Sansür, baskı, cezalar... Sosyal medya yasasıyla ne kadar Abdülhamid’e benziyorlar?

"İktidarın yıllardır Abdülhamid’i göklere çıkarması anlamlıdır. Müesses nizamı baskısı sürekli artan bir istibdat yöntemiyle sürdürmek istiyorlar. İktidarlarının devamın ancak böyle mümkün olduğunu düşünüyorlar."

Sansür, baskı, cezalar... Sosyal medya yasasıyla ne kadar Abdülhamid’e benziyorlar?

GERÇEK GÜNDEM - NURİ GÜNAY

AKP ve MHP tarafından hazırlanan, basın, sosyal medya ve internet haberciliğine ilişkin düzenlemeler içeren "Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi" TBMM Başkanlığına sunuldu.

Kısa adıyla “sosyal medya yasası” uzun süreden beri gündemdeydi. Bildiğimiz gibi büyük medya kuruluşlarının pek çoğu “havuzda” toplandı. Halkın haber alma hakkı bu kuruluşlar açısından bir anlam ifade etmiyor. Sadece bu kadar da değil, “havuz medya” diye nitelendirilen bu yayın organları, aynı zamanda pek çok gerçeği ters yüz ederek önümüze getiriyor. Epey zamandan beri ise halk, gerçeğe kendi kanallarını, ağlarını yaratarak ulaşmaya çalışıyor. Medyanın bu halinin dışında kalan pek çok deneyimli ve genç gazeteci de haber alma hakkımızı savunarak yeni oluşumları hayata geçiriyor. Sosyal medya ve internet haberciliği yaklaşık 15 yıldır bu yüzden çok önemli. İktidar sahiplerinin ise sosyal medyadan, gazetecilerden ne kadar rahatsız olduğu malumumuz. Yıllardır bu alanı “düzenlemek” ama gerçek anlamıyla düzlemek için sabırsızlanıyorlar.

Başarıp başaramayacakları bir yana, son günlerde tırmanan konser yasaklarıyla, halihazırda süren pek çok yasakla, açılmış hakaret davalarıyla birlikte düşünüldüğünde darbe dönemleriyle yarışır bir demokrasiyle yaşıyoruz diyebiliriz. Diğer yandan yine son dönemlerde sık sık gündeme gelen Abdülhamid tartışmaları bu yasa tasarısıyla da gündeme geliyor. Öyle olması da doğal, çünkü basına dönük düzenlemeler ve sansür söz konusu olduğunda akla ilk gelen isim Abdülhamid oluyor. İktidar ortakları ona benzetilmekten hicap duymuyor, aksine sahip çıkıyor ve kendisini övgülerle anıyorlar.

O zaman Meclis’e gelen tasarıyla ilgili konuşulurken referans verilen Abdülhamid dönemi sansürcülüğüne kısaca değinmeye çalışalım.

BOŞ SAYFALAR DÖNEMİ

Osmanlı Devleti’nde sansür elbette Abdülhamid’le başlamadı. “Sultan” bu konuda ciddi bir birikimi devralmıştı. Basınla ilgili ilk tüzük Abdülaziz döneminde, 3. Napolyon Fransasındaki basın kanunundan uyarlanarak yayınlandı ve 1909 Matbuat Kanunu’na kadar yürürlükte kaldı. (Biliyorsunuz, kanunların üstüne çoğu zaman kararnamelerle çıkılabiliyor. O dönem de böyle oldu.) Buna göre yayın yapmak isteyenler Osmanlı vatandaşıysalar Maarif Nezareti'nden, yabancıysalar Hariciye Nezareti'nden ruhsat almak zorundaydılar. “Kanuna uymayanlar” için hapis ve para cezaları öngörülüyor, hükümetçe alınabilecek idari kararlarla süreli yayınlar kapatılabiliyordu. Saltanat, padişah, hanedan hakkında “uygunsuz” söz ve deyim kullanılması süreli ya da tamamen kapatmaya sebepti. “Uygunsuz” ifade ve söylemleri içerdiği düşünülen, yurt dışında basılmış yayınların sokulması da yasaktı. Bununla birlikte kanun ve tüzükleri devre dışı bırakan bir kararnameyle süreli ve süresiz pek çok yayın kapatılabiliyordu. Uzun süredir kararnamelerle “yönetilen” ülkemiz için ne kadar da tanıdık bir durum!

Mahmut Nedim Paşa sadrazamlığında basın tarihinde ilklerden sayılan sansür kararnamesi yayınlanmıştır. Bosna İsyanı, Bulgar İsyanı, Selanik Olaylarında binlerce Müslüman’ın ölmesi halkta infial yaratmış, İstanbul’da kalabalık bir öğrenci eylemi gerçekleşmiştir. Paşa bu hadiselerin duyulmaması için basına sansür uygulamıştır. Gazetelerin bazıları sansür metnini yayınlamış, bazı sayfalarını boş bırakmış, bazıları ise sadece ilanları basarak boş sayfalarla çıkmıştır. Bu sansür sonucunda öğrenciler Bab-ı Ali’ye yürümüş, Nedim Paşa İran Elçiliği’ne sığınmak zorunda kalmış, ertesi gün de görevden alınmıştır.

ÇUVAL ÇUVAL KİTAP YAKILDI YAZARLAR BASKI ALTINA ALINDI

Abdülhamid sansür konusundaki tecrübeyi gün gün ilerletti, 1876’da ilan ettiği Kanun-i Esasi’yi 1878’de süresiz olarak rafa kaldırdı. Baskı ve sansür bundan sonra hızlı biçimde artırıldı. Matbaalar Nizamnamesi düzenlenerek basılacak her şey denetim altına alındı. Bu nizamname birkaç yıl sonra daha ağırlaştırıldı. Kanun-i Esasi’de «Matbuat kanun dairesinde serbesttir” deniyordu ama bu madde anayasa rafa kaldırılınca bu madde de bir kararnameyle devre dışı bırakılıverildi. Kitaplar basılmadan önce “Encümen-i Teftiş ve Muayene” adı verilen bir kurul tarafından inceleniyordu. Kurulda ilk zamanlarda 7 kişi varken bu sayı kısa sürede 59 kişiye çıktı. Devamında bu kurul da yeterli görülmeyerek “Tedkik-i Müellefat Komisyonu”, “Kütüb-i Diniyye ve Şer'iyye Tedkik Hey'eti” ve “Tedkik-i Müellefat Komisyonu” kuruldu. Sonrası yüzlerce kitabın çuval çuval yakılarak imha edilmesidir…

Halid Ziya Uşaklıgil, Tevfik Fikret gibi yazarlar yazmaz oldular. Yazdıkları eserlerin sansürcüler tarafından delik deşik edildiğini gören dönemin pek çok yazarı yazmaktan vazgeçmediyse de yazdıklarını bastırmaktan vazgeçmişti. Namık Kemal, Tevfik Fikret’in kitapları, çeşitli İslami eserler, Nasrettin Hoca hikayeleri, rüya tabirleri, Evliya Çelebi Seyahatnamesi yasaklılar arasına girdiler. İbn-i Haldun’un Mukaddimesi de yasaklanan kitaplar arasındadır.

Bununla birlikte yazılan kitapların bu kurullardan geçmesi mucize kabilinden sayılabiliyordu.

JURNALCİLER GÖREV BAŞINDA

İş resmi sansürcülerle de bitmiyordu. Abdülhamid’in jurnalcileri yasaklanmış yayınları satanları, okuyanları ihbar ediyorlardı.

Ülke dışında basılan yayınlara dair de ağır bir sansür ve yasak vardı. Yurtdışından gelen kibrit kutularının girişi dahi yasaklanmıştı. Nedeni kutularının renginin kırmızı olmasıdır. Kırmızı devrimin rengidir! Tahmin edilebileceği üzere Fransız Devrimi’ne dair değil, onu anıştırabilecek her şey adeta lanetlidir.

Bunların yanında tiyatro oyunlarının sansürlenmesi işi “Zaptiye Nezareti”nin işiydi. Tahmin edilebileceği gibi oyunların büyük çoğunluğu “edebe ve ahlaka aykırı”, “adetlere aykırı”, “İslami törelere” aykırı bulunarak sansürleniyordu.

Saraydan Posta Müdürlüklerine gönderilen yedi maddelik emirle gelen yayınlar, mektuplar sıkı bir denetime tabi tutuluyordu. Sadece Abdülmamid’i övmek için yazılan yayınlar ülkeye kolayca girebilir, onun dışındakiler gümrükte bekletilir, hafiyelerce pek çok yayına el konulurdu. Yine de “kaçak olur” düşüncesiyle ara ara kitapçılara baskın yapılırdı.

YASAKLI KELİMELER

Bir de yasaklı sözcükler kitaplardan, özellikle de sözlüklerden oyularak çıkartılırdı. O yasaklı sözlükler neler miydi? Adalet, anarşi, demokrat, diktatör, irtica, ihtilal, inkılap, hafiye, Kanun-i Esasi, sansür, sosyalizm, özgürlük, vatan, millet, baskı, adalet, Yıldız (sarayı hatırlattığı için), tepe (saray bir tepe üzerinde bulunduğundan).

Mesela “Ümit Burnu” diye yazılamazdı, çünkü Sultan’ın burnunun büyüklüğü bir meseleydi. Onun yerine ‘çıkıntı’ yazılabilirdi. V. Murat’ın adını anmak zinhar yasaktı, “deli” sözcüğü de onu anımsattığı için yasaktı. “Dinamo” sözcüğü dinamiti hatırlattığı için yasaktı.

Osmanlıcanın özelliklerinden kaynaklı, dizgi hatasından bir harf düştüğünde anlam tamamen değişiyor, bu da gazetenin kapanmasına, sahibinin, yazarının uzak diyarlara sürülmesine neden olabiliyordu. Devletin resmi gazetesi Takvim-i Vekayi’nin bile dizgi hatası nedeniyle 12 yıl kapalı kalması dönemin karakterini en iyi yansıtan olaylardan birisidir.

İktidarın yıllardır Abdülhamid’i göklere çıkarması anlamlıdır. Müesses nizamı baskısı sürekli artan bir istibdat yöntemiyle sürdürmek istiyorlar. İktidarlarının devamın ancak böyle mümkün olduğunu düşünüyorlar. “Sosyal medya düzenlemesini” bu siyasetin bir adımı olarak görmek mümkün. Ama halkın eşitlik, özgürlük, demokrasi özlemi ve mücadelesi baskı rejimleriyle yok edilemiyor. Tarih pek çok şey gibi bunu da bizlere gösteriyor.




Kaynak:
Cevdet KUDRET “Abdülhamit Devrinde Sansür” Milliyet Yay.
Hamit Bozarslan “Türkiye Tarihi, İmparatorluktan Günümüze” İletişim Yay.
Stafenos Yerasimos “Az Gelişmiş Sürecinde Türkiye, Cilt 2” Bilim Araştırma Dizisi