi işsiz sayısı 4 milyon 236 bine yükseldi. Yüzde 29 olan ‘atıl işgücü’ tanımı kapsamında geniş işsizlik 11 milyona yaklaştı. Genç işsizlik yüzde 27 ile son beş yılın zirvesine çıkarken, genç kadın işsizliğinin yüzde 36’ya ulaşması, kamuda çocuklu kadınların idari izinli sayılması, kadınların çalışma hayatından, ekonomik üretimden ve toplumsal hayattan dışlanmasının somut göstergeleridir!

TÜİK’in Şubat 2021 resmi işsizlik oranı, Ocak ayına göre yüzde 0,7 artış göstererek yüzde 13,4 oldu. Ocak ayı işsizlik oranını yüzde 12,2 olarak açıklayan TÜİK Şubat ayı verileriyle birlikte ocak ayı resmi işsizlik oranını da 0,5 puan artırarak yüzde 12,7 olarak revize etti. Bu revizyonla ocak ayında azaldığı açıklanan ve 3 milyon 976 bin olan dar tanımlı resmi işsiz sayısı, Şubat’ta 250 bin kişinin daha işsizler arasına katılmasıyla 4 milyon 236 bine yükseldi.

Halen uygulamada olan işten çıkartma yasağına rağmen bir ayda 250 bin işsiz kalması, işten çıkartılarak işini kaybetmesi çarpıcı bir durumdur.

Bu tablo; iktidarın işten çıkartma yasağının delinmesine, çalışanların mağdur edilmesine, göz yumduğunu göstermektedir.

İşgücüne dahil olmayanlar 2020 yılının Şubat ayına göre 1 milyon 114 bin artarak 31 milyon 610 bine çıkarken aynı dönemde istihdam oranı yüzde 44,4’ten yüzde 43,4’e geriledi.

Şubat ayı itibarıyla çalışabilir nüfusun yüzde 50,4’ünü kadınlar oluşturuyor.

TÜİK’in iki aydan bu yana ‘atıl işgücü’ olarak adlandırdığı ancak gerçekte geniş tanımlı işsizliği yansıtan oran yüzde 28,3 oldu.

Bunun anlamı geniş tanımlı işsizliğin açıklanan 4,2 milyonluk resmi işsiz sayısının üç katına yaklaşması ve 11 milyon kişiye dayanması!

Atıl işgücü içinde yüzde 36’ya varan kadınların payı oldukça dikkat çekici. Kadın işgücünün ekonomi dışında kalması, hem ülke ekonomisi için hem de kadınların çalışma ve sosyal hayattaki yerinin gerilemesi açısından üzerinde ısrarla durulması, düşünülmesi, çözüm üretilmesi gereken bir tablodur.

Nitekim iktidarın kısmi kapanma adı altında aldığı salgın önlemleri arasında kamuda çalışan, 10 yaş ve altında çocuğu bulunan kadınların idari izinli sayılarak evlerine gönderilmesi hem anayasanın eşitlik ilkesine aykırı hem de cinsiyet ayrımcılığıdır.

İktidar bu kararla kadınları evde çocuk bakmakla görevlendirerek çalışma ve toplumsal hayatın dışına itmek için salgın gerekçesini kullanmaktadır.

Oysa dönüşümlü olarak çocuk bakımı ve idari izinli olma konusunda anne-babanın durumu aynı ve eşit olmalıdır.

Genç işsizler arasında çalışma çağındaki genç kadınlarda işsizlik oranı yüzde 34,7’ye yükselirken istihdam oranının ise yüzde 17,4’e düşmesi çalışma yaşamı ve ekonomide kadının yerinin hızla gerilediğinin bir başka işaretidir.

İstihdam edilenlerin yüzde 17,4’ü tarım, yüzde 20,8’i sanayi, yüzde 6’sı inşaat, yüzde 55,8’i ise hizmet sektöründe yer alırken kısmi kapanma kararı, turizmin içinde bulunduğu darboğaz gibi etkenlerle hizmetler sektöründeki istihdamın azalmasına ve işsizlerin artmasına yol açacaktır!

Etiketler
Erdoğan Toprak Soğan