İstanbul Baro Başkanı Mehmet Durakoğlu: Türkiye’nin en önemli sorunu 2017 rejimiyle başlayan düzendir

Abone ol

İstanbul Baro Başkanı Mehmet Durakoğlu, Gerçek Gündem'e konuştu: Türkiye’nin en önemli sorunu 2017 rejimiyle başlayan düzendir.

GERÇEK GÜNDEM/FIRAT FISTIK

Son yıllarda Türkiye’nin en önemli tartışma konusu adalet. Yargı sistemi konusunda toplumsal talepler bir türlü karşılanamıyor. Bu konuda önemli gelişmelerden biri de iktidar tarafından üst mahkemelerin yapısının değiştirilmesinin ardından avukatlarla ilgili geçirilen yasaydı.

Temmuz 2020’deki değişiklikle birlikte çoklu baro sistemine geçildi ve Türkiye Barolar Birliği’nin delege yapısı, temsili değiştirildi. Bunun üzerine avukatlar, baro önlerinde nöbetler tutmuş ve Çağlayan’da binlerce avukatın katılımıyla bir miting gerçekleştirilmişti.

Muhalefet partilerinin gündeminin en üst sıralarında da Türkiye’deki yargı sistemi ve adalet talebi yer alıyor. Özellikle insan hakları, ifade ve basın özgürlüğü, protesto özgürlüğü eleştirilerde başı çekiyor ve siyasal davalardaki uzun tutukluluk süreleri ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği kararlara uyulmaması nedeniyle iktidar bu eleştirilerin hedefi oluyor.

Avukatların mücadelesinde İstanbul Barosu başat bir rol oynuyor. 143 yıllık tarihiyle en köklü baro olan İstanbul Barosu’na neredeyse 50 bin avukat kayıtlı. Türkiye’de ise toplam 143 bin avukat var. İstanbul Barosu, son yıllarda verilen hukuk mücadelesinin ana gövdesiydi ve Baro Başkanı Mehmet Durakoğlu da bu verilen mücadeleye devam etmek zorunda olduklarını söylüyor.

Durakoğlu ile yargıdaki sorunlar, çoklu baro sistemi ve delege yapısı, gelecek baro seçimleri de dahil olmak üzere birçok konuyu konuştuk.

Türkiye siyasal olarak bir değişim arifesinde. Bunun üzerine çokça tartışma yapılıyor. Yargı sistemi de değişebilir mi, umutlu musunuz?

Umutluyum ve biz asla adalet arayışından vazgeçmeyiz. İdeal biçimde düşündüğümüz adalet algısı, reel politikle çoğu zaman çelişir. Bu siyasal iktidarın kimliğiyle, partisiyle alakalı değildir. Siyasal iktidarlar kendilerini hukukla sınırlandırmak istemezler. Türkiye’de adalet arayışındaki insan, siyaset yapıyor zannedilir. Çıkar cübbeni gel denir. Oysa siyasetçiler sürekli hukuk konuşuyor, hukukçuların siyaset konuşmasında nasıl bir sakınca olabilir ki? Sen giy cübbeni giyebiliyorsan da ben göreyim.

Biz hiçbir zaman umudumuzu kaybetmedik. 143 yıllık tarih boyunca İstanbul Barosu bu genlerle beslenen bir baro. Böyle tanınan, bilinen bir baro. Kahır bir avukata yakışmaz. Bu mücadeleyi devam ettireceğiz. Sizin de belirttiğiniz gibi önümüzdeki bir yıl son derece önemli. İstanbul Barosu’ndan bu da çıkmalı. Siyasetin kutuplaşmış iki tarafı da bir Anayasa hazırlığı içerisinde. Bugün geldiğimiz noktada Türkiye’nin en önemli sorunu 2017 rejimiyle başlayan düzendir. Bunu görebilmemiz gerekiyor. 2017 rejimi Türkiye’de yürütmenin yargı üzerinde ciddi baskısına neden oldu, kuvvetler ayrılığı ortadan kalktı, parlamento anlamsızlaştı. Bunun değişmesi gerekiyor. Parlamenter sisteme dönüşü tasarlanmalı. Bu bir hukuk konusu ve burası da İstanbul Barosu. Biz bu konuda kendimizi görevli hissediyoruz ve bu sürecin karşılanması bakımından İstanbul Barosu etken olmalı.

Biz yıllardır adalet mücadelesi verdik, bunlara devam edeceğiz. Şimdi bir de bunun yanına demokrasi mücadelesini eklemek zorundayız. Geçmişte nasıl sandıklara sahip çıktıysak, İstanbul Barosu’nun önünde İstanbul seçimleriyle ilgili nöbet tuttuysak bunları yapmaya devam edeceğiz. Daha ilerisine vardırmayı çabalayacağız.

Basın özgürlüğü ve protesto hakkını özellikle sormak istiyorum. Bu iki konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yargı, siyasal stratejilerin bir parçası olmaya başladı. Bu FETÖ ile başlayan, 2010 referandumuyla FETÖ’ye teslim edilen yargının FETÖ tarafından planlanan bir olgusuydu ama bir şey değişmedi. 15 Temmuz 2016’dan sonra çok şeyin değişmesi beklenirken hiçbir şey değişmedi. FETÖ yok ama FETÖ’den öğrenilenlerin uygulandığı başka bir tabloyla karşı karşıyayız.

Cumhuriyet ve Sözcü gazetelerine dava açılırken tüm gazeteciler yargılandı. ‘Bakın kendinize çeki düzen verin’ dendi. Gezi davası da protesto hakkının insanlar tarafından öcü olarak görülmesini amaçlıyor. O sanıklara verilmiyor o cezalar, ‘Böyle davranırsanız bakın bunlar olur’ deniyor. Toplumun genelini dönüştürmek, onun burnunu sürtmek için yargılamalar yapılıyor. Türkiye otoriterleşiyor ve amaçları bunu totaliterliğe doğru götürmek. Bunu engellemeliyiz. Tılsımlı sözcük mücadeledir. Mücadele etmemiz gerekiyor. Bunları aştık, bir kez daha aşacağız. Bu toplumun demokrasiye dair sağlam inançları var. En güzel örneğini İstanbul seçimleri gösterdi. Siz demokrasinin üstüne giden bir anlayış gösterirseniz yine aynı halktan alacağınız ders çok daha ağır olabiliyor. Bu mücadelenin içerisindeyim ve İstanbul Barosu da bu mücadelenin adıdır.

Gündemde olan davalardan Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala ile ilgili Avrupa Konseyi, serbest bırakılmalarını talep etmiş ve Türkiye’ye süre vermişti. Hala serbest bırakılmış değiller. Siyasi davalar çok tartışılıyor. Bu konuda neler söylersiniz?

Türkiye’deki bütün siyasal davalar talimatla yürütülen davalardır. Talimat verilmesinde gecikilen hallerde de yeni talimatlar söz konusu oluyor. Örneğin ÇHD davasında 17 avukat yargılandı, beş gün sürdü ve hakim tahliye etti. Cumartesi günü 17’sinin 12’si hakkında yeniden tutuklama kararı verildi. Bu karar, aynı üç hakim tarafından verildi. Üç hakim cuma günü tahliye kararı veriyor, ertesi gün tutuklama kararı verdi. Bunun talimat dışı izah edilebilmesi mümkün değil. Türkiye’de siyasal davalar böyle gidiyor çünkü Türkiye anayasasız. Anayasa ile ilgili değerlendirme hükümet tarafından dikkate alınmıyor. AİHM kararlarının uygulanması zorunlu ama siz uygulamıyorsunuz. Anayasa Mahkemesi’nin kendisi bir örnekte AİHM kararını uygulamadı.

Osman Kavala, Selahattin Demirtaş kim olursa olsun, biz insanların kişilikleriyle, ideolojik yanlarıyla ilgilenen taraf olamayız. Ortada bir yargı kararı var, Anayasa’da ‘Bu yargı kararını uygulamak zorundayım’ diyorsun. O zaman uygulayacaksın. Bunun başka bir koşulu, izahı yok. Bunu açıkça izah etmeliyiz. Ama o yargı kararlarını uygulamam, serbest bırakmam diyen insanları Ağır Ceza’dan alıp Yargıtay’a terfi ettirirseniz, bu diğer yargıçlara da cesaret verir. Adaleti ortadan kaldırır.

İstanbul Baro seçimlerinde yeniden adaysınız. “Direnişin öyküsü olmalıdır bu genel kurul” diyorsunuz. Burada ne demek istiyorsunuz, bu genel kurulun önemi nedir?

Geriye dönük üç yıllık muhasebeyi yapacağımız bir genel kurul toplayacağız. Biz üç yıllık muhasebeyi yaptığımızda Türkiye’de yargı tarihi açısından önemli kilometre taşlarının bulunduğu noktalardan geçtik. Dolayısıyla bu noktalardan geçerken ortaya koyduğumuz iradenin Ankara’ya yansımasını çok önemli görüyorum. Bunun çok önemli olduğuna inanıyorum. Ankara’ya bir mesaj olacak yani bu genel kurul.

Nedir bu kilometre taşları?

Özellikle olağanüstü hal döneminde KHK’larla çıkarılan ve savunma hakkını ciddi anlamda geri götüren bazı şeyler olduğu yerde kaldı. Üstelik bir yasayla yasalaştırıldı ve biz yılların kazanımını kaybeder duruma geldik. O yetmedi, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda Türkiye, son üç yılda belki de yargı tarihinde hiç olmadığı kadar geriye gitti. İfade özgürlüğü, basın özgürlüğü konusunda tarihinde olmadığı kadar geriye gitti. Yargı tarihinde hiç görmediğimiz kadar taraflı davalarla karşılaştık ve bu süreç içerisinde yargıç ve savcılar, mülakatlarda tarafgirlikleri gözetilerek göreve başlatıldı. Bir avuç hakim ve savcının çabalarıyla ayakta durabilen bir yargıdan söz ediyoruz. Bugün Türkiye’ye hukuk devleti diyebilmek mümkün değil. 2010’da yargının FETÖ’ye teslim edildiği dönemden beri devam eden olgular, bu kez avukatlara da yönlendirildi. Özellikle baroların mücadeleleri önemli sonuçlar ifade etti ve bu sonuçlar nedeniyle kendi dillerini kullanan, iktidar dili kullanan, insan hakları mücadelesi vermeyen, yapılacak şeyleri görmezden gelen bir baro kurmayı hedeflediler ve ikinci baro kurdular.

Dolayısıyla bu süreçleri değerlendireceğiz. Bu süreçlerde ortaklaştık biz avukatlar olarak. Hangi görüşten olursak olalım. Bu ortaklaşma iradesini ortaya çıkarmamız gerekir. Çoklu baro sistemine karşı baro başkanlarının Ankara’ya yürümeleri, doğrudan İçişleri Bakanı’nın emriyle yapılan engellemek, engellemeye karşı direniş...Bunların hepsinin bir anlamı olmalı. Bu ortak değerleri, genel kurula yansıtabilmeliyiz ve bu sesler de Ankara’ya gidebilmeli.

Ankara’ya bir mesaj olacağını düşünüyorsunuz o zaman bu genel kurulun…

Evet, o açıdan bu genel kurul son derece farklı ve önemli. Sadece basit bir biçimde baronun yöneticilerinin seçilmesine dair değil. Bir de Türkiye Barolar Birliği’ne (TBB) yansıması var ki, zaten onu da hedefliyoruz.

İstanbul’da ikinci baro kuruldu, Ankara’da da müracat yapıldı. İktidarın hedeflediği birden fazla baro kurma çabası karşılık buldu mu, yoksa tamamen boşa mı düştü?

İkinci baroların kurulmasına ilişkin yasa değişikliğinin yapıldığı dönemde avukatların tepkisini ciddi bir biçimde koyması, bu baroların kurulmasını güçleştirdi. İstanbul’da da özgür biçimde kurulmuş ikinci barodan söz edemiyoruz. Kamu avukatlarına yapılan baskılar ya da iş bahanesiyle insanlara uygulanan tehdit ve baskılar nedeniyle oluşturulmuş, ancak 2 bin 100 civarında üyesi olan barolardan söz ediyoruz. Ankara için de aynı şey söz konusu olacak.

Ben hukuksuzluğun geleceğe taşınamayacağını düşünüyorum. Hiçbir biçimde kalıcı değer ifade edemeyecek. Herkes bunu biliyor, oraya giden meslektaşlarım da biliyor. En kısa zamanda ikinci baro sisteminin çökeceğine inanıyorum ve biz o meslektaşlarımızla da olacağız. Yargı içerisinde de pek çok sakıncayı, yaparsanız böyle olur dediğimiz birçok şeyi de fiilen yaşayarak gördük zaten.

TBB seçimleri de olacak tabii ki. Metin Feyzioğlu ve onun etrafında şekillenen de bir tartışma var. Gelecek TBB seçimlerine dair neler söylersiniz?

Geçen yıl ekim aylarında Covid-19, şu anda var olan durumundan çok daha iyiydi. Dolayısıyla genel kurul yapabilirdik. Ama buna rağmen yapılmadı. Önemli ölçüde burada amaçlanan TBB sandalyelerinin sabit kılınmasıydı. Çoklu baro sisteminin de, değiştirilen delege sisteminin de tümüyle Metin Feyzioğlu tarafından hazırlanmış bir önerge olduğundan eminim. Biz bundan bir süre önce 12 baro, olağanüstü kongreye çağırmıştık. O kongreyi yapmadı Feyzioğlu. Üstelik yasaya aykırı biçimde yapmadı. 12 baro yetmez, 25 baro yeter dedi. Olağanüstü kurullarda da seçim yapılamaz maddesini koydurdu. Tüm bu hükümlerde Metin Feyzioğlu fotoğrafını görmek mümkün.

Türkiye’de kabaca 150 bin avukat var, İstanbul’da da 50 bin. Yani avukatların üçte biri İstanbul’da. TBB genel kurulunda da İstanbul’un üçte bir oranında temsil edilmesi gerekir. Ama Metin Feyzioğlu, yasanın içine öyle bir madde ekledi ki; İstanbul Barosu, TBB Genel Kurulu’na yüzde 3,8 yani 4 gibi bir oranda katılabiliyor. Bütün bunlar, sadece Metin Feyzioğlu’nun orada oturtulmasına ilişkin çabalar. Bu öyle bir tablo ki, Metin Feyzioğlu’nu orada oturtmak suretiyle, barolara yüklenmiş olan insan hakları, hukukun üstünlüğü mücadelesinden avukatları uzak tutmak istiyorlar. Baroları susturmak, sindirmek istiyorlar. Onlar susarsa siyasal iktidarın yargıya yaptığı baskının artık avukatlar eliyle de gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Biz de bunu bozmaya çalışıyoruz.

Peki süreç şeffaf mı işliyor şu an? TBB Saymanı Sabri Erdal Güngör, kaydını Ankara’dan Bayburt’a almış ve tartışmaya yol açmıştı.

Pek çok manipülasyon yapılabilir. TBB Saymanı, manipülasyonların parçası olarak geçmişte Ankara delegesi olduğu yerden genel kurula taşınamayacağını düşündüğü için Bayburt’a gidip, sanki orada büro açmış gibi yeni kurulan barodan delege olmayı düşünebilecek karakter ortaya koyabiliyor. Bu son derece önemli bir örnektir. Genel kurula düşürülmüş bir gölgedir. Bu da bir Metin Feyzioğlu projesidir. O koltukta oturmak için neler yapabileceğini de gösteriyor. Biz genel kurulumuzdaki iradeyle bunu da bozacağız.

7 yıllık cinayette katil bulundu: Müge Anlı'dan yardım istemiş! Güncel Eski kaymakam sahte paradan tutuklandı Güncel Haber yayıldı, arkadaş kızına verilen kadro iptal edildi! Güncel Hilal Kaplan, TÜGVA'yı böyle savundu: AKP'nin CHP'den öğreneceği çok şey var Güncel