Çağrı Şinci: Patronsuz bir dünya arzu ediyorum

Çağrı Şinci hem şarkı yazarlığıyla hem de müzikteki tavrıyla, sounduyla hip-hop ve rap müzik dünyasında önemli bir yerde duruyor.

Çağrı Şinci: Patronsuz bir dünya arzu ediyorum

Çağrı Sinci; 2001 yılında ‘Hip-Hop Menü 2’ adlı toplama albümde bir parçasıyla yer alsa da profesyonel olarak müziğe 2010 yılında ‘Sıfırdan Başlamak’ albümüyle adım attı. Elbette ardından birçok albüm, ortak çalışma ve single geldi.

‘İnsan Terbiyecisi’ (2012), ‘Daha Neler’ (2013-single), ‘Sokak Boştu’ (2014-single), ‘Yeraltı Sakinleri’ (2014-EP), ‘Modern Zamanlar’ (2016), ‘Lobotomi’ (2017-single), ‘Çığlık’ (2019-Ep), ‘Kronik Kötümser’ (2019-single) onun yayınladığı çalışmaların sadece bir kısmı.

Gazete Duvar'dan Deniz durukan'ın haberine göre bundan çok daha fazlası Çağrı Sinci. Hem şarkı yazarlığıyla hem de müzikteki tavrıyla, sounduyla önemli bir yerde duruyor.

Derinden ve kendinden emin bir şekilde, popüler müziğin argümanlarına taviz vermeden, bir şarkısında söylediği gibi, “o çemberin dışında” ilerliyor. Onun derdi iyi müzik. Öyle de yapıyor. Rap müziğin özündeki eleştirel tavrını onun şarkılarında keskin bir şekilde görüyoruz. Şarkılarının ana meselesi toplumsal sorunlar, adaletsizlik ve eşitsizlik. Elbette, düşünce, bilinç, aydınlanma, umut, özgürlük, zaman gibi kavramların irdelenmesi de buna dahil. O halde sözün ustasına kulak verelim…

Yeni dalga rap müzik büyük bir hareket getirdi müzik piyasasına. Özellikle dizi ve filmlerde kullanılan şarkılar ilgiyi daha da arttırdı. Bu beklenen bir çıkış mıydı?

Evet, beklediğim bir şeydi. Yıllar önce, aralarında rap’çilerin pek olmadığı bir müzik forumunda bunun böyle olacağını anlattığımda, zamanın en baba prodüktörleri benimle dalga geçmişti, iyi hatırlarım. Geç bile kalındı. Buna benzer sıçramalar zaman zaman yaşandı, gözler rap’e döndü. Ama dinleyici kitlesi 18 yaş ve altı olduğundan çok dikkate alınmadı. O ufak tefek patlamalar büyüdü, şimdi ciddi bir sıçrama oldu.

Peki, dinleyici kitlesinin yaşı büyüdü mü?

Evet, 20’li, 30’lu yaşlara, hatta daha üzerine çıktı. Buna paralel olarak 18 yaş altı dinleyicide de çok büyük bir artış oldu.

‘RAP MÜZİĞİ YERÜSTÜNE ÇIKARAN ŞEY YOUTUBE VE BENZERİ PLATFORMLAR’

Türkiye’deki ilk dalga 90’ların ilk yarısında Cartel’le oldu. Ancak 2000’lerin başında rap müziğin görünür olmasını sağlayan asıl kişi Ceza’ydı. O dönem içinde Sagopa Kajmer, Fuat gibi müzisyenler de öne çıktı. Bugünse çok daha geniş bir dinleyici kitlesinden söz ediyoruz. Yeraltından yerüstüne çıktı rap. Ne değişti?

Cartel Almanya’daki Türklerin sorunlarına, kendi içlerindeki dayanışmaya yönelik bir söylemle gelmişti. İlgi çekti bu. Ama içselleştirilmedi. Sonrasında Ceza, Sagopa ve Fuat geldi. Ceza, önce Med Cezir daha sonra Holocoust şarkısını yaptığı dönemde ilgi çekti. Sagopa’yla da beraber çalışıp olağanüstü bir sinerji yakaladılar ve ortaya “Neyim Var Ki?” gibi kült bir eser çıktı. Fakat rap müziği yeraltından yerüstüne çıkaran, Youtube ve benzeri platformlar ve bu platformların müzik üreticisi ile tüketicisini aracısız bir şekilde doğrudan buluşturması oldu.

Geniş bir kitleye ulaşma adına internet bu anlamda önemli bir mecra. Müzisyeni de özgür kılıyor. Mesela teknolojinin geniş imkanları, müzisyenin bağımsız bir şekilde evde kendi stüdyosunu kurmasına da olanak sağlıyor.

Çoğu müzik türünde böyle. Kendin yap, kendin pişir tarzında çalışılıyor. Herkes kendi evinde bir ürün çıkarabiliyor. Ayrıca internet teknolojisi sayesinde müziğin insanlara sunulması için kimsenin onayından geçmesine gerek kalmıyor. Daha önceki rapperların da, mesela Sagopa’nın da kendi evinde, kendi başına yaptığı çalışmalar var aslında. Ben çok küçük yaşlardan beri müziğimi kendim yapıyorum. Bir ses kartım, bir referans hoparlörüm, bir mikrofonum olduğunda şarkı yapabiliyorum. Tahminimce diğer müzik türleriyle uğraşanlara kıyasla kayıt teknolojilerine bütün rapçiler daha hakimdir.

Rap’in bu kadar popülerleşmesi geçici mi? Ya da bu nereye evrilir?

Bence sürecektir. Rap bir gençlik hareketi olarak çıktı. Değişime uğrayabilir, farklı alt janrlar diğerlerine oranla daha popülerleşebilir ama o çekirdek yapı kalır. Hak ettiği değeri ise, arkasından sürüklediği kitleye politik ve felsefi bir duruş, bir bilinç kazandırmaya başladığında alacaktır.

‘POLİTİK SÖYLEM RAP’İN EN ÖNEMLİ İŞLEVLERİNDEN BİRİ’

Senin şarkıların toplumsal meselelere ve sınıfsal farklılıklara değiniyor. Bir başkası bireysel özgürlükleri daha ön planda tutabiliyor. Özünde zaten sert bir dile sahip olan rap, bunun dozunu arttırmış görünüyor.

Bu aralar herkesin politik anlamda dili sertleşmeye başladı. Bunda, bugünkü atmosferin de etkisi var. Baskı arttıkça dil de sertleşiyor. Politik söylemin rap’in en önemli işlevlerinden biri olduğunu düşünüyorum. Dünya genelinde de bu kadar güçlü bir hareket olmasında isyanın çok önemli payı var. Birlik olma duygusunu da besliyor. Rap müziğin dilinin genel geçer bir şekilde sert olmasının sebebi -istisnai proje, kişi ve eserler dışında- üretim ve sunum sürecindeki olağandışı özgürlük olduğunu düşünüyorum.

Türkçe Rap’te merkez sadece İstanbul değil. Eskişehir, Ankara, İzmir, Mersin, Adana da önemli rap müzikte. Şarkılarda yerellik de öne çıkıyor. Sen de İzmirlisin bildiğim kadarıyla…

Evet, İzmir’de doğdum, rap’i ilk kez orada yaptım. Ama lise yıllarını Sakarya’da geçirdim. Sakarya’da yurt dışından gelen hip-hop’çularla rap yaptım. Sonra bir yıl Ödemiş, arkasından beş yıl Eskişehir’de yaşadım. Üniversiteden sonra öğretmen olarak Gaziantep’e gittim. Gittiğim her yerde hip-hop yapanlarla beraberdim. Kendimi İzmir sounduna yakın hissediyorum. İzmir’de iki farklı akım var. Biri daha cıvıl cıvıldır; güneş, kumsal, deniz, palmiye… Kısacası eğlence duygusu öne çıkar. Öncüsü, Tetik ve Göçmen gibi rapperların yer aldığı İzmir Coast grubudur. Diğeri de bana kalırsa Yener Çevik’le başlayan, yerel soundları ve protest tavrı da içinde barındıran rap. Biz Argo İzmir olarak bu stilde güzel örnekler verdik, ekipçe yaptığımız “Yerin En Dibine” ve “Jargon” şarkıları, anlatmaya çalıştığım tarza dair güzel örnekler. Başka akımlar da vardır elbette ama İzmir soundunda bu iki tavır öne çıkıyor.

Şimdi artık İstanbul’dasın. İstanbul’da ortam nasıl? Ankara çıkışlı rapperlar da alternatif işler yapıyor. Şehirlere göre farklılıklar var sanırım.

Rap şehirlere göre farklılık gösteriyor ama henüz tam oturmadığı için büyük ayrımlardan söz etmek mümkün değil. Daha çok, ancak işin içinde olanların anlayacağı teknik ayrımlar var. Ben Amerika’da yapılmış bir şarkının New York’da mı yoksa Los Angeles’da mı yapıldığını anlayabilirim, stiller baskındır ancak Türkiye’de bu henüz bu kadar net değil. Ankara’da rap genelde daha alternatif soundlarla içli dışlı olduğundan, Ankara sound’u ayrılabiliyor. Belki Argo İzmir için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Fakat bunlar herkesin fark edebileceği detaylar değil. İstanbul, gözlemlediğim kadarıyla hip-hop’un ve hip-hop’çuların sokakla en haşır neşir olduğu yer; ki sokaktan beslenmek, hip-hop kültürünü ve rap müziği oluşturan en önemli detaydır.

Argo İzmir’de ne öne çıkıyor?

Ben Argo İzmir çatısında müzik yaparken hep otantik samplelarla protest söylemi birleştirmeye çalıştım. Sokak jargonu baskındır İzmir’de.

‘KALDIRIM TAŞINA OTURDUĞUNDA HERKES EŞİTTİR’

O halde sokağın dinamiklerinden, kültüründen söz etsek. Yirmi yıl önceyle bugün arasında fark var mı?

Bunu, politik söylemleri iletebilme kaygısını taşımak anlamında, rap’in içindeki dinamizmin en önemli işlevlerinden biri olduğunu düşünüyorum. Bu kadar güçlü bir hareket olmasında isyanın etkisi var. Birlik olma duygusu, var olan sisteme karşı söylem geliştirmesine neden oldu. İster milyoner olsun ister evsiz, kaldırım taşına oturduğunda herkes eşittir.

Son çalışman Çığlık, müzikal olarak estetik kaygıyı daha ön plana koyduğun bir çalışma. Özellikle Flu şarkısı. Genelde şarkılarının müzikal altyapılarını da sen yapıyorsun. Bunlardan konuşalım mı?

Albümün tamamında estetik kaygı var ama bu Flu’da daha öne çıktı. Çoğu rap’çi beat yapmayı bilir ama yapmaz. Farklı bir süreçtir o. Hem o programa ve ekipmana ihtiyaç vardır, hem de ses ve kayıt bilgisine hakim olmak gerekir. Ben çocukluğumdan beri beat yapıyorum. Çığlık dışında bugüne kadarki tüm şarkılarımın müziğini tek başıma yaptım. Ama bu sefer farklı bir göz olsun istedim. Çığlık albümü için evde yaptığım demoları prodüktör Savaş Ceyhan’a götürdüm, beraber çalıştık. O da kendi hünerlerini sergiledi bu çalışmada. Flu şarkısının da son hali onun elinden çıktı.

‘RAP MÜZİK DİLE GETİRDİKLERİYLE FARKINDALIK YARATABİLİR’

Hep Biz Öldük şarkısını birçok açıdan önemsiyorum. Sınıf farkının, eşitsizliğin, adaletsizliğin altını çizen bir şarkı. Aynı zamanda bu şarkı Çağrı Sinci’nin tavrını da özetliyor. Bu parçayı yazarken seni tetikleyen neydi?

Tuzla Tersanesi’nde birbiri ardına yaşanan işçi ölümleri (cinayetleri), sonrasında Soma’da maden faciasının olması beni çok etkilemişti. Tam da bu esnada bir arkadaşım, üniversitedeki bitirme tezi için Marx’ın artı değer kavramını bir sanat eseriyle buluşturma fikriyle geldi. Zaten çok kafa yorduğum, sorguladığım bir dönemdeydim, birden bu şarkı çıkıverdi. Kapitalizm insanlık için büyük bir tehlike. Bu sistem herkesi eziyor. Sınıfsal olarak refah içinde olduğu varsayılanlar da baskı altında. Sürekli daha çok kazanmak zorundalar. Zorla, kaba güçle döndürülüyor bugünkü sistem. Rap müzik dile getirdikleriyle farkındalık yaratabilir, değişime öncülük edebilir. Dolaylı da olsa o baskının çatırdamasına aracılık edebilir. Bu müziğin böyle bir gücü var. Ancak, özündeki protest tavır her zaman ön plana çıkamıyor.

Rap müzikte en çok dinlenenler içi boş söylemlere sahip müzisyenler. Tıpkı diğer müziklerdeki gibi, rap müzikte de bu tavır sistem tarafından örtbas edilmek isteniyor. Wu Tang Clan’in prodüktörü ve beyni The Rza’nın “TV’de hep uyuşturucu, pırlanta ve seksten bahseden zencileri görüyorsunuz çünkü bu beyaz adamın sizi sokmak istediği kalıp” sözünden referansla şunu söyleyebiliriz: Paranın sahibi, karşısında paranın bölüşülmesi gerektiğini söyleyen değil, saatinin ne kadar pahalı olduğunu söyleyen bir sanatçı ister. Sanatçı, reklam yıldızına dönüşme potansiyeli kadar değerlidir ve istisnalar dışında bu dönüşümü gerçekleştirebildiğinde ana akımda değer görür. Bu, bana kalırsa, kapitalizmin sanata biçtiği roldür.

Şarkında söylediğin gibi “bu yolun sonu nereye çıkar?”

Bazı öngörülerim var ama yine de sonunu kestiremiyorum. Şu anda yaşadığımız coğrafyayla ilgili bir takım şeyler söyleyebilirim: Umutsuz değilim ama depresif bir ruh hali hâkim. Önce futbolun masa başında oynandığını, maçların formalite olduğunu, daha sonra siyasetin masa başında oynandığını ve seçimlerin formalite olduğunu anladım, kahraman sandığımız kişilerin işbirlikçi, düşman sandıklarımızın çoğunun masum olduğunu anladım. Her sene doğruluğundan emin olduğum onlarca şeyin yanlışlığını tecrübe ederek otuz sene yaşadım. Bu yolu hayata benzetirsek, başı neresi ise sonu da orasıdır diye düşünüyorum. Kendi kuyruğunu yutan yılan gibi. Umduğum şeyi sorarsan, bir kuş olarak yeniden yola çıkmayı ve bir önceki maymungil yolculuğumu hüzünle hatırlamayı isterim.

‘PATRONSUZ BİR DÜNYA ARZULUYORUM’

“Dostumuz var ama patronumuz yok” diyorsun bir şarkında. Zaten bu iki kavram birbirine çok uzak. Birinde emirle kurulan ilişki, diğerinde sevgi var. Bu, içinde bulunduğun müzik camiasındaki kolektif ruha gönderme olduğu kadar senin bağımsız kalma çabanı da işaret ediyor. Belki de patronsuz bir dünya arzuna tekabül ediyordur.

Müzik açısından konuşursak, akıl aldığım dostlarım olmuştur ama bizim patronumuz yoktur. Biz kolektif bir komiteyiz ve biz bizeyiz. Hip-hop bu bilinçle doğdu ve gelişti. Sonrasında ticari bir hal aldı. Evet doğru, ben patronsuz bir dünya arzuluyorum.

Dünyada rap müziğin çok büyük bir kitlesi var. Ve bu müziğin yıldızları büyük paralar kazandı. Paranın ve şöhretin etkisiyle o protest tavır kırıldı. Dil değişti. Bugün Türkiye’deki rap müzikte, ABD’deki kadar büyük bir endüstri olmasa da Türkçe Rap’in popülerleşmesi kendi şöhretlerini çıkarması rap müziğin eleştirel söylemini, dilini değiştirdi mi?

Önce para kazanılıp sonra mı dil değişti, yoksa dil değiştiği için mi para kazanılmaya başlandı emin değilim.

‘Lobotomi’ ve ‘Beni Kendimden Koru’ şarkıları senin kült şarkılarından. Her iki şarkıda da insanın çaresizliği, geleceğin belirsizliği, ama yine de yola çıkma meselesi var. Şarkıları dinlerken, yol olsa da pusula kırık, yön yok duygusuna kapılıyor insan. O halde insanı kendisinden koruyacak bir neden lazım. O nedeni konuşalım mı?

Benim için şarkı yazma süreci aslında bir bakıma bir büyüğüme, bir dostuma ya da bir psikoloğa kafamdan geçenleri anlatma süreci gibi, bir nevi oto-terapi denebilir. Ben bu terapi seansları esnasında bu nedeni buldum sanırım; sevgi.

Öğretmensin bildiğim kadarıyla. Bunun avantajı da dezavantajı da oluyordur. Müziğe zaman ayırma açısından soruyorum.

Kısa bir süre önce bıraktım öğretmenliği. Daha doğrusu, müziğe daha fazla zaman ayırmak için ara verdim. Çünkü bir yandan albüm yaparken bir yandan da tam zamanlı okula gidip öğretmenlik yapmak kolay değildi. İkiye bölünmüştüm. Hatta rapçi kimliğim geri planda kalmıştı. Çalıştığım sürece elbette güzel deneyimler kazandım. Ama asıl istediğim müzik yapmak, rap söylemekti ve umarım dünyadaki herkes ölene kadar ne yapmak istiyorsa onu yapar.

Etiketler
Ağrı