Mehmet Yılmaz'dan ilk yazı: Erdoğan'ın öfkesini yatıştırırım ümidiyle...

Mehmet Yılmaz bir yılın ardından ilk yazısını yeni adresinde kaleme aldı.

Mehmet Yılmaz'dan ilk yazı: Erdoğan'ın öfkesini yatıştırırım ümidiyle...

Deneyimli gazeteci Mehmet Y. Yılmaz, Eylül başında yaklaşık 13 yıl görev yaptığı Hürriyet Gazetesi ile yollarını ayırmak zorunda kalmıştı.

Türkiye medyasının en etkili yazarları arasında bulunan Mehmet Y. Yılmaz, gazeteciliği T24’te sürdürmeye karar verdi. Yılmaz bugün T24'te yazdığı ilk yazısında ayrılğın sebeplerini yazdı. Yılmaz'ın "Su akar yolunu bulur" başlığını taşıyan yazısı şöyle;

Bir yıldır günlük yazı yazmıyordum. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın gazeteme yönelik öfkesini belki yatıştırırım ümidiyle, alınmasında benim de katkım olan bir kararın sonucuydu bu.
Bir yıl aradan sonra bugün tekrar yola çıkıyorum.
Ama artık yazılarım kâğıtta olmayacak, benim için değişik bir duygu olduğunu söylemeliyim.
Yaptığım iş elbette değişmiyor, yine günlük gelişmeleri yorumlayacağım, gördüğüm, duyduğum, bildiğim şeyleri sizlerle paylaşmaya çalışacağım.
Yazar Charles Bukowski ile geçirdiği içki ve sohbet dolu bir gecenin ardından şair Raymond Carver şu şiiri yazmıştı:

"Ve Bukowski derim, sen şanslı bir adamsın.
Bukowski bu belaların hepsini atlattın.
Ve sen şanslı bir adamsın.
Ve mavi duman yayılır masamın üstüne
Ve pencereden dışarı Delengpre Caddesi’ne bakarım
Ve derin nefes alır ve yazmaya başlarım.
Bukowski, ‘işte yaşam budur’ derim kendi kendime.

Biz gazeteciler için yaşam budur. Görünür, görünmez, tedbir alınabilir ya da alınamaz bütün belalara rağmen yazmaya devam edebilmek.
Türkiye sıkıntılı bir dönemden geçiyor.
Rejim değişiyor. Eskiden de demokrasimizin pek iler tutar bir tarafı yoktu ama onu bile mumla arar durumlara düştüğümüz zamanlardan geçiyoruz.
Karamsar bir insan hiç olmadım.
Başımıza gelen bütün belaları elbette atlatacağımızı biliyorum.
Hayatta olduğumuz sürece bazı şeyleri değiştirmeye gücümüzün yeteceğini de biliyoruz.
Bir arada olduğumuz sürece, hiç tanımadığımız insanların dertlerini kendi derdimizmiş gibi hissettiğimiz sürece, kısaca insanlığımızdan ödün vermediğimiz sürece böyle olacak.
Atlatacağız.
Dünyada ve ülkemizde acılar olduğu sürece söyleyecek sözümüz bitmeyecek.
Elimizden kağıdı alsalar bile görüyorsunuz işte su yolunu buluyor.
Merhaba!

***

Cumhurbaşkanı’ndan çok anlamlı armağanlar
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Moldova ziyaretine giderken yanında değişik armağanlar da götürdü.
Biliyorsunuz bu diplomatik nezaketin bir gereğidir.
Demokratik ve medeni ülkelerin yöneticileri bu tür ziyaretlerde karşı tarafı zor durumda bırakmayacak, maddi değerinden ziyade manevi olarak anlamlı olacak armağanlar seçerler.
Suudi kralları, Arap emirlikleri gibi henüz tam olarak medenileşmiş sayılmayacak “devletimsi oluşumların” yöneticileri ise pahalı mücevherler, kılıçlar, atlar, filler filan hediye ederler.
(Eski Suudi Kralı’nın devlet büyüklerimize getirdiği armağanların akıbeti ile ilgili olarak Hürriyet’te beş yıl boyunca her hafta sorduğum soruların yanıtlarını alamamıştım. Bugün konumuz bu olmamakla birlikte geçerken eski ve yeni Cumhurbaşkanlarına hatırlatayım: Suudi Kralı’nın hediyeleri ne oldu?)
Bizim devlet geleneğimizde böyle acayip hediyeler vermek yoktur.
Vakko’dan el dokuması ipeğe yaptırılmış eşarp ya da kravatlar, Türk tarihi ya da kültürü ile ilgili özel basım kitaplar, Paşabahçe’nin çeşm-i bülbülleri, lületaşı ya da ağaç oymalar, ebru sanatı örnekleri gibi hediyeler verilir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Moldova’ya bunlardan da götürdü mü bilmiyorum ama şunu biliyoruz ki götürdüğü armağanlar arasında iki de TOMA vardı!
Çift anlamlı iki hediye!
Birinci anlamı arızalı Moldova demokrasisi açısından: “Bu araçları kullanın, ülkenizdeki protestoları bunlarla bastırın” demek istiyor olabilir.
İkinci anlam bizim açımızdan tabii: Memleketimizin sosyal ve siyasal yaşamını tarif eden anlamlı bir armağan!
Süleyman Soylu’nun da bu araçların kullanımı konusundaki uzmanlığından yararlanmaları için bir süreliğine ödünç olarak Moldova’ya gönderilmesi düşünülebilir mi acaba?

***

Hâkimin, savcının bilgilisi bize uymaz!
AKP iktidarının “ileri demokrasi” vaatleri çerçevesinde getirdiği düzenlemelerden biri de kamu denetçiliği kurumu idi.
İlgili kanun, kamu denetçiliğinin görevini şöyle tarif ediyor:
“İdarenin her türlü eylem ve işlemleri ile tutum ve davranışlarını; insan haklarına dayalı adalet anlayışı içinde, hukuka ve hakkaniyete uygunluk yönlerinden incelemek, araştırmak ve önerilerde bulunmak.”
İdarenin eylem ve işlemlerinden zarar gördüğünü düşünen vatandaşlar da bu kuruma başvurarak hak arıyorlar.

Tabii kanun çıkarken söz konusu olanın “Türk idaresi” olacağı konusu dikkatlerden kaçmış! Kanun İsveç idaresi için çıkmış olsaydı, işe yarayabilirdi.
Kamu Başdenetçisi (Ombudsman) Şeref Malkoç’un açıklamasından öğreniyoruz ki 2018’de verilen 500 karardan 120’sine “biz bu karara uymayız” yanıtı verilmiş.
151 idare, kararla ilgili olarak uyup uymayacakları konusunda yanıt verme nezaketini bile göstermemiş.
22 idare ise sadece “kararınız elimize geçti” bilgisi vermiş, uyulup uyulmadığı meçhul!
Kararlara uymayan kurumlardan biri Adalet Bakanlığı!
Başdenetçilik, hakim ve savcı sınavları ile ilgili bir başvuru üzerine şu kararı vermiş: “Sözlü sınavların, iyi yönetim ilkelerinden olan nesnellik, tarafsızlık, şeffaflık, hesap verilebilirlik ve kararların gerekçeli olması ilkesine uygun yapılmasını teminen idarenin bundan sonra düzenleyeceği sözlü sınavlar öncesinde bilgi soruları yanında cevap anahtarı hazırlaması, sınavlara giren adaylara verilen puanların gerekçelerini ortaya koyacak tedbirler alması!”
Adalet Bakanlığı bu kararı deyim yerindeyse “sallamamış”!
Çünkü bizim Adalet Bakanlığımız savcı ve yargıçlarda ehliyet ve bilgi değil yandaşlık ve Reis’in emirlerine itaat arıyor.