Uğur Mumcu’yu 29 yıl önce kaybettik; karanlığı aydınlatacak o tuğlayı hâlâ kimse yerinden çekemedi!

Türkiye’de araştırmacı gazeteciliğin simge ismi, ödünsüz kalem Uğur Mumcu, 29 yıl önce bir suikastle yaşamdan kopartıldı. Suikastin üzerindeki sis perdesi ise aradan geçen onca yıla karşın dağıtılamadı.

Uğur Mumcu’yu 29 yıl önce kaybettik; karanlığı aydınlatacak o tuğlayı hâlâ kimse yerinden çekemedi!

GERÇEK GÜNDEM - SAMİ MENTEŞ /Gazeteciliğin büyük çınarı Uğur Mumcu’nun ölümünün 29. yılına, ‘faili meçhul’ bırakılan cinayet dosyası ve yine devleti saran karanlık odakların varlığıyla girdik.

Karlı, soğuk bir Ankara gününde patlayan bomba, Mumcu’yu hayattan kopardı. Bazı isimlerin, cinayetin arkasında olanları gizlemek için tuğlaları üst üste koyarak ördükleri duvar, varlığını hâlâ koruyor.

Mumcu cinayetiyle ilgili yüzlerce sayfalık Meclis Araştırma Komisyon Raporları, dava dosyaları birikti. Varılan sonuç kimseyi ikna etmedi.

Bugüne kadar gizli kalan sırların aydınlanması için hâlâ bir tuğlanın çekilmesi bekleniyor!

SORUŞTURMAYA EL KOYAN DGM SAVCISI

24 Ocak 1993 günü, Uğur Mumcu’nun arabasına binmesinin ardından, Çankaya’da yankılanan büyük bir patlama sesi duyuldu. Kısa süre içinde bombanın, Mumcu’nun arabasında patladığı anlaşıldı. Emniyet ekipleri olay yerine geldi.

Ankara’da Uğur Mumcu’nun öldürüldüğü haberi yayıldıkça, olay yerine gelen insanların sayısı da artıyordu.

Ankara’daki 1. Bölge Nöbetçi Savcısı olan Ahmet Soylu da olayı TRT’nin geçtiği haberden öğrenir öğrenmez suikast bölgesine gitti. Karşısında Ankara Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) Başsavcısı Nusret Demiral’ı buldu. Demiral, Savcı Soylu ’ya ‘olayı kendilerinin soruşturacağını’ söyledi. Soylu, tuttuğu bir tutanakla olay yerinden ayrıldı. Mumcu dosyası, artık DGM savcılarındaydı.

ÇALI SÜPÜRGESİNİN TOPLADIĞI ‘DELİLLER’

Patlama sonucunda parçalar yaklaşık 150 metre yarıçapında bir alana dağılmıştı. Delillerin sağlıklı toplanabilmesi için güvenlik kuşağı oluşturulması gerekiyordu. Güvenlik kuşağının da patlama merkeziyle en uzağa fırlayan parça arasındaki uzaklığın bir buçuk katı alanı kapsaması gerekiyordu.

Zaman geçtikçe, alana gelenlerin sayısı arttı. Kimlerine göre polisler çalı süpürgesiyle yerleri süpürerek delil topluyordu; kimilerine göre ise devlet büyükleri geleceği için görevliler bölgeyi temizliyordu. Sonuç olarak, çalı süpürgesiyle patlamanın olduğu alan temizlendi. Bunun yarattığı sıkıntı, soruşturma devam ederken, sonraki günlerde ortaya çıkacaktı.

“SİYASİ İKTİDAR İSTERSE ÇÖZER"DEN, “BİR TUĞLA ÇEKERSEK DUVAR YIKILIR”A

Nusret Demiral, Ankara’daki birçok kritik soruşturmayı yürüten bir savcıydı. Sivas Katliamı dosyasına da o bakmış, katliamın tahrik sonucu olduğunu, bunun sorumlusunun da ‘sol ve Aziz Nesin’ olduğunu söylemişti.

Demiral, Uğur Mumcu cinayeti soruşturması için asker kökenli DGM Savcısı Ülkü Coşkun’u görevlendirdi.

Türkiye’deki bütün güvenlik güçleri, istihbaratçılar alarma geçti. Mumcu cinayetinin çözülmesi gerekiyordu. Açıklama yapan bütün siyasiler, kamu görevlileri cinayetin çözülmesi için namus sözü veriyordu.

Soruşturma devam ederken garip şeyler de yaşandı. Mumcu’nun katledilmesinin ardında bulunduğu düşünülen örgütlerin peşine düşüldü. Tanıklar ortaya çıktı, itirafçılar konuştu, arka arkaya operasyonlar yapıldı ancak bir sonuç elde edilemedi.

Savcı Ülkü Coşkun, Mumcu Ailesi’ne, daha sonra söylemediğini iddia ettiği şu cümleyi kurdu:

“Bu işi devlet yapmıştır, siyasi iktidar isterse çözer."

O günlerde kurulan ve siyasi tarihimize geçen bir diğer cümle de, 10 Temmuz 1993’te Emniyet Genel Müdürü yapılan Mehmet Ağar’a aitti:

“Öyle bir şey ki, bir tuğla çekersek duvar yıkılır.”

Mehmet Ağar da yıllar sonra böyle bir şey söylemediğini ileri sürdü.

SERBEST BIRAKILAN İSİM FİRAR ETTİ

Mumcu’yu öldürenler aranırken, soruşturmayı yürütenler İslami Hareket Örgütü üzerinde durdular. 26 Ocak 1993’te, yani Mumcu’nun ölümünden iki gün sonra sabah 9:45’te Emniyet’e bir ihbar telefonu geldi. İhbarda adresi verilen evde, örgütün önemli isimlerinin bulunduğu ve şüpheli davranışlar sergilediği söyleniyordu. Polis harekete geçti ve evdekileri yakaladı: Şefik Polat ve Necmi Aslan gözaltına alındı.

Ankara polisi, gözaltına alınan isimlerin önemini kavrayamadı. İstanbul polisine de bu isimlerle ilgili ellerinde bilgi var mı, diye sormayı çok geç akıl etti. Gözaltına alınan kişiler, serbest bırakıldı. İstanbul polisi de serbest bırakılan kişilerin örgütün önemli isimlerinden olduğunu söyledi. Serbest bırakılanlardan Necmi Aslan tekrar yakalanabildi ama Şefik Polat çoktan firar etmişti.

Bunun nasıl olduğu tartışılırken, soruşturmada Mumcu’yu tehdit edenlerin tespit edilmesine çalışılıyordu. Cumhuriyet Gazetesi’nin Ankara bürosundan, Mumcu’ya gelen telefonların listesi alındı. Ama savcı Ülkü Coşkun, Mumcu’nun evine gelen telefonların kaydını sormadı.

ADALET BAKANLIĞI SAVCI HAKKINDA SORUŞTURMA BAŞLATTI, MİLLİ SAVUNMA BAKANLIĞI KAPATTI

Coşkun’un soruşturmayı savsakladığı, delilleri toplamadığı şüphesi giderek artıyordu.

Nusret Demiral'ın; Güldal Mumcu ve avukat Emin Değer’e söylediği "Devlet isterse çözer, siz güçlü ailesiniz. Hükümette gerekli baskıyı oluşturun, gerekli mesaj ve talimat verilsin, çözümlensin ya da bu birimleri doğrudan bana bağlatın, ben de söz veriyorum, çözerim" demesi unutulmadı.

Mumcu Ailesi soruşturmayı yürüten Ülkü Coşkun’un görevini savsakladığını belirterek şikayetçi oldu. Adalet Bakanlığı, müfettiş görevlendirerek Coşkun hakkında soruşturma başlattı. Adalet Bakanlığı müfettişleri, Coşkun’un eksikliklerini sıraladılar ve kararlarında şu ifadelere yer verdiler:

"Uğur Mumcu'nun öldürülmesi olayı ile ilgili olarak oluşturulan hazırlık kağıtlarının incelenmesi ve yukarıda açıklanmasına çalışılan kimi konulardan da anlaşılacağı üzere;

Soruşturmayı yürütmekle görevlendirilen DGM savcısı Ülkü Coşkun'un, toplumda derin tepki uyandıran ye kamuoyunun çok yakından ilgilendiği anılan olayda, yukarıda belirtilen biçimde, doğrudan icra etmesi gereken kimi işleri yerine getirmemek suretiyle, arzulanan özveri ve duyarlılığı göstermediği izlenimini uyandıracak tutum izlediği, ‘Bu işi Devlet yapmıştır, siyasi iktidar isterse çözülür’ biçimindeki sözleriyle, olaya bakış açısını dile getirdiği sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır.

Uygulanması düşünülen işlem: Hâkim Kıdemli Bnb. Ülkü Coşkun hakkındaki soruşturma maddesi gerçekleştiğinden, (DİSİPLİN CEZASI TAYİNİ) gerektiği düşünülmüştür."

Müfettişler, savcı Ülkü Coşkun’a disiplin cezası verilmesini istedi. Coşkun’un asker olması nedeniyle dosya Millî Savunma Bakanlığı’na gönderildi. Ancak Millî Savunma Bakanlığı Coşkun hakkındaki dosyayı kapattı. Coşkun sonraki süreçlerde terfi aldı.

Eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay, savcılarla ilgili yaptığı açıklamada, bir yaptırımda bulunamadığını, Nusret Demiral’ın tayini için hazırlanan kararnamelerden de bir sonuç çıkaramadığını söyledi.

Belli ki birileri savcıları koruyordu…

MECLİS’TE FAİLİ MEÇHUL KOMİSYONU KURULDU

Mumcu cinayetinde savcıların yürüttüğü soruşturmada elle tutulur bir sonuç çıkmadı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde faili meçhul cinayetleri araştırmak için komisyon kuruldu. Aralarında Uğur Mumcu’nun da olduğu birçok cinayeti araştıran komisyon, 1995’te çalışmalarını yaptı ve raporunu açıkladı.

Raporda, Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili yürütülen soruşturmaya dair çarpıcı tespitler yer aldı. Raporu hazırlayan milletvekilleri, "İdarenin yanlış yapan kamu görevlisini ne pahasına olursa olsun savunması gerektiği, uygulaması ve düşüncesinden vazgeçilmesi sağlanmalı. Devlet, kendi içerisinde görev suçu işleyenleri ne pahasına olursa olsun yargıya teslim etmelidir" ifadelerini kullandı.

MİLLETVEKİLLERİ DE SAVCILARDAN ŞİKAYETÇİ

Meclis raporunda, DGM Başsavcısı Nusret Demiral ve DGM Savcısı Ülkü Coşkun’la ilgili soruşturma açılma talebi de yer aldı. Milletvekilleri yaşadıklarını şöyle anlattı:

“Nedeni tarafımızca anlaşılamayan bir nedenden ötürü, komisyonumuzun çalışmalarını engelleyen ve hukuka aykırı olarak Emniyet Müdürlüğü’nün bilgi ve belge akışını kesen, komisyonumuzun görev alanına giren faili meçhul siyasal cinayetlerle ilgili bilgi ve belgeleri komisyonumuza vermeyen, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı Nusret Demiral ve Ülkü Coşkun'un eylem ve işlemlerinin takdiri için raporun bir örneğinin Yüksek Hakimler ve Savcılar Kurulu’na tevdii..."

MECLİS’TE MUMCU CİNAYETİ KOMİSYONU: BİLGİ VERMEKTEN KAÇAN SAVCI

1997'de ise Meclis'te Uğur Mumcu cinayetini araştırmak için komisyon kuruldu. Komisyonun raporunda da Nusret Demiral'la ilgili çarpıcı satırlar yer aldı:

"Emekli Ankara eski DGM Başsavcısı Nusret Demiral, Komisyonumuza iki defa bilgi vermek üzere davet edilmiştir. Nusret Demiral, 24/02/1997 tarihli yazısında 'Mumcu cinayetinin, halen Ankara DGM Savcılığında devam ettiği, araştırma komisyonunun yargısal bir görev üstlenemeyeceği, görevde iken de bu konuda bilgi ve belge vermediğini, bundan böyle de bilgi vermeyeceğini belirtmiş, ikinci defa da aynı mahiyette bir cevap vererek komisyona gelmekten ısrarla kaçınmıştır. Uhdesinde hiçbir yargısal görev bulunmamasına rağmen, DGM'nin tüm görevli savcılarının bilgi vermesine karşılık Nusret Demiral'ın bilgi vermekten kaçınmasının sebeplerinin irdelenmesi gerektiği kanaatini oluşturmuştur."

SAVCIDAN “AKLIMA GELMEDİ” SAVUNMASI

Meclis komisyonu Ülkü Coşkun’u da dinledi. Coşkun, “Uğur Mumcu'nun telefonla konuştuğu numaraları PTT'den sormanın akıllarına gelmediğini” söyledi. Deneyimli bir DGM Savcısının bu sözleri ciddiyetsiz bulundu. Milletvekilleri hazırladıkları raporda konuyla ilgili “Mumcu'nun telefon konuşmalarının soruşturulmadığı, incelenmediği, zamanında kayıtların PTT'den alınmadığından kayıtların silinmesine sebep olunduğu kesinleşmiştir. Bu konuda DGM Savcılığının görev kusuru olduğu, kanaat ve sonucuna varıldığından ilgililer hakkında soruşturma açılmalıdır” ifadelerini kullandı.

GÜVENLİK BÜROKRASİSİ NELER SÖYLEDİ

1997’de kurulan Meclis Araştırma Komisyonu, Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili çok sayıda tanığı dinledi.

Uğur Mumcu öldürüldüğünde İstanbul İstihbarat Şube Müdürü olan, komisyona ifade verdiğinde ise İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı görevini yürüten Hanefi Avcı, cinayetle ilgili istihbarat örgütlerine dikkat çekti.

Yine komisyona ifade veren MİT Bölge Başkanı Dursun Özbek de, saldırının çok profesyonelce olduğunu, saldırının istihbarat servislerinin işine benzediğini kaydetti.

Bunu anlamanın yolu ise, bombanın cinsini ve içeriğini öğrenmekten geçiyordu. Bombayla ilgili ne kadar bilgi sahibi olunursa, bombanın üretildiği ülke de o kadar net tespit edilebilecekti. Bu da saldırının arkasındaki gücü ortaya çıkarmak için büyük bir fırsattı.

Komisyonda polis yetkilileri de dinlendi. Birçoğu, soruşturmanın üst düzeyde takip edilmesinin polis üzerinde baskı oluşturduğunu, bu durumun polisi temkinli ve çekingen yaptığını söyledi.

ÇALI SÜPÜRGELERİNİN SEBEBİ ORTAYA ÇIKTI: OLAY YERİNDEN YANMAMIŞ PARÇA ELDE EDİLEMEDİ”

Soruşturmanın ilerlememesindeki temel neden ise, delillerin azlığıydı. Dosyada görev yapan polis şefleri, ellerindeki yegâne şeyin ekspertiz raporu olduğunu kaydettiler.

Peki, başka delil bulunamaz mıydı? Olay yerinden alınan parçalar yeniden incelense bir sonuç çıkar mıydı?

Komisyon üyeleri bu soruları olay yerinden elde edilen parçaları inceleyen Kriminoloji Laboratuvarı Başkanı Muhittin Kaya'ya sordu. Kaya, olay yerinden elde edilen parçaların hepsinin tek tek işlemden geçirildiğini, yapılabilecek bütün deneylerin yapıldığını söyledi. Ama Kaya’nın bir keşkesi vardı: “Yanmamış bir parça olsaydı, kompozisyon içindeki bütün maddelerin tespiti mümkün olacaktı. Yanmamış bir parça olsaydı, patlayıcı maddenin hangi ülkenin yapısı olduğunun tespiti mümkündü. Ama… Olay yerinden yanmamış parça elde edilemedi.”

Kaya’nın bu sözleri olay günü yaşananları hatırlattı. Patlamadan kısa süre sonra oluşturulması gereken güvenlik kuşağı oluşturulmamış, ortaya çıkan çalı süpürgeleri her yeri süpürmüştü. Olay yerinden elde edilebilecek işe yarar delil artık yoktu!

TEK UMUTTU AMA… BOMBALARIN BİR KISMI İMHA EDİLDİ BİR KISMI KAYBOLDU

Bombanın tespiti için tek umut, İstanbul’daki operasyonlar sırasında 26 Ocak 1993’te ele geçirilen C4 plastik patlayıcıydı. Patlayıcı İslami Hareket Örgütü’ne yönelik operasyonda ele geçirilmişti ve Mumcu cinayetinde kullanılan bombaya benzer özellikteydi.

Bu bombaların incelenmesiyle bir adım atılabilirdi, ancak… Bombaların bir kısmı 3 Şubat 1993’te imha edildi. Kalan kısmı ise kayboldu!

Meclis komisyon raporunda bu ucube durum şöyle anlatıldı:

“Ele geçen (68) kg'lık C4 patlayıcının 03/02/1993 tarihinde sadece bomba uzmanı polis memurları tarafından düzenlenen bir tutanakla alelacele TCK'nun 189. ve 264. maddeleri kapsamında olması gerekçesi gösterilerek bunun 43 kg'nın imhası imza altına alınmıştır. Geri kalan 25 kg. patlayıcının akıbeti konusunda herhangi bir bilgi yoktur.

Patlayıcıların imhasının mekânı, imha tarzı, gerekli açıklamalara esas tahliller, nitelikleri belirlenmeden imha edilmelerinin mevzuata göre irdelenip diğer hususların da ayrıca incelenmesin uygun olacağı kanaatine varılmıştır.”

Böylelikle patlayıcıların karşılaştırılma ihtimali yok edildi…

Uğur Mumcu cinayeti ve İstanbul’da ele geçirilen bombaların nereden bulunduğu da merak ediliyordu. Temininin çok zor olduğu bu patlayıcıların, askeri depolardan çalınmış olma ihtimali vardı. Ancak DGM savcılığı, bu ihtimali araştırmadı bile.

MİLLETVEKİLİNİN İTİRAFI

Uğur Mumcu cinayeti araştırılırken, Türkiye’de soruşturulan bir diğer konu da Susurluk’tu. Meclis Susurluk Komisyonu’nda Milletvekili Eyüp Aşık dinlendi. Aşık, faili meçhul cinayetleri araştırma komisyonunda görev yapmış, Mumcu cinayetini araştırmıştı.

29 Ocak 1997’de Susurluk Komisyonu’nun toplantısında Aşık’ın ağzından şu kelimeler döküldü:

“Başkan Doğru Yol Partiliydi, arkadaşımız Sadık Avundukluoğlu hem başkan hem ben yani Uğur Mumcu cinayetini biz çözdük; ama, ne zaman elimizi uzattıysak elimizi geri ittiler ve kanaatimiz devletin bazı makamları bu işi biliyor diye açıklama yapmıştık televizyondan Türk milletine 1 sene 1,5 sene evvel bunu açıklamıştık, açıklamak zorunda kalmıştık.

Yani biz bu işlerle uğraştık, uğraştık cinayeti bir iki sefer çözecek olduk; ama, işte ya Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı bu işle uğraşmayın dedi, ya bilmem emniyetteki adam bizim soruşturmaya çağırdığımız adamı kalktı götürdü polis Reha Muhtar'ın programına götürdü veya Reha Muhtar getirdi bizi sabote etti bilmem ne. Yani neticede anladık ki devlet bu işin önünün devletin bazı adamları bu işin önünü kesiyor dedik ve çıktık bunu açıkladık.”

YILLAR SONRA DAVA AÇILDI

Soruşturmanın nereye varacağı merakla bekleniyordu. Günler geçtikçe umutlar da azalıyordu…

Mumcu cinayetini aydınlattığı iddia edilen Umut (Uğur Mumcu Uzun Takip) Operasyonu ise Ocak 2000’de Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu'nun Beykoz'daki villasına yapılan baskında bulunan hard disklerin incelenmesinden sonra başlatıldı. Diskten elde edilen bilgilerden, İstanbul'da “Tevhit - Selam/Kudüs Ordusu” adlı örgütün İran bağlantısıyla Türkiye’de birçok eylem yaptığı şüphesi doğdu.

Dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, konuyla yakından ilgileniyordu. Yapılan soruşturma temmuz ayında tamamlandı. 11 Temmuz 2000'de Ankara 2 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde, Uğur Mumcu, Muammer Aksoy ve Bahriye Üçok cinayetlerini de içeren 18 olayı kapsayan "Umut Davası"nda 15'i tutuklu, 17 sanığın yargılanmasına başlandı. İddianamede, Mumcu'nun aracına konan bombanın Ferhan Özmen tarafından yapıldığı ve araca Necdet Yüksel'in gözcülüğünde Oğuz Demir tarafından yerleştirildiği ifade edildi.

İlk yargılama sonunda sanıklardan Necdet Yüksel, Rüştü Aytufan ve Ferhan Özmen'e "Anayasal düzeni cebren değiştirmeye teşebbüs etme" suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. Örgütün İran bağlantısını sağladığı iddia edilen Ali Akbulut, Selahattin Eş, Ahmet Cansız, Aydın Koral ve firari sanık Oğuz Demir hakkındaki dosya ayrıldı. 2009 yılında mahkeme Türkiye’ye gelerek ifade verecek olanlara “tutuklanmama garantisi” verdi. Bunun üzerine Selahattin Eş, Türkiye’ye gelerek ifade verdi ve diğer firari sanıkların İran’da olduklarını söyledi. Selahattin Eş, 2015 yılında hükümete yakın Star gazetesinde köşe yazarı oldu!

Yargıtay’ın ve yerel mahkemelerinin çeşitli kararlarının ardından yargılanmayı bekleyen tek kişi ise firari konumdaki Oğuz Demir. Cinayetin arkasında yer alanlar ise ortaya çıkarılmadı.

UMUT davasını yakından takip edenler, yargılananların sadece tetikçiler olduğu görüşünde… Tetikçileri asıl sahibi ise ortaya çıkarılmadı.

“İSTERLER Kİ SUSALIM…”

Uğur Mumcu, Cumhuriyet’teki köşesinden şöyle seslenmişti:

“İsterler ki susalım; isterler ki yazdıklarımızın hiçbiri, hele bu dönemde yazılmasın. Bunun içindir ki, bizleri susturmak için türlü yollara başvururlar. Bizleri susturmak için başvurdukları ve ellerine yüzlerine bulaştırdıkları sinsi girişimleri ile ilgili ipuçları ellerimizdedir! Bunu da bilir, bunların açığa çıkmaması için köşelerinde kıvranıp dururlar.

Evet yazacağız, susmayacağız. Bütün yolsuzlukları, kaçakçılıkları, pislikleri, cinayetleri tek tek sergileyeceğiz.”

Gazeteciliğin dev çınarı 29 yıl önce yaşamdan koparılana kadar susmadı. Yolsuzlukları, cinayetleri, mafyaları, devlet içindeki yapıları yazmaya devam etti.

Mumcu cinayeti gibi birçok saklanan gerçek o örülen duvarın ardında. Duvar sanıldığı kadar güçlü değil. Çökmek için hâlâ bir tuğlanın çekilmesini bekliyor.

Etiketler
Uğur Mumcu Aydın Suikast Türkiye