Öztrak: İktidar içindeki çatlakların büyümesinden korkuyor

Abone ol

CHP MYK toplantısı bugün yapıldı. CHP Sözcüsü Faik Öztrak gündemi değerlendirdi.

CHP MYK toplantısı bugün yapıldı. CHP Sözcüsü Faik Öztrak gündemi değerlendirdi.

Faik Öztrak, bugün MYK gündemine ilişkin düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi:

Bugün MYK’mızın gündeminde; ekonomi vardı, Düzce’deki sel felaketi vardı. Yine Eylül-Ekim aylarında Suriyeli göçmenlerin sorunlarıyla ilgili bir “Suriye Konferansı” düzenlemeyi de yine bugün ele aldık. Ben sözlerime, iki sevindirici haberle başlamak istiyorum. Bunlardan biri, İsveç’teki U-20 atletizm şampiyonasında başarılarıyla göğsümüzü kabartan sporcularımızı tebrik ediyorum. Yine, 16 yaş altı kızlar Avrupa voleybol şampiyonasında finalde İtalya’yı 3-0 yenerek şampiyon olan 16 yaş altı kızlar takımımızı da başarılarından dolayı tebrik ediyorum. Bu hafta sonu da bir de üzücü haber aldık. Milli Görüş’ün önemli isimlerinden, eski devlet bakanı, deneyimli siyasetçi Sn. Süleyman Arif Emre dün hayata gözlerini yumdu. Merhuma Allah’tan rahmet, yakınlarına ve Saadet Partisi camiasına sabırlar diliyorum. Yine bundan 39 yıl önce bir suikaste kurban giden, emek hareketinin efsane lideri, DİSK’in Kurucu Genel Başkanı Kemal Türkler’i de rahmetle anıyoruz. Maalesef, bu yıl da kendisinin vasiyet ettiği şekilde, “mezarının başına işçilerden iyi haberler getirerek” gidemiyoruz.

CHP, DÜZCE’DEKİ SEL FELAKETİYLE İLGİLİ AYRINTILI RAPOR HAZIRLADI

18 Temmuz Perşembe günü Düzce’nin Akçakoca ilçesinde ve bağlı köylerinde meydana gelen sel felaketinde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan bir defa daha rahmet dileyerek sözlerime başlamak istiyorum. Yine yaralanan ve mal kaybına uğrayan yurttaşlarımıza da geçmiş olsun diyorum. Felaketten hemen sonra, Genel Başkanımız Düzce Valisi’ni arayarak felaketin boyutu ve alınan önlemler konusunda bilgi aldı. Yine ertesi gün Grup Başkan Vekilimiz Engin Özkoç ve İstanbul Milletvekilimiz Mahmut Tanal bölgeye gitti. Cumartesi günü ise Genel Başkan Yardımcımız Gülizar Biçer Karaca bölgedeydi. Orada gelişmeleri dikkatle takip etti, tafsilatlı bir rapor hazırladı, yarın kendisi bu raporu sizlerle paylaşacak.

CHP’NİN İLK TESPİTLERİ

Ama CHP olarak afetin yaşandığı bölgede tespit ettiğimiz hususları şöyle özetlemek istiyorum. Can kaybının yaşandığı Esmahanım Köyü’nde 7 vatandaşımız sele kapılarak kaybolmuştu. Pazar günü iki vatandaşımızın naaşı Uğurlu Köyü yakınlarında bulundu. Kayıp olan 3 çocuk ve iki kadını arama kurtarma çalışmaları havadan ve karadan hala devam ediyor. Ben toplantıya girerken devam ediyordu. Esmahanım’da can ve mal kaybı, Uğurlu Köyü’nde de mal kaybı söz konusu. Her iki köyde de gıda, su gibi acil ihtiyaçların önemli bir bölümünün karşılanmasında İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyelerimiz yardımcı oluyorlar.

BÖLGE DÜZEYİNDE PLANLAMA EKSİKLİĞİ VAR

Aşırı doğa olaylarının sık yaşandığı riskli coğrafyalarda, bu riski afete dönüştürmeyecek yatırım planlaması en önemli hususlardan bir tanesi. CHP olarak yaptığımız incelemeler sonucunda yaşanan bu afette de temel belirleyici unsurun, bölge düzeyinde planlama eksikliği olduğunu gördük.

ZARAR GÖREN VATANDAŞLARIN VERGİ VE KREDİ BORÇLARI ERTELENSİN

Sel felaketinin yaşandığı Akçakoca ilçesi ve köylerinin acil talepleri var; Birincisi, derhal bölgenin afet bölgesi olarak ilan edilmesi gerekiyor. Yine sel felaketini yaşayan vatandaşlara psikolojik destek için acil tedbirler alınması gerekiyor. Evleri ve işyerleri zarar gören vatandaşların vergi, kredi ve benzeri borçlarının ertelenmesi lazım. Hasar tespit çalışmaları hızla yapılmalı, vatandaşların kayıplarının telafisi, enkazın kaldırılması, sel sonucu oluşan çamur yığınlarının hızla temizlenmesi gerekiyor. CHP’li Ankara, İstanbul Büyükşehir Belediyeleri ile Bolu ve İzmit Belediyeleri bölgede iş makinalarıyla bu faaliyetlere yoğun destek veriyorlar. Selden zarar gören vatandaşlarımıza geçici barınma alanları oluşturulmalıdır. Acil ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla devlet tarafından maddi destek vatandaşlara mutlaka sağlanmalıdır. Vatandaşların su ve elektrik sorunları acilen çözülmelidir.

KIBRIS BARIŞ HAREKATI’NIN YIL DÖNÜMÜ

Hafta sonunda 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nın 45. Yıl dönümünde, KKTC’nin barış ve özgürlük bayramı kutlandı. Kıbrıs Barış Harekatı, Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikada milletimizin hakkını, hukukunu korumak için attığı en önemli adımlardan biridir. Soydaşlarımız katledilirken sessiz kalmayan dönemin Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Ada’ya barışı getirmek, akan kanı durdurmak için düğmeye basmıştır. Dönemin Başbakanı, önceki Genel Başkanlarımızdan Sayın Bülent Ecevit’in sözleriyle Türkiye “insanlığa ve barışa hizmette bulunmak”, “sadece Türklere değil, Rumlara da barış getirmek için” Kıbrıs’a çıkmıştır. O gün, bugündür de Ada’da barış hâkimdir.

KKTC’NİN TANINMASINI ÖNGÖREN BİR BAĞLAMDA ÇÖZÜLMELİ

Ancak bugün Kıbrıs sorununun yeni bir yaklaşımla, KKTC’nin tanınmasını öngören yeni bir bağlamda çözülmesi gerekmektedir. Türk Cumhuriyetinin tanınmasını öngören yeni bir bağlamda çözülmesi gerekmektedir. Bu vesileyle, milliyetçiliği Beşparmak Dağları’na yazan dönemin Başbakanı önceki Genel Başkanlarımızdan Sn. Bülent Ecevit’i ve dönemin Başbakan Yardımcılarından Sn. Necmettin Erbakan’ı, tüm şehitlerimizi rahmetle anıyorum.

REJİMİN UCUBE OLDUĞU ORTAYA ÇIKTI

Türkiye Büyük Millet Meclisi, iktidar partisi ve ortağının oylarıyla 27'nci dönem ikinci yasama yılı çalışmalarını tamamlayarak 1 Ekim'e kadar tatile girdi. Böylece, 24 Haziran 2018 seçimlerinden sonra kurulan ucube tek adam rejiminde, Meclis’in yeminden sonraki ilk yasama yılı sona ermiş oldu. 20 Temmuz 2016’da ilan edilen OHAL altında, tek adam parti devleti rejimi hayata geçirilmeye başlanmıştı. “Daha güçlü bir kuvvetler ayrılığı” iddiasıyla getirilen bu sistemin, tek bir kişiyi güçlendiren ucube bir rejim olduğu bu yasama yılının sonunda tecrübeyle ortaya çıktı.

SARAY, MİLLETVEKİLLERİNİN HAKLARINA GEREKEN SAYGIYI GÖSTERMEDİ

Son anayasa değişikliğiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yetkilerinin nasıl kısıtlandığını, Gazi Meclis’in nasıl etkisizleştirildiğini, kuvvetler ayrılığı ilkesinin fiilen nasıl ortadan kaldırıldığını hep birlikte gördük. Yine bu dönemde, çağdaş demokratik standartlardan, hukuk devletinden nasıl uzaklaşıldığını da hep beraber izledik. TBMM’nin elinden iktidarı denetlemeye yönelik yetkilerin bir kısmı zaten anayasa değişikliğiyle alınmıştı. Artık gensoru yok, sözlü soru yok. Elde kala kala araştırma önergesi verme ve yazılı soru sorma imkânı kalmıştı. Ama saray yönetimi milletvekillerinin bu haklarına da gereken saygıyı göstermedi.

HER 100 YAZILI SORU ÖNERGESİNDEN SADECE 6’SI ZAMANINDA CEVAPLANDI

Aslında AK Parti işbaşına gelmeden parlamentonun 21. Döneminde milletvekillerinin iktidara sorduğu her 100 yazılı sorudan 87’si zamanında cevaplandırılmış. AK Parti’nin ilk iktidar dönemi başladıktan sonra önce 22. Dönemde bu oran 63’e gerilemiş. 23. Dönemde yüzde 50’ye düşmüş, 24. Dönemde yüzde 22’ye, 25. Dönemde de yüzde 7’ye kadar gerilemiş. 26. Dönemde yüzde 11 olmuş. 27. Dönemde ise bugüne kadar milletvekillerinin saray iktidarına sorduğu her 100 yazılı soru önergesinden sadece 6’sı, dikkat edin 6’sı zamanında cevaplanmış. Soruların yüzde 33’ü zamanı geçtikten sonra yanıtlanmış. Yüzde 55’ine ise yanıt yok.

DENETİMSİZ BİR İKTİDAR YARATILDI

Milletvekilleri bu soruları iktidara “keyif olsun” diye sormuyor. Milletvekilleri, milletin sesini saraya duyurmak ve milletin hakkını, hukukunu korumak için milletten aldığı bu yetkiyi kullanıyor. Esasen bugün içinde bulunduğumuz durumu Genel Başkanımız 6 madde hâlinde, 23 Nisan’da, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde açıklamıştı. Bunları bu yasama yılı sonunda tekrar etmekte yarar görüyorum. Bir: Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yetkileri kısıtlanmış, denge ve denetleme mekanizmaları yok edilerek “denetimsiz bir yürütme organı” yani iktidar yaratılmıştır. İki: Cumhurbaşkanı, kararnameler yoluyla Meclis’in yasama yetkisine fiilen ortak olmuştur. Üç: Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı fiilen sona ermiştir. Dört: Partili Cumhurbaşkanı, devleti ve milleti temsil etmek yerine, belli bir siyasi görüşün temsilcisi hâline gelmiştir. Bu da denge unsuru olması gereken cumhurbaşkanlığı makamının denge unsuru olmaktan uzaklaşmasına yol açmıştır. Beş: Tek kişiye parlamentoyu fesih yetkisi verilmiş, milletin meclisinin geleceği bir kişinin iki dudağının arasından çıkacak sözcüğe bırakılmıştır. Altı: Meclis’in bütçe hakkı ve yetkisi fiilen elinden alınmıştır.

MİLLETİ HARACA BAĞLADILAR

Bu ilk yasama döneminin sonunda bütün bunların cebimizi nasıl yaktığını, mutfaktaki tencereleri nasıl boşalttığını, milletimizi nasıl işsiz bıraktığını da gördük. “Hızlı karar alacak” diyerek kurulan bu ucube sistemin iki konuda hızlı olduğu anlaşıldı: Birincisi milletin aşını, işini eritme konusunda, ikincisi de milleti haraca bağlama konusunda. Son bir haftada saray yurtdışına çıkış harcını 15 TL’den 50 TL’ye çıkardı. Artış yüzde 233. Yurtdışından kişisel kullanım için getirilen cep telefonlarının kaydından alınan harç tutarını da yüzde 200 artırarak 500 TL’den bin 500 TL’ye çıkardı. Sadece son bir yılda bu harca yapılan zam yüzde 779’u buldu.

KRİZİN YÜKÜ TAMAMEN VATANDAŞIN SIRTINA YÜKLENDİ

Ülkemiz tarihindeki en sıkıntılı ekonomik krizlerden birini yaşıyor. Bu krizin yükü tamamen vatandaşın sırtına yüklenmiş vaziyette. Vatandaşlarımız işsizlik ve hayat pahalılığı altında eziliyor. Saray sosyetesinin şapkasını önüne koyarak bugüne kadar yaptığı hataları değerlendirmesi ve çözüm için samimiyetle çalışması gerekiyor. Ama bu ucube sistem eleştiriyi, kamuoyu tarafından denetlenmeyi, siyasi rekabeti sevmiyor. Bir türlü normalleşemiyor. Yerel yönetim seçimlerinde aldığı sonuçlardan gerekli dersleri çıkaramıyor. Fırsat buldukça kendisini eleştirenleri başta basın olmak üzere susturmaya çalışıyor.

SARAY BESLEMESİ İSTİBDAT KURUMU’NUN FİŞLEME KAĞIDI

Bunun örneklerini bu ay da gördük. Önce sivil toplum kuruluşu kılığına bürünmüş, saray beslemesi bir istibdat kurumu, bazı gazeteciler hakkında fişleme raporu yayınladı. SETA’nın “uluslararası medya kuruluşlarının Türkiye uzantıları” adlı fişleme kâğıdı, demokrasimiz açısından bir utanç belgesidir. Ülkede yayın yapan uluslararası basın kuruluşlarında çalışan gazetecilerin sosyal medya hesaplarına girmişler, sosyal medya paylaşımlarına kadar fişlemişler.

TAŞ ÜSTÜNDE TAŞ, GÖVDE ÜSTÜNDE BAŞ KALMADI

Bu rezilliğin dumanı tüterken, geçtiğimiz hafta önemli bir gelişme daha yaşandı. İktidar partisinin Eski Genel Başkanı ve Başbakanı Sn. Ahmet Davutoğlu geçtiğimiz hafta bir programa çıktı. Bu röportajı yapan gazetecilerin radyodaki programı jet hızıyla yayından kaldırıldı. Gazeteciler işinden oldu. Çalıştığı radyoyu eleştiren bir başka gazetecide radyoyla yolları ayrıldı. Açıkçası radyoda taş üstünde taş, gövde üstünde baş kalmadı. Saray iktidarının AK Parti’nin Eski Genel Başkanının, Eski Başbakanının eleştirilerine dahi tahammülü yok.

TÜRK VE RUS SARAYLARININ BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ ANLAYIŞI ORTAK

RS FM, Rusya’nın Sesi Radyosu’nda yaşananlar Türk ve Rus sarayları arasındaki şahsi dostlukların ulaştığı seviyenin ve basın özgürlüğü konusundaki ortak anlayışlarının en güzel örneklerinden bir tanesi oldu. İktidar kendi içindeki çatlamanın hızlanmasından korkuyor, çekiniyor. Korku arttıkça da gazeteciler üzerindeki, kendisine muhalefet edenler üzerindeki baskısını arttırıyor.

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNDE 2013’TEN BERİ 43 SIRA GERİLEDİK

Artık ülkeyi yönetemiyorlar. Bakın, özgürlükler Evi’nin “Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde” Türkiye 2013 yılında 197 ülke arasında 120. Sıradaydı. Hemen bir yıl sonra 134. sıraya geriledi. Bir yıl önce “basını kısmen özgür” ülkeler arasında yer alırken bir yıl sonra “basını özgür olmayan” ülkeler ligine düştü. Bu düşüş orada durmadı. En son 2017 raporuna göre şu an bu endekste 163. Sıraya indik. Yani 2013’ten bu yana iktidarın işbaşına geldiği 2013 yılından buyana 43 sıra birden gerilemişiz. Dahası 2019 yılında kurum tarafından yayımlanan “Özgürlük ve Medya Raporu’nda” halkının sadece dörtte birinin basına güvendiği iki tane ülke var. Biri Rusya, biri de Türkiye.

HUKUK LİGİNDE 5 YILDA 50 SIRA GERİLEDİK

İktidarın ucube tek adam parti devleti rejimini kurmak için ilk adımları attığı 2014’ten bu yana Türkiye’de her şey, her geçen gün daha da kötüye gidiyor. 2014’te Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 99 ülke içinde 59. sırada olan Türkiye, 2019’da 126 ülke içinde 109. sıraya gerilemiş. Tabi bu hukuk liginde 5 yılda 50 sıra birden gerilerken tüketicinin güveni de hızla düşmüş. Ekonomimiz hızla irtifa kaybetmiş.

REJİMİN KİŞİ BAŞINA FATURASI 2 BİN 849 DOLAR

Ülkede artan bu hukuksuzluğun, bu keyfiliğin milli gelirimiz cinsinden toplam bedeli 166 milyar dolar olmuş. Yani milli gelirimiz bu dönemde 166 milyar dolar azalmış. 2013 yılında 12 bin 480 dolar olan kişi başına gelirimiz, 2018’de 9 bin 632 dolara düşmüş. Yani bu rejim her bir vatandaşımızın cebinden 2 bin 849 doları almış.

VİZYON BELGESİ DEĞİL, İFLAS BELGESİ

Dahası Saray’ın önümüzdeki 5 yıl için ülkemize ve vatandaşlarımıza vadettiklerine baktığımızda, ekonominin iflas ettiğini söyleyebiliriz. 11. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nı Meclis’in kapanış gününde tartıştık. Aslında 11. Beş Yıllık Kalkınma Planı bir vizyon belgesi değil, Türkiye’nin ekonomi politikalarının, AK Parti’nin ekonomi politikalarının iflas ettiğinin belgesi. Bu plana göre 2023 yılında, yani cumhuriyetimizin 100. yılında milletin geliri ve sofrasındaki aş için verilen vaatlerde tam yüzde 50 oranında iskonto yapılmış.

BU İKTİDARLA 10 YILI KAYBETTİK

İhracat hedefimiz 500 milyar dolardan 227 milyar dolara düşmüş. Hatırlayın o 500 milyar dolarlık ihracat hedefi daha seçimlerden bir hafta, 10 gün öncesine kadar meydan meydan dolaşan ve AK Partisi Genel Başkanı gömleğini giyen Cumhurbaşkanı tarafından tekrarlanıp duruyordu. Buna karşılık ikiye katlandı. Yüzde 5’ten yüzde 10’a çıkmış. 25 bin dolar olacak denen 10. Planın arkasında 2023’te diyorlar ki vaat ediyorlar, biz milli geliri, kişi başına geliri 25 bin dolara çıkaracağız. Şimdi ne diyorlar? Kusura bakmayın biz bu işi beceremedik, biz bu kişi başına geliri ancak 12 bin 484 dolara çıkaracağız diyorlar. 12 bin 480 dolar kişi başına gelirimiz zaten 2013 yılında vardı. Yani 2013’ten 2023’e koskoca bir 10 yılda cebimizdeki para, kişi başına gelir sadece 4 dolar artacak. 10 yılı kaybettik.

HUKUK, DEMOKRASİ VE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ SOFRADAKİ EKMEKLE DOĞRUDAN İLGİLİ

“Efendim hukuk olmasa ne olur, basın özgürlüğü olmasa ne olur, demokrasi bizim karnımızı mı doyuruyor?” gibi lafların aslında gerçek olmadığı artık iyice ortaya çıktı. Hukuk, demokrasi, hukuk devleti soframızdaki ekmekle, vatandaşımızın cebindeki parayla, mutfağımızdaki boş tencereyle yakından ilgilidir. Hukukun olmadığı yerde güven olmaz, kimse yarın başına neler geleceğini öngöremez. Güven olmayınca da yatırım olmaz, yatırım olmayınca iş olmaz, iş olmayınca da aş olmaz.

MİLLETİN DEĞERLERİYLE KAVGALILAR

Milletin derdini unutan, milletle irtibatı kopan mevcut iktidarın, artık milletin değerleriyle de kavgalı hale geldiği iyice ortaya çıkmaya başladı. Bakın Bursa’nın AK Partili Belediye Başkanı, geçenlerde belediye meclisinde çıkmış bir açıklama yapmış. Aslında biz bu zatı, daha önce yaptığı açıklamalardan iyi biliyoruz. Bu zat, kalpaksız kuvvacı Uğur Mumcu’ya, vatansever şairimiz Nazım Hikmet’e, hain bir suikastla aramızdan alınmış düşün insanı Bahriye Üçok’a, hayatını bu ülkenin çocuklarına, gençlerine adamış Türkan Saylan’a hakaret eden bir kendini bilmezdir. Bu şahıs, şimdi çıkmış 30 Ağustos Zafer Bayramı’nda toplu taşımanın ücretsiz olmasının talep edilmesi üzerine, “30 Ağustos halkın genelini ilgilendiren bir bayram değildir” diyor. Yetmiyor, bir de gevrek gevrek gülerek ormancılık günü ile 30 Ağustos’u bir kefeye koymaya cüret ediyor.

KOLTUKLARININ RANTIYLA SARHOŞ OLDULAR

Görünen o ki, oturdukları koltukların sağladığı rantla sarhoş olanlar, bu ülkenin insanlarıyla, bu ülkenin değerleriyle yollarını tamamen ayırmış durumdalar. Ağızlarından pervasızca ortalığa dökülenler, ruh hallerini ve zihniyetlerini her geçen gün daha açık bir şekilde ortaya koyuyor.

BU ÜLKENİN NASIL KURULDUĞUNU BİLMEYENLER BUNU ANLAYAMAZ

30 Ağustos; ulusumuzun, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde, emperyalizme karşı verdiği mücadeleyi, bundan 97 yıl önce Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile zaferle taçlandırdığı bir tarihtir. 30 Ağustos, vatanı için canını ortaya koyan milletimizin tüm dünyaya “Anadolu’nun ve Trakya’nın bizim olduğunu” ilan ettiği tarihtir. 30 Ağustos, dünyanın tüm mazlum uluslarına yol gösteren, özgürlüğün ve bağımsızlığın yol haritasını ortaya koyan kurtuluş savaşımızın büyük zaferinin yıl dönümüdür. 30 Ağustos dil, din, ırk, mezhep ayrımı yapmaksızın bu ülkeyi seven, bu ülkeyi canı ve kanı pahasına kuran milletimizin zafer günüdür. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin nasıl ve ne canlar pahasına kurulduğundan habersiz olanların, bunu anlamasını beklemiyoruz.

O BELEDİYE BAŞKANI HAKKINDA PARTİSİNİN YAPACAĞI İŞLEMLERİ TAKİP EDECEĞİZ

Fakat vatanı için tüm dünyaya meydan okuyan milletimizin ve bağrından çıkan büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk ile silah arkadaşlarının savaş meydanlarında kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizim, bu rezilliğe, bu pespayeliğe sessiz kalmamızı da kimse beklemesin. Bu kişi hakkında, partisi tarafından ne gibi işlemlerin yapıldığını takip ediyoruz. Ayrıca, iktidarın küçük ortağının bu sözler hakkında ne yorum yapacağını da büyük bir merakla bekliyoruz.

Değerli basın mensupları, benim söyleyeceklerim bu kadar. Şimdi varsa sorularınızı alabilirim. İsimleriniz ve kurum kimliklerinizle birlikte lütfen.

Soru- İlk sorum biliyorsunuz Amerikalı heyet şu anda Türkiye’de… S-400’ler ve F-35’lerle ilgili olarak da bir gündem sözkonusu. Bugün Dışişleri Bakanı’nın bazı açıklamaları oldu. En azından Trump Türkiye’ye karşı yaptırımlar konusunda bunlara karşı duruyor dedi. Ama diğer taraftan Savunma Bakanlığı’ndan bir baskı da söz konusu, farklı açıklamalarda geliyor. Bu görüşmeyi nasıl değerlendirmek gerekir?

Onun dışında birkaç sorum daha olacak. Bülent Arınç hem Sayın Akşener’i, hem de Sayın Kılıçdaroğlu’nu ziyaret etmişti. Sayın Akşener bu ziyaretini kitabını hediye etti olarak yorumladı ama Arınç tabi aslında bakıldığında hem İstişare Kurulu üyeliği olması itibariyle de önemli bir isim ama sisteme yönelik eleştirileri de hep söz konusuydu. Bu ziyaretin gündeminde farklı konularda konuşuldu mu bunu merak ediyoruz.

Bir de son olarak kabine değişikliğiyle ilgili aslında son konuşulan başlıklar var. Cumhurbaşkanının bu değişiklikle ilgili bir çalışma yaptığı kulislerde konuşuluyor. Sizlerin de hep bu konuda hem ekonomi üzerinden, hem de İçişleri Bakanlığı üzerinden hep eleştirileriniz oluyordu. Sizce bir değişikliğe gerek var mı? Varsa hangi kollar üzerinden olmalı bunu merak ediyorum.

Faik ÖZTRAK- İlk sorunuza gelince, gerçekten ABD’den yaptırım uygulamasıyla ilgili son derece farklı görüşler geliyor. ABD Başkanı, “Türkiye daha önce ABD’den Patriot almak istedi biz vermedik Türkiye haklıdır S-400’leri almakta” derken buna karşılık Amerikan Senatosu’ndan, Amerikan Temsilciler Meclisi’nden, Dışişleri Bakanlığı’ndan, Savunma Bakanlığı’ndan farklı sesler gelebiliyor. Dolayısıyla bu süreci dikkatle izlemek gerekiyor. Başkan Trump geçtiğimizde de baktığımız zaman birçok şeyler söylüyor ama sonuçta farklı bir noktaya da gidilebiliyor.

Şunu açıkça ifade edeyim. Yani Türkiye’nin kendi savunması için gerekli adımları atma hakkı vardır. Bu konuda uygulanacak ambargoları, F-35’lerin verilmemesini, yaptırım uygulanmasını gerçekten tasvip etmemiz CHP olarak mümkün değildir. Ama tasvip etmediğimiz bir başka konu daha vardır. Son zamanlarda Türkiye’ye iki de bir de o yaptırım uyguluyor, bu yaptırım uyguluyor… şamar oğlanına döndürülmek isteniyor. Bunu da hiçbir şekilde tasvip etmediğimizi açık açık buradan ifade etmek istiyorum. Kimsenin Türkiye’ye bunu yapma hakkı yoktur. Dolayısıyla iktidarların da bunu önleme vazifesi vardır.

Sayın Arınç gerçekten de kendi açıkladığı gibi, Sayın Akşener’in açıkladığı gibi kitabını hediye etmek üzere Genel Başkanımızı ziyaret etmiştir. Bende bunun dışında başka bir bilgi yok.

Kabine değişikliği meselesine gelince, Türkiye’de aslında işlere gömleğin ilk düğmesini yanlış ilikleyerek başlanmıştır. Türkiye’nin en sıkıntılı olduğu nokta ekonomidir. Hep söylüyorum, ekonominin başına damadınızı getirdiğiniz andan itibaren daha işin başında çok büyük bir güven kaybına uğrarsınız. Bu işi liyakat nedeniyle yapmış olduğunuzu gösterebilmek için damadınızın Nobel Ekonomi Ödülü’nü almış olması lazımdır. O nedenle de bu haliyle, icraatlarını bir yana bırakıyorum, bugüne kadar yapılan pansuman tedbirleri, yapılan pansumanlar, aspirin tedavisi, açıklanan paketler, açıklanan paketlerdeki üslup… Bunların hepsi zaten eksi. Ama sadece bu husus dahi özellikle kabinenin ekonomi tarafında ciddi bir değişiklik ihtiyacı olduğunu ortaya koymaktadır.

Soru- Meslektaşımın birinci sorusuna ek olarak sormak istiyorum. Bugün aynı zamanda Donald Trump’ın Suriye özel temsilcisi James Jeffrey’de Ankara’da ve konuşulan gündem maddelerinden bir tanesi güvenli bölge. Bizim edindiğimiz bilgilere göre James Jeffrey bir mektupla da geliyor. Suriye’nin kuzeyindeki gruplardan bir mektupla geliyor ve 5 kilometrelik bir güvenli alan üzerine iki taraf müzakerelerde bulunuyor. Son olarak Sayın Çavuşoğlu’da güvenli bölge olmazsa bizim askeri müdahalemiz kaçınılmaz olur. Sizin bu konudaki yaklaşımınız nedir? Bir askeri operasyon olursa CHP’nin yaklaşımı, tavrı ne olur?

Faik ÖZTRAK- Yetkililer, yeni bir göç dalgasıyla karşı karşıya kalmamak için bir güvenli bölgenin şart olduğunu açık seçik ortaya koyuyorlar. Bu göç meselesi Türkiye için gerçekten önemli bir sorun olmuştur. Ama baştan itibaren bu konuda farklı bir yaklaşım belirlenmiş, göç meselesi adeta bir iç politika malzemesi haline getirilmiştir. Bu yanlıştır. Bugün bunun hatalı olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla güvenli bölge konusunda iktidarın atacağı adımları ve karşılıklı pazarlıkla gelinebilecek noktayı dikkatle izliyoruz.

Soru- Efendim bugün bir gazetenin manşetinde de yer almıştı. Atatürk’ün mirasçısı Tacinur Demir, CHP’nin Atatürk’ün vasiyetini yerine getirmediği iddiasıyla bir dava açtı. Bu davaya ilişkin değerlendirmeniz ne olacak? İkinci sorum da efendim, İzmir Karaburun Belediye Başkanı İlkay Girgin Belediye Başkanı aynı zamanda müdür olarak kendisini atadı. Bu konuya ilişkin zaten CHP içerisinden de gelen tepkiler söz konusu. Yönetim olarak sizin bir yaptırım uygulama gibi bir durumunuz söz konusu olabilir mi veya bir uyarıda bulundunuz mu?

Faik ÖZTRAK- İsterseniz son sorunuzdan başlayım. Karaburun Belediye Başkanımız söz konusu şirketi daha iyi kontrol edebilmek amacıyla bu işin başına geçtiğini söylemiştir. Zaten dün veya evveli gün yaptığı açıklamada da buradan huzur hakkı almayacağını açıkça ifade etmiştir. Ama bu konuda özellikle sosyal medyamızın hassasiyetini de takdirle karşıladığımızı belirtmek isterim.

İkinci önemli husus, Ata’mızın mirasıyla ilgili olan husustur. Hakikaten bu işin ciddiye alınır ciddiye alınır yanı yoktur. Burada hak iddia eden kişi, Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Atadan’ın evlat edindiği dört çocuktan birinin çocuğudur. Tabi Türkiye’de evlat edinilen çocuklar da evlatlarla aynı hakka sahip olduğuna göre Medeni Kanun’un hükümlerine göre mahfuz hissesini talep ediyor görünmektedir.

Mustafa Kemal Atatürk çok büyük bir devlet adamıdır. Mustafa Kemal Atatürk, 1926 yılında Medeni Kanun’u çıkartmıştır. Burada medeni kanun çerçevesindeki her türlü hakkı vatandaşlarına tanıdıktan sonra 1933 yılında 2307 sayılı kanunla kendisiyle ilgili olarak bir düzenleme yapmıştır. Demiştir ki, “benim malvarlığım mahfuz hisse hükümlerinden müstesnadır, istisnadır.” Yani o hükümlere tabi değildir. Bu benim bütün mallarım için de muteberdir.

Peki bunun gerekçesi, o dönemin esbabı mucibe dedikleri gerekçesi nedir diye baktığımızda şöyle yazıyor. “Geçirdiğimiz büyük tarihi devrin istisnai hususiyetlerinden doğan bu mahiyetteki malların tabi hallerin icabına göre tespit edilen kanun-u medenideki kayıt ve şartlar dairesinde vasiyet hükümlerine tabi olmasını Büyük Reisimiz doğru bulmayarak, bu serveti yine inkılabın derinleşip kökleşmesinde ve milli gidişin ileri hamlelerle kuvvetlendirilmesinde tayin buyuracakları kayıtlar altında tasarruf edilmek üzere reisi bulundukları Cumhuriyet Halk Fırkası’na vasiyet tarikiyle bırakmak arzusundadırlar”.

Yani diyor ki, bu benim bırakacağım mallar Medeni Kanun hükümlerine tabi olarak gitmez. Çünkü bu malları ben diyor Türk devriminin desteklenmesi, modernleşme devriminin desteklenmesi için Cumhuriyet Halk Partisi’nin kontrolüne bırakıyorum diyor.

Durum son derece açık. Ama maalesef iktidar partisi ve onun yandaş basını sürekli bu konuyu kaşıyor. Açacaklar bakacaklar, bu kanun değişti mi? Değişmedi. 2307 sayılı kanun, tarih 1933. Dolayısıyla çok açık söyleyeyim, bu tartışmaların gösterdiği bir tek şey var o da Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’ün ne kadar uzak görüşlü bir insan olduğunu, ne kadar ülkesini seven bir insan olduğunu, o makamda otururken elindeki tüm malvarlığını yine milletine geri verdiğini, milletine adadığını çok açık seçik ortaya koyuyor.

Soru- Bir de kampınız olacak, onunla ilgili bir değerlendirme oldu mu bilgi verebilir misiniz?

Faik ÖZTRAK- Yok arkadaşlar. Bu hafta sonu bu kampı yapacağız. Zaten kampın programı sizlere dağıtıldı herhalde. Perşembe günü girişi yapılıyor, Cuma, Cumartesi kamp. Cumartesi öğleden sonrada dağılıyoruz herhalde.

Teşekkür ediyorum.

CHP'li Polat, 'Oktay Saral'ı Meclis'e taşıdı Siyaset Saadet'ten AKP'ye: 'FETÖ'yü arıyorsa çok uzağa gitmesin' Siyaset Binali Yıldırım: İzmir bizim gönlümüzdedir Siyaset Gürer: 'Kırsal kalkınma olmadan, kent sorunları bitmez' Siyaset