OHAL kararnamesi kentler için yeni tehdit: “İnsanların yaşadığı yerleri müze haline getirip turistik amaçlı pazarlıyorlar”

Deprem bölgesinde çıkartılan 126 No’lu kararname, mülkiyet hakkı, çevre ve kültürel miras için tehdit oluşturuyor.

OHAL kararnamesi kentler için yeni tehdit: “İnsanların yaşadığı yerleri müze haline getirip turistik amaçlı pazarlıyorlar”

Türkiye’de 6 Şubat’ta meydana gelen ve 11 ilin yıkımına neden olan depremin ardından OHAL ilan edilmesiyle bölgedeki yerleşme ve yapılaşmayı “düzenleyen” bir kararname çıkarıldı.

24 Şubat tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 126 No’lu kararnameye "Olağanüstü Hal Kapsamında Yerleşme ve Yapılaşmaya İlişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi" ismi verildi.

Ancak hiç kuşkusuz bu kararname tarihe; çevresel, kültürel ve sosyolojik bir yıkımın belgesi olarak geçecek.

TEK YETKİLİ BAKANLIK

Tek yetkili kurumunun Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kılındığı kararname, geçici ve kesin iskan alanlarının Bakanlıkça belirlenmesinin, orman ve meraların iskan alanı olarak kullanılması, imar planları için askı ve ilan sürelerinde itirazın kalkması, mülklerin takas edilmesi ve kamulaştırması ve itirazların sonucu beklenmeden kamulaştırma uygulanabilmesinin önünü açıyor.

Yani depremler sonrası enkaz altında kalan binlerce yıllık kentler devlet eliyle değişime tabii tutulurken iyileşmesi çok uzun sürecek bölge halkının ise asırlar önce oluşturulan sosyo-kültürel yapılarından vazgeçmesi gerekiyor.

“OHAL KARARNAMESİ YARGI DENETİMİNE TABİ DEĞİL”

Anayasa ve İdare Hukukçusu Doç. Dr. Tevfik Sönmez Küçük ve Avukat Can Terbiyeli 126 No’lu kararnamenin nelere sebep olabileceğini Gerçek Gündem’e anlattı.

Doç. Dr. Tevfik Sönmez Küçük sözlerine, OHAL kararnameleri Anayasa’nın 148’inci maddesi bağlamında Anayasa Mahkemesi çerçevesinde şekil ve esas bakımından denetiminin mümkün olmadığının altını çizerek başlıyor.

Bunun anlamı ise, OHAL kararnamesi ile yapılacak herhangi bir uygulama yargı denetimine tabi olmaması.

Küçük, kararnameyle yerleşim yerlerinin belirlenmesi açısından tek yetkinin Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı’na verilmesine vurgu yapıyor. Küçük, kentlerin yerel yönetimlerden bağımsız düşünülemeyeceğini, yeni bir kent inşa edilecekse halkın katılımının şart olduğunu anlatıyor:

“Yerel yönetimlerin en azından temsil edildiği birlikte yönetim ile kentlerin inşa edilmesi gerek. Şunu tespit ederek başlamak lazım, 126 No’lu kararname tamamen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı çerçevesinde bir yerleşim öngörüyor. İşin ilginç kısmı burada yürütülen işlemlerle ilgili itiraz sürecinin öngörülmemesi ve halkın katılımının sağlanmaması ve yargı denetiminin olmaması endişeleri daha da arttırıyor.”

ORMAN VE MERA ALANLARINI DA İSKANA AÇIYOR

Kararnamenin 2’nci maddesinin 2’nci fıkrasının orman ve mera alanlarını da ‘gerekli görülmesi halinde’ iskan alanı olarak belirlenebileceği yani orman ve mera alanlarının yapılaşmaya açılabileceğini söylüyor.

Doç. Dr. Küçük, bunun özellikle deprem afeti sonrasında yeni bir kentleşme olurken orman ve mera alanlarına geçilebileceği endişesini beraberinde getirdiğini düşünüyor.

KENT HAKKI HİÇE Mİ SAYILIYOR? KÜLTÜR BAKANLIĞI NEDEN YETKİLİ DEĞİL?

Yetki tek bir bakanlıkta toplanıyor. Ancak Güneydoğu Anadolu bölgesi kültürel miras açısından da çok zengin. Peki bu kararname kültürel miras açısından bir risk oluşturuyor mu?

Küçük’ün soruya yanıtı şöyle:

“Kent hakkı dediğimiz bir kavram var. Bu ne anlama geliyor? Yani kentlerin içinde yaşayan insanların dışında hakları var. İstanbul’un, Antakya’nın bir hakkı var kültürel miras bakımından.

Özellikle Antakya üzerinden meseleye yaklaştığınızda; burada korunması gereken tarihi alanlar var. Bunlar yalnızca Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın işi olamaz. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın da bu sürece etkili bir şekilde katılması gerekir. Bu kararnamede Kültür ve Turizm Bakanlığı yok. Kararname, sadece kentlerin yeniden inşa edilecek beton alanlar olarak görüyor. Oysa kent kültürel mirasın da devamıdır. Bu anlamda Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın da katılması lazım. Bu konuyla ilgili güvenceler yok. Güvence olmayınca ortada bir OHAL kararnamesi olduğundan dolayı yargı denetimi de olmadığı için insanlar haklı olarak kaygı duyuyorlar.”

Küçük’ün vurgu yaptığı nokta önemli. Kültür ve Turizm Bakanlığı, 126 No’lu kararnameye göre yetkili değil. Ancak Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, depremin ilk 10 gününden sonra bölgede hasar gören ya da yıkılan kültürel mirasların onarımı ya da restorasyonu konusunda bilgilendirmeler yaptı. Hasar gören ya da yıkılan her eski eser için Bakanlık bünyesinde bulunsun bulunmasın gerekenlerin yapılacağını söyledi.

Ancak yanıt bekleyen ve endişelere neden olan başka soru işaretleri de var: Onarım restorasyon ya da yeniden inşa sürecinde mekanizma nasıl işleyecek? Kültür Bakanlığı ve Çevre Bakanlığı arasında yetki ayrımı nasıl sağlanacak? Bakım, onarım, restorasyonda ihale süreçleri nasıl işleyecek? Kime ihale edilecek?

“İNSANLARIN YAŞADIĞI YERLERİ MÜZE HALİNE GETİRİP TURİSTİK AMAÇLI PAZARLIYORLAR”

Kültürel miras açısından en zengin bölgelerden biri olan Antakya’nın kadim Ortodoks toplumundan Avukat Can Terbiyeli ise bunu şöyle yorumluyor:

“Antakya’nın merkezi dediğimiz yer o bölgenin tüm sosyo-kültürel yapısını oluşturan yerdir. Maalesef depremde en çok hasar alan yer oldu. Çevre Bakanı açıklamasında buradaki meskenleri tamamen yamaçlara taşımayı, yıkılan Antakya merkezi de bir ticari bir alan yapmayı düşündüklerini söyledi.

Bunu biz Diyarbakır, Sur örneğinde de yaşadık. İnsanların yaşadığı yerlerden tasfiye edip onlara başka alanlarda meskenler gösterip yaşadıkları yerleri de bir şekilde müze gibi yeniden inşa edip turizm amaçlı pazarlıyorlar. Tahminimizce Antakya içinde aynısı planlanıyor. Ancak oradaki dokuyu sağlayan şey yalnızca yapılar değil. İnsan ve kurduğu sosyal ilişkilerle bu doku oluşuyor.”

Terbiyeli’nin de dediği gibi sosyo-kültürel yapıyı yok ettiğinizde geriye kalan yalnızca taş binalar oluyor. Hükümetin bu “aceleci” kararnamesi göçü de tetikliyor. Deprem sonrası birçok kişi memleketini bırakıp gitmek zorunda kaldı. Ancak gidenlerin birçoğu bir gün yeniden dönmenin hayalini kuruyor. Peki döndüklerinde aynı memleketlerini bulabilecekler mi?

Ya geriye kalanlar… Evleri enkaz olmuş, canlarını kaybetmişken tutundukları yegâne şey doğup, büyüdükleri memleketleri. O son umut da onların elinden mi alınacak? Bu kararname bir göçü de tetikleyebilir ve bu bölgedeki Hristiyan nüfusun daha da azalmasına neden olabilir.

“DEPREMDEN SONRA HUKUK MAĞDURİYETİ DE DOĞABİLİR”

Bu kararnameyle ne amaçlanıyor? Küçük, “OHAL kararnamesiyle bir düzenleme yaptığınız zaman Anayasa’daki hak ve özgürlükleri askıya alabiliyorsunuz ve Anayasal denetim de yok. Mülkiyet hakkı ve kültürel tarihi varlıklarla ilgili Anayasa’yı askıya alabildiğiniz için istediğiniz gibi Anayasa’ya aykırı düzenleme tesis edebiliyorsunuz. İktidar OHAL’in verdiği yetkiyle Anayasa aykırı davranabilme avantajını sağlayacak” diye yanıtlıyor.

Kararnamede imar planları için askı ve ilan sürelerinde itirazın kalkması, mülklerin takas edilebilmesi, itirazların sonucu beklenmeden kamulaştırma uygulanabiliyor. Küçük, itiraz süreçlerinin öngörülmemesinin özellikle mülkiyet hakkı bakımından keyfilikleri beraberinde getirebileceğini ifade ediyor:

“İlgili maddede birtakım ilkeler gözetilir diyor ama yeterli değil. Burada kurum görüşlerinin detaylı analizlerinin yapılmaması ve özellikle itiraz sürelerinin öngörülmemesi, kamulaştırma ve yargı denetiminin olmaması hak kayıplarını beraberinde getirir. Depremden sonra hukuk mahrumiyeti de doğabilir. Olağanüstü afetlerle mücadele edilirken tabii ki olağanüstü kararlar çıkartılabilir. Fakat temel hak ve özgürlükleri de gözeterek hareket etmek lazım.

126 No’lu kararnamenin tüm endişelere rağmen yakın zamanda Meclis’e sunulması bekliyor. Meclis’in olağan durumunda ise kararnamenin tek seferde geçeceği kuşku götürmez bir gerçek.

Küçük, bu kararnamenin rantın da kapısını açarken çevre sorunlarını da beraberinde getireceği görüşünde. Bu yüzden “İhale süreçleri şeffaf olmalı” diyor.

Etiketler
Deprem Tehdit