Erdoğan Toprak: İktidar İncirlik ya da Kürecik üssünü kapatmak yerine ülkeyi tam kapatıyor

Abone ol

CHP Genel Başkan Başdanışmanı ve Genel Koordinatör Erdoğan Toprak her hafta kamuoyu ile paylaştığı haftalık raporunu yayımladı.

CHP Genel Başkan Başdanışmanı ve Genel Koordinatör Erdoğan Toprak her hafta kamuoyu ile paylaştığı haftalık raporunu yayımladı.

Toprak, “Her alanda en dip noktaya vuran bir zihniyet ve liyakatsizliğin zirveye çıktığı bir yönetim anlayışı ile karşı karşıyayız. Kendi bakanlığına fahiş fiyattan dezenfektan satan eski bakana ‘hizmetlerinden ötürü şükranlarını sunan’ Cumhurbaşkanı Erdoğan, tam kapanma süresini ülkede geçirmeyi ‘en kötü ihtimal’ olarak tanımlıyor. Bu yönetim anlayışı ülkeye soykırımcı damgası vuran ABD Başkanına tepki olarak İncirlik ya da Kürecik üssünü kapatmak yerine ülkeyi tam kapatıyor!” dedi.

Toprak yaptığı açıklamada; “ABD Başkanı Biden, 23 Nisan’da CB Erdoğan ile yaptığı görüşmede ‘önceden bildirimde bulunarak’ 24 Nisan’da 1915 olayları için 40 yıl sonra soykırım ifadesini kullandı. CB Erdoğan, Biden’ın kendisini hastayken ziyaret etmesini de gündeme getirerek eskiye dayalı dostlukları olduğu sözleriyle karşılık verdi. Bu tavır, iktidarın tavizkâr bir politikaya yöneldiğini, ABD ile gerilimi tırmandırmamaya yöneleceğini gösteriyor” ifadelerini kullandı.

2.DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA KABUL EDİLEN SOYKIRIM KARARI BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINI KAPSAMIYOR

“Birleşmiş Milletlerin 2. Dünya Savaşı sonrasında kabul ettiği soykırım kararı Birinci Dünya Savaşını kapsamıyor ve Türkiye’ye karşı uluslararası hukuk açısından bir zorlayıcı süreç olanaklı görünmüyor. Anlaşılan Biden, açıklamasında Osmanlı dönemine vurgu yaparak bu doğrultuda tavır sergileyeceğini bildirmiş. Ancak iktidarın izlediği dış politikasına yönelik bir mesajın örtülü şekilde verilmek istendiği düşünülebilir.

İktidarın köşeye sıkışmış-çaresizlik halini fırsat olarak gören Biden’ın yanı sıra, aynı durumun farkında olan diğer bölge ülkeleri de iktidarı taviz ve geri adıma zorlayacak hamleleri peş peşe gerçekleştiriyorlar. AB, Rusya, Yunanistan, Mısır, İsrail, Suudi Arabistan gibi diğer ülkeler de Türkiye’ye karşı kendi hamlelerini gerçekleştiriyorlar. Mısır’ın öne sürdüğü koşullara yönelik adımlarda son olarak NATO’daki Mısır vetosu da kaldırıldı!” diyen Erdoğan Toprak’ın hazırladığı raporan bazı satırbaşları şöyle:

“Kıbrıs’ta çözüm amacıyla BM gözetiminde yapılan gayri resmi 5+BM toplantısından somut bir sonuç çıkmadı. Tarafların başta benimsedikleri tavizsiz, kendi çözümleri dışında müzakereye kapalı yaklaşım, yeni bir sürecin yollarını tıkadı. İktidar ve KKTC, Rauf Denktaş’ın yıllarca savunduğu eşit-egemen 2 devlet çözümünü şimdi kendi çözüm modeli gibi sunsa da, 2004’te Annan Planı’na evet kampanyası yürüten de yine bu iktidardı!”

BAĞDAT YÖNETİMİ DAHA ÖNCE TPAO’YA VERİLEN PROJEYİ İPTAL EDİP ÇİNLİLERE VERDİ

“Türkiye Irak’ın yeniden imarı için vaat ettiği 5 milyar doları henüz devreye sokamadı. Kuzey Irak’a yönelik operasyonlar sürüyor. Son olarak Bağdat yönetimi daha önce TPAO’ya verilen El Mansuriye doğalgaz sahası işletme ve geliştirme projesini iptal edip yeniden ihaleye çıkarttı ve sahayı Çinlilere verdi. Bu gelişme, TPAO açısından önemli bir kayıp olmanın yanında Türkiye-Irak ilişkilerinde de yeni bir irtifa kaybı!

Rusya, Suriye’de Türkiye’nin kontrolündeki bölgelere yönelik yeni hava saldırıları gerçekleştirmeye hız verdi. Daha önce Cerablus ve El Bab’daki akaryakıt pazarlarına karşı düzenlenen roketli saldırıların ardından bu kez doğrudan Fırat Kalkanı harekât bölgesinde Tel Rifat’ta TSK destekli bölgeler ve ÖSO-SMO mevzileri Rus savaş uçakları tarafından vuruldu!

Merkez Bankası (MB) Başkanının açıkladığı 2021 yılı ikinci Enflasyon Raporu, enflasyonda artışının yüksek faizden değil, döviz kurlarındaki yükselişten kaynaklandığını ilan etti. Yılsonu enflasyon hedefini 2,8 puanla yüzde 33 artırarak 9,4’ten 12,2’ye yükselten MB, raporunda enflasyona neden olan etkenler arasında yüksek faize yer vermedi. CB Erdoğan’ın ‘Faiz sebep, enflasyon neticedir’ tezi, MB Başkanı tarafından tekzip edildi!”

TÜİK VERİLERİ RESMİ OLARAK DA TESCİL ETTİ!

TÜİK’in açıkladığı güven endeksleri, iktidarın uyguladığı ekonomi politikalarına dönük güven erozyonunun her alanda hızlandığını gösterdi. Tüketici ve ekonomik güven endekslerinin tamamında yaşanan sert düşüşlerin yansıdığı TÜİK verileri, bu durumu resmi olarak da tescil etti!

Tüketici güveninde hızlanan erozyonun ardından TÜİK’in açıkladığı SEKTÖREL GÜVEN ENDEKSLERİNDE hemen tüm sektörlerde güvensizlik ve karamsarlık arttı. Sektörel güven endeksleri Nisan ayında Mart ayına göre; hizmet sektöründe yüzde 2, perakende ticaret sektöründe yüzde 5,6 ve inşaat sektöründe yüzde 3,1 azaldı!

Mart ayı dış ticaret verileri ithalatın önemli ölçüde gerilediğini ve dış ticaret açığının yüzde 15 azaldığını gösterdi. Mart ayında ihracat yüzde 42,2, ithalat yüzde 25,6 artış gösterirken, 18 günlük tam kapanma nedeniyle Nisan ve özellikle Mayıs ayı ihracatında ve dış ticaret rakamlarında sert düşüş yaşanması şaşırtıcı olmayacaktır.

ÜÇ AYDA 141 MİLYAR TL BORÇ ÖDENİRKEN 130 MİLYAR TL BORÇLANILDI

Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın Mayıs-Temmuz dönemi üç aylık borçlanma programı, Türkiye’nin borçla ayakta durabildiğini sergiliyor. Üç ayda 141 milyar TL’lik borç ödemesine karşılık, 130 milyar TL’lik yeni borçlanmanın hedeflenmesi, borcun borçla çevrileceğini gösteriyor. Hazinenin böylesine yüksek tutarlı borç talebiyle piyasalara girmesi doğal olarak borçlanma faizinin ve maliyetlerin yükselişini de tetikleyecektir!

Alelacele TBMM’den geçirilen torba yasada yürürlüğe konulan çek yasağının tüm bankacılık sistemini kilitlemesi iktidarın tam kapanmayla ilgili plansızlığını ve hazırlıksızlığını açığa çıkarttı. 30 Nisan-31 Mayıs arasında bankalara çek ibrazını ve tahsilini yasaklayan düzenleme üzerine karşılığı olan çekler de ibraz ve tahsil edilemedi. İktidar kendi çıkarttığı yasayla ekonomiyi kilitleyince, panikledi!

CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ ERDOĞAN TOPRAK’IN HAZIRLADIĞI TÜRKİYE VE DÜNYA GÜNDEMİ BAŞLIKLI RAPORUN TAMAMI ŞÖYLE.

İÇ POLİTİKA

Her alanda en dip noktaya vuran bir zihniyet ve liyakatsizliğin zirveye çıktığı bir yönetim anlayışı ile karşı karşıyayız! Yönetme becerisinden yoksun bu zihniyet, ülkedeki yaşam koşullarını hızla kötüleştiriyor!

DIŞ POLİTİKA

ABD Başkanı Biden, 40 yıl sonra soykırım ifadesini kullandı. İktidar, tavizkâr politikaya yöneliyor!

Birleşmiş Milletlerin 2. Dünya Savaşı sonrasında kabul ettiği soykırım kararı Birinci Dünya Savaşını kapsamıyor ve Türkiye’ye karşı uluslararası hukuk açısından bir zorlayıcı süreç olanaklı görünmüyor!

Biden’ın yanı sıra, iktidarın köşeye sıkışmış-çaresizlik halini fırsat olarak gören diğer bölge ülkeleri de, iktidarı taviz ve geri adıma zorlayacak hamleleri, peş peşe gerçekleştiriyorlar!

Kıbrıs’ta çözüm amacıyla BM gözetiminde yapılan gayri resmi 5+BM toplantısından somut bir sonuç çıkmadı!

Türkiye Irak’ın yeniden imarı için vaat ettiği 5 milyar doları henüz devreye sokamadı. Kuzey Irak’a yönelik operasyonlar sürüyor!
Rusya, Suriye’de Türkiye’nin kontrolündeki bölgelere yönelik yeni hava saldırıları gerçekleştirmeye hız verdi.

MB Başkanının açıkladığı 2021 yılı ikinci Enflasyon Raporu, enflasyonda artışının yüksek faizden değil, döviz kurlarındaki yükselişten kaynaklandığını ilan etti.
TÜİK’in açıkladığı güven endeksleri, iktidarın uyguladığı ekonomi politikalarına dönük güven erozyonunun her alanda hızlandığını gösterdi!

Sektörel Güven Endekslerinde güvensizlik ve karamsarlık arttı!
Mart ayında ithalat geriledi, dış ticaret açığı yüzde 15 azaldı!

Mayıs-Temmuz dönemi üç aylık borçlanma programı, Türkiye’nin borçla ayakta durabildiğini sergiliyor. Üç ayda 141 milyar TL’lik borç ödemesine karşılık, 130 milyar TL’lik yeni borçlanmanın hedeflenmesi, borcun borçla çevrileceğini gösteriyor.

30 Nisan-31 Mayıs arasında bankalara çek ibrazını ve tahsilini yasaklayan düzenleme üzerine karşılığı olan çekler de ibraz ve tahsil edilemedi!

1.Her alanda en dip noktaya vuran bir zihniyet ve liyakatsizliğin zirveye çıktığı bir yönetim anlayışı ile karşı karşıyayız. Kendi bakanlığına fahiş fiyattan dezenfektan satan eski bakana ‘hizmetlerinden ötürü şükranlarını sunan’ CB Erdoğan, tam kapanma süresini ülkede geçirmeyi ‘en kötü ihtimal’ olarak tanımlıyor. Bu yönetim anlayışı ülkeye soykırımcı damgası vuran ABD Başkanına tepki olarak İncirlik ya da Kürecik üssünü kapatmak yerine ülkeyi tam kapatıyor!

Türkiye iktidarın salgını yönetmekteki beceriksizliği ve başarısızlığı ardından 1,5 yıl sonra tam kapanma sürecine girdi. 17 Mayıs’a kadar devam edeceği açıklanan bu süreçte getirilen istisnalar listesi sayfalar boyunca uzayıp giderken, uygulamaya ilişkin plansız-programsızlık sonucunda tamamı kırmıza dönen büyük kentlerden sahil bölgelerine, tatil beldelerine milyonlarca kişinin seyahat etmesiyle, tam kapanma bitiminde salgının tekrar pik yapması ihtimalini bile hesap edemediler.

Liyakatsiz ve yönetme becerisinden yoksun bir iktidar zihniyetinin ülkedeki yaşam koşullarını hızla kötüleştirdiği bir süreçle iç içeyiz. Yönetimin başındaki CB Erdoğan dahi kendisine yöneltilen ‘tam kapanmada nerede olacaksınız’ sorusuna ‘en kötü ihtimalle Türkiye’deyim’ yanıtını vererek bilinçaltındaki ülkeyi ne kötü hale getirdiği gerçeğini kendisi itiraf ediyor.

Başında bulunduğu bakanlığa makamını, unvanını kullanarak fahiş fiyattan dezenfektan satan bakanı bile soruşturmayan, görevi kötüye kullanmaktan, kendi bakanlığını soymaktan hesap sormak, adalete hesap vermesinin yolunu açmak yerine ‘gösterdiği başarılı hizmetlerden ötürü şükranlarını ifade ederek’ görevden uğurluyor. Oysa şu anda İngiltere’de Başbakan Boris Johnson Başbakanlık konutunda yaptırdığı boya-badana ve yeni mobilya alımına ayrılan bütçeyi 58 bin sterlin aştığı için Başbakanlığı sallanıyor. Birleşik Krallık ’58 bin sterlin nerede?’ tepkileriyle çalkalanıyor. ABD Başkanının Türkiye’nin alnına ‘soykırım’ damgasını vurmasına üç gün sonra sadece ‘üzüldüm’ diye tepki veren CB Erdoğan, en azından İncirlik ya da Kürecik üssünü kapatarak ülkenin onurunu korumak yerine, yönetemediği salgının ulaştığı boyutlar yüzünden ülkeyi kapatıyor. Salgında 156 ülkeye bedava yardım ve destekle, Libya’ya 150 bin doz, Bosna-Hersek’e 50 bin doz aşı ve Tunus’a 5 milyon dolar hibeyle övünen iktidar kendi yurttaşlarını aşısız ve tam kapanmada 17 gün desteksiz, parasız kaderine terk ediyor. 12 milyon emekliye ise üç yıldır 1.000 TL olan bayram ikramiyesinde 12 dolarlık, 100 TL’lik artışı yeterli görüyor.

Türkiye, deneme-yanılma yöntemiyle, yalan-yanlış yasa düzenlemeleri ve valilerin keyfi kararlarıyla, genelgelerle yönetilecek bir ülke değildir. Giderek bırakınız ülkeyi, kendini yönetmekten, 24 saat sonrasını öngörebilmekten aciz konumundaki bu iktidar miadını doldurmuş, kendi kendisini imha etme noktasına gelmiştir.

Ülkeyi aydınlık ve esenliğe çıkartacak, kısa sürede tüm sorunların üstesinden gelinmesinin yolunu açacak tek seçenek milletin hakemliği ve bunun için de seçim sandığının önüne getirilmesidir. Umutsuzluk ve karamsarlığa kapılmaya hiç gerek olmadığı gibi, iktidarın da bunun dışında bir çıkışı ve seçeneği yoktur.

2.ABD Başkanı Biden, 23 Nisan’da CB Erdoğan ile yaptığı görüşmede ‘önceden bildirimde bulunarak’ 24 Nisan’da 1915 olayları için 40 yıl sonra soykırım ifadesini kullandı. CB Erdoğan, Biden’ın kendisini hastayken ziyaret etmesini de gündeme getirerek eskiye dayalı dostlukları olduğu sözleriyle karşılık verdi. Bu tavır, iktidarın tavizkâr bir politikaya yöneldiğini, ABD ile gerilimi tırmandırmamaya yöneleceğini gösteriyor.

ABD Başkanı Joe Biden’ın 24 Nisan’da 1915 olaylarının 106’ıncı yıl dönümü vesilesiyle yaptığı açıklamada yaşananlar için soykırım ifadesini kullanmasına karşı iktidarın üç gün rötarlı tepkisi oldukça düşük dozda, alttan alan ve Biden ile dostluğa atıfta bulunan bir açıklamayla geçiştirildi. CB Erdoğan’ın Biden’ın kendisine yaptığı bildirimden ötürü bu açıklamaya hazır olduğu, kabullenme ve sert tepki göstermeme tavrını benimsediği anlaşılıyor. İktidar medyasının adeta Cumhurbaşkanının bu tavrını son derece olumlu bulan haber ve yorumları yanında muhalefeti tepkisizlikle itham etmeye yönelmesi da Biden’e yönelik yakınlaşma hazırlığı stratejisinin bir parçası olsa gerek.

- Joe Biden’ın uyguladığı diplomasiyi ‘tebliğ et, ilan et, gözdağı vererek tepkileri peşinen bertaraf et’ şeklinde yorumlamak mümkün.

Biden, göreve geldikten sonra benzer uygulamalardan ilkini Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz el Suud’a yaptı. Suudi Kralını bir gün önce telefonla arayıp görüştükten sonra ertesi gün Cemal Kaşıkçı cinayeti ile ilgili olarak Suudi Arabistan’ı doğrudan suçlayan ve bazı Suudi yetkililere yaptırım içeren raporu onaylayarak kamuoyuna açıkladı. Geçtiğimiz ay 13 Nisan’da Rusya Devlet Başkanı Putin ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi ve Ukrayna’da tansiyonun düşürülmesinin ele alındığı, Biden ile Putin’in önümüzdeki aylarda üçüncü bir ülkede bir araya gelebilecekleri açıklandı. Bu görüşmenin ertesi günü de Biden, Rusya’ya yönelik yeni yaptırım kararlarını imzalayarak uygulamaya koydu.

Biden, CB Erdoğan’a da aynı ‘tebligat sürecini işletti. 23 Nisan’da arayıp, ertesi gün Ermeni soykırımını tanıyacağını, Türkiye’yi değil Osmanlı’yı sorumlu tutacağını, bu konuda Ermeni seçmenlere verdiği sözü yerine getireceğini bildirdi. 24 Nisan’da da bu bildirimini resmileştirdi. Biden’ın hemen ardından birkaç saat sonra ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken tarafından yapılan açıklamada Türkiye’nin S-400’ler konusunda somut adım atmasının beklendiği, ABD’nin bu konudaki tavrının değişmeyeceği dile getirildi. 23 Nisan’daki Biden-Erdoğan görüşmesinin hemen sonrasında aynı gece Kuzey Irak’taki PKK kamplarına yönelik Pençe harekâtının başlatılması da görüşmede bunun ele alındığını, PKK’yi hem destekleyen hem de terör örgütü olarak kabul eden Biden yönetiminin de buna karşı çıkmadığı anlaşılıyor. Diğer yandan geçtiğimiz hafta PYD-YPG-DG yöneticilerinin ‘özel vize’ ile ABD’ye ziyaretlerinin gündeme gelmesi ise Biden yönetiminin PYD-SDG’ye yönelik destek ve sempatisinin sürdüğü mesajını veriyor.

Yıllardır Tokyo Büyükelçisi olarak görev yapan eski AK Parti Milletvekili Murat Mercan’ın geçtiğimiz Aralık ayında Washington Büyükelçiliği’ne atanmasına karşılık, beş aydır hâlâ kendisine Beyaz Saray’dan randevu verilmedi. Dolayısıyla güven mektubunu sunmasına olanak sağlanmadığı için de Türkiye’nin Washington Büyükelçisinin halen resmi olarak diplomatik statü kazanamadı.

Biden’ın süreci Osmanlı dönemine bağlamasına karşılık, ABD yönetiminin resmi olarak birinci ağızdan soykırım ifadesini kullanması ve tanımasının bir takım hukuki sonuçları olabileceği yönünde de görüşler ABD medyasında dile getiriliyor. Daha önce bu konuda açılan tazminat, mal varlığı, taşınmazlara ilişkin davalar ABD mahkemelerince ABD devletinin bu yönde resmi bir söylemi ve politikasının olmadığı gerekçesiyle reddedilmiş, bazı davalar da düşmüştü. Şimdi bizzat ABD’de yürütme ve iktidarın birinci ağızdan bu kabulü ilan etmesi bu davaların da yeniden gündeme gelebileceğini ancak uluslararası hukuk çerçevesinde sonuç alınmasının güç olacağını gösteriyor.

Yine de Türkiye’nin bu davalarla uğraşmak zorunda kalması, enerjisini, parasal harcamalarını, temyiz süreçlerini beraberinde getirebilecek, yıllar sürecek sorunları Türkiye’nin karşısına çıkartabilecektir. Dolayısıyla Biden’ın, başkanlık koltuğunda oturduğu sürece her 24 Nisan’da soykırım ifadesini içeren açıklamalar yapılacağını bugünden öngörmek durumundayız. Bu da Ermeni lobisini ve diasporasını önümüzdeki dönemde harekete geçirecektir.

3.Birleşmiş Milletlerin 2. Dünya Savaşı sonrasında kabul ettiği soykırım kararı Birinci Dünya Savaşını kapsamıyor ve Türkiye’ye karşı uluslararası hukuk açısından bir zorlayıcı süreç olanaklı görünmüyor. Anlaşılan Biden, açıklamasında Osmanlı dönemine vurgu yaparak bu doğrultuda tavır sergileyeceğini bildirmiş. Ancak iktidarın izlediği dış politikasına yönelik bir mesajın örtülü şekilde verilmek istendiği düşünülebilir.

Dolayısıyla S-400’ler, F-35, Halkbank davası gibi bir şekilde çözülebilecek, farklı formüller üretilebilecek sorunlar ortada dururken, Biden’ın Türkiye’nin kesinlikle kabullenemeyeceği, geri adım atamayacağı soykırım konusunu yeni bir sorun başlığı olarak gündeme taşıması, önümüzdeki süreçte Türkiye’yi siyasi, askeri ve bölgesel düzeyde sıkıştırmayı hedefleyen hamlelerin öncü mesajı gibi görünüyor. İktidarın Haziran’daki randevu karşılığında ılımlı tepki, sorunu büyütmeme, dış politika ve ekonomideki kırılganlıklardan kaynaklı zafiyetlerden ötürü daralan manevra alanından ötürü olası taviz taleplerine fazla direnmeme tavrına yönelmesi kanımca hiç de şaşırtıcı olmaz.

Soykırımı resmen kabul ederek iktidarın tavrını test eden Biden, şu anda buradan umduğu sonucu CB Erdoğan’ın sergilediği tavırla elde etmiş görünüyor. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde Doğu Akdeniz, Kuzey Suriye, Libya, Kuzey Irak, Kıbrıs gibi konularda iktidarın Biden yönetimince yeni testlere tabi tutulacağını, tavizler talep edileceğini, sıkıştırılmak isteneceğini öngörmekteyim.

4.İktidarın köşeye sıkışmış-çaresizlik halini fırsat olarak gören Biden’ın yanı sıra, aynı durumun farkında olan diğer bölge ülkeleri de iktidarı taviz ve geri adıma zorlayacak hamleleri peş peşe gerçekleştiriyorlar. AB, Rusya, Yunanistan, Mısır, İsrail, Suudi Arabistan gibi diğer ülkeler de Türkiye’ye karşı kendi hamlelerini gerçekleştiriyorlar. Mısır’ın öne sürdüğü koşullara yönelik adımlarda son olarak NATO’daki Mısır vetosu da kaldırıldı!

Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye İlerleme Raporu’nda gündeme getirdiği yaptırım ve tam üyelik müzakerelerinin kesilmesi tavsiyesi yanında Avrupa Konseyi’nin de üyeliğin askıya alınması çağrısını bu çerçevede görmek gerektiğini daha önce dile getirdim. Biden’ın 23 Nisan’daki telefon diplomasisinin hemen öncesinde Türkiye’nin F-35 programından çıkarıldığının resmi olarak duyurulması ve ödenen 1,5 milyar doların iadesi ya da akıbetinin ne olacağı konusunda cevap dahi verilmemesi, ABD’nin iktidara bakış açısını yansıtmaktadır.

CAATSA yaptırımlarının kapsamının genişletileceği ve Türkiye Savunma Sanayii’ne yönelik yaptırımlar konusunda üçüncü ülkelerin de sorumlu olacağının ilan edilmesi, önümüzdeki süreçte Türkiye’yi daha da sıkıştıracak, zorlayacak adımlarla ilgili bir işaret olarak görülmelidir.

Bu çerçevede Kanada’nın Türkiye’de üretilen İHA ve SİHA’lara yönelik elektronik parçaların satışını durdurması, Türkiye’ye ihracat yasağı getirmesi üzerinde dikkatle durulmalıdır. ABD’nin ATAK helikopterlerine motor teslimini askıya alması yanında, Milli Tank projesinde İngiltere ve Almanya ile yürütülen motor müzakerelerinin sonuçsuz kalması ve Güney Kore ile anlaşma çabasına girişilmesi yine CAATSA yaptırımlarının bir diğer sonucudur. Her ne kadar Güney Kore ile anlaşmaya varıldığı dile getirilse de bu ülkenin de ABD’nin olası yaptırım tehdidi karşısında anlaşmadan vazgeçmesi kuvvetle muhtemeldir.

Kanada Türkiye’ye İHA-İHA parçası satışlarını ihracat yasakları kapsamına alırken, aynı konuda Rusya’nın sergilediği tutum da oldukça tehditkâr niteliktedir. Rusya Başbakan Yardımcısı Borisov, Türkiye’nin Ukrayna’ya SİHA satışlarına devam etmesi durumunda askeri ve teknolojik alandaki işbirliğinin gözden geçirileceğini, bundan zararlı çıkacak tarafın Türkiye olacağını açıkladı. Bunun yanı sıra Suriye ve Libya’da Türkiye açısından sıkıntılar yaşanabileceği tehdidini de örtülü şekilde dile getirdi.

Geçtiğimiz hafta Rus savaş uçaklarının Suriye’de Türkiye sınırına yakın bölgelerdeki TSK destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) mevzilerini bombalaması bu açıklamaların hemen ardından gerçekleşti.

- Salgın gerekçesiyle Türkiye’ye seyahat yasaklarını başlatan Rusya’nın, daha ağır korona tablosu içindeki Mısır’a uçuşları başlatma kararı alması ve Mısır’a turistik rezervasyonların başlatılması, Rus turistlerin Mısır’a yönlendirilmesi, üzerinde dikkatle durulması gereken bir gelişmedir. Rusya’nın Türkiye’yi siyasi, askeri ve ekonomik açıdan tavize zorlama baskısını artırdığını, bunu yakında yeni adımların izleyeceğini öngörmekteyim.

Mısır’ın normalleşme için öne sürdüğü koşullar ve talepleri doğrultusunda, Libya’ya Suriye’den götürülen paralı silahlı cihatçı milislerin geri çekilmeye başlandığı yönündeki haberler, Mısır ve Arap medyası yanında Avrupa medyasında da yer alıyor. NATO bünyesindeki Akdeniz Diyalog Forumu’nda Mısır’a veto uygulayan iktidar bu vetoyu kaldırdığını ve Mısır’ı desteklediğini bildirdi.

Ülkemizin ulusal ve bölgesel çıkarları açısından doğru olduğunu ifade ettiğimiz bu adımlara karşılık, henüz Mısır’ın Doğu Akdeniz’de, Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile enerji anlaşmalarında, Doğu Akdeniz Enerji Forumu’nda, Yunanistan ile imzaladığı Deniz Sınırları Mutabakatı’nda Türkiye lehinde bir adımı ya da politika değişikliği söz konusu değil. Libya’daki tüm yabancı askeri güçlerin çekilmesi yönünde BM ve diğer ülkelerin yanı sıra özellikle Mısır’ın ısrarlı taleplerinin de yakında karşılanması bu açıdan şaşırtıcı olmaz.

İktidar Suudi Arabistan ile ilişkileri normalleştirmek için de peş peşe geri adımlar atıyor. Cemal Kaşıkçı cinayetinden sonra doğrudan Prens Selman’ı ve Suudi yönetimini itham eden, cinayete karışan Suudi yöneticilerin Türkiye’de yargılanması gerektiğini söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, eski Başkan Trump’ın tavrı sonrası suskun bir tavra büründü. Biden’ın açıkladığı Kaşıkçı raporunda ise ses vermeme yoluna gitti. Ardından Suudi Arabistan’da yapılan yargılamalara saygı duyulduğu açıklandı.

Ancak Suudi yönetimi bir yandan Türk ihraç ürünlerine resmen ilan etmediği ambargoyla adeta Türkiye’ye ekonomik yaptırım uygularken, Suudi Arabistan’daki 8 Türk okulunu kapatma kararı aldı. İktidar yine tepki göstermedi.

Yunanistan, Güney Kıbrıs ve Fransa’nın baskısıyla AB’nin geçtiğimiz yıl Ekim zirvesinden bu yana gündemde tuttuğu yaptırım tehditlerinin ardından Doğu Akdeniz’deki tüm faaliyetlerde taviz verilerek askıya alındı. Bölgede bir tek sondaj ya da sismik araştırma gemisi kalmadı. Hepsi ya limanlarda demirli ya da Karadeniz’de görevlendirilmiş durumda. Buna rağmen AB yaptırımları hâlâ masada ve Haziran ayındaki liderler zirvesinin de gündeminde ilk sırada.

İsrail ile bir an evvel ilişkileri düzeltmek isteyen iktidar, İsrail Enerji Bakanını resmen Eylül ayında Türkiye’de düzenlenecek toplantıya davet ederek en üst düzey hamlesini yaptı. Mısır’ın İhvan taleplerinin peş peşe yerine getirilmesi gibi İsrail’in de normalleşme şart koştuğu Hamas liderlerinin Türkiye’de ağırlanması ve faaliyetlerine izin verilmesinin önlenmesi, Hamas yetkililerinin Türkiye’den çıkarılması taleplerinin karşılanmaya başlandığı, Hamas üyelerinin peyderpey sınır dışı edilerek Katar’a gönderileceklerinin İsrail’e taahhüt edildiği dile getiriliyor. AB ve ABD’yi arkasına alarak Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de ödün vermeye zorlayan, gemileri geri çektiren Yunanistan bir yandan silahlanmaya hız verirken diğer yandan da 9 ay olan zorunlu askerlik süresini 12 aya çıkartarak Yunan ordusunu takviye ediyor.

Sondaj ve doğal gaz aramalarının dışında Nükleer Enerji alanında da Türkiye’yi sıkıştırmak için yeni hamlelere girişiyor. AB ve ABD nezdinde yaptığı girişimlerle Akkuyu’da Rusya tarafından inşaatı devam eden Nükleer Santral’ın Akdeniz için büyük bir nükleer tehdit oluşturduğu, yeni bir Çernobil faciasının yaşanabileceği teziyle Türkiye’yi bir başka açıdan baskı altına almaya, sıkıştırmaya yöneliyor.

Sıraladığım tüm bu gelişmeler iktidarın diplomatik ve akılcı öngörüden uzak şekilde yıllardır uyguladığı dış politikanın Türkiye’nin önüne çıkartmaya başladığı ve her gün bir yenisi eklenen faturalardan bazıları. Yakın gelecekte, önümüzdeki günlerde bu faturaların daha da kabarması, iktidarın daha fazla baskı altına alınarak, kuşatılması, tavizlere zorlanması söz konusu olacaktır.

5.Kıbrıs’ta çözüm amacıyla BM gözetiminde yapılan gayri resmi 5+BM toplantısından somut bir sonuç çıkmadı. Tarafların başta benimsedikleri tavizsiz, kendi çözümleri dışında müzakereye kapalı yaklaşım, yeni bir sürecin yollarını tıkadı. İktidar ve KKTC, Rauf Denktaş’ın yıllarca savunduğu eşit-egemen 2 devlet çözümünü şimdi kendi çözüm modeli gibi sunsa da, 2004’te Annan Planı’na evet kampanyası yürüten de yine bu iktidardı!

27-29 Nisan’da Cenevre’de gerçekleştirilen 5+BM formatındaki gayri resmi Kıbrıs görüşmeleri sonuçsuz şekilde dağıldı. BM Genel Sekreteri Guterres toplantı sonunda, “Kıbrıs sorunun çözümüne yönelik resmi görüşmelerin tekrar başlaması için yeterli ortak zemin bulamadık. Bir sonraki görüşme için olası en iyi koşulların yaratılması için devam edeceğiz” dedi.

Görüşmelerin öncekilerden farkı Türkiye ve KKTC’nin federasyon yerine yeniden egemen eşitliğe dayalı "iki devletli" çözüm modelini masaya getirmiş olmalarıydı. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), çözüm modelinin BM Güvenlik Konseyi tarafından daha önce kararlaştırıldığı şekilde "federasyon" olduğunu savunuyor. Bundan geri adım atılmasının söz konusu olmadığını belirterek iki devletli çözümü gündemlerine bile almayacaklarını, hiçbir şekilde konuşmayacaklarını belirttiler. İki tarafın iki ayrı çözüm modelini savunması ve uzlaşıya yanaşmaması Cenevre görüşmesini sonuçsuz bıraktı.

- Bu beklenmedik bir sonuç değildi. Daha önceki değerlendirmelerimde sürecin bu şekilde noktalanacağına yönelik öngörümü dile getirerek, tarafların baştan sergiledikleri bu tutumun çözüm ve müzakere kapılarını kapattığını ifade ettim. Nitekim sonuç bu şekilde oldu.

KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Cenevre Zirvesi’nin sonuçsuz kalmasını “tarihi bir adım” olarak yorumlarken, bunun gerekçesini ise Kıbrıs görüşmeleri tarihinde ilk kez “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile kalıcı ve sağlam bir anlaşmanın olabileceğini kayıtlara geçirdikleri” şeklinde açıkladı.

Görüşmeler sonrası açıklama yapan GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis ise KKTC’nin 6 maddelik iki devletli çözüm önerisini “gerçekçilikten uzak bir hayal kırıklığı” olarak nitelendirdi.

Gelinen aşamada Kıbrıs sorununda yakın gelecekte bir çözüm umudu görünmüyor. Dolayısıyla Türkiye ve KKTC, iki devletli çözümün uluslararası alanda kabul görebilmesi için diplomatik girişimlerine hız vermek bunu bir kampanyaya dönüştürmek, KKTC’yi tanıyan devlet sayısını artırmak durumunda. Kaldı ki, iktidar her ne kadar bunun ilk kez kayda geçirildiğini, tarihi bir dönüm noktası olduğunu öne sürse de KKTC’nin ilk Cumhurbaşkanı rahmetli Rauf Denktaş’ın en baştan itibaren masaya getirdiği öneridir egemen iki devletli çözüm. KKTC’nin ilanı da zaten bu teze dayanmaktadır. O zaman da Türkiye bu çözüme sonuna kadar destek verdi. En son 2000’deki müzakerelerde de Denktaş yine aynı tezi gündeme getirip ısrarcı oldu ve o dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Denktaş ile ortak açıklama yaparak bunu dünyaya ilan etti.

Aksine AK Parti iktidara geldikten sonra iki devletli çözümde ısrardan geri adım atarak, Denktaş’ı dışladı. Federasyon ve ciddi toprak tavizlerini öngören Annan Planı’na destek vererek referandumda ‘Evet’ kampanyası yürüttü. Öyle ki, 2004 referandumunda, Türkiye’de TOBB’dan TESKOMB’a varana kadar tüm kuruluşları da devreye sokarak medyada KKTC halkını referandumda Annan Planı’na ‘Evet’ demeye, desteklemeye çağıran tam sayfa ilanlar yayınlattı. Nihayet Türk tarafı ‘evet’ derken, Rumlar ‘hayır’ dedi ve bir ay geçmeden de GKRY, AB tam üyeliğine alındı. İktidar şimdi 21 yıl sonra egemen-eşit iki devletli çözüm modelini kendilerinin ortaya çıkarttığı yeni bir şeymiş gibi sunarak buradan bir siyasi nema çıkartmayı hedefliyor.

BM Genel Sekreterinin 2-3 ay sonra tekrar gündeme getireceğini vurguladığı yeni girişime kadar, Türkiye Kıbrıs konusunda süratle yeni bir siyasi-diplomatik strateji belirleyerek hayata geçirmelidir. KKTC’nin uluslararası tanınması girişimlerine hız verilmeli, 3 ay sonra tekrar kurulacak masaya, çok daha güçlü, saygın ve en azından 4-5 ülke tarafından egemen devlet olarak tanınan bir KKTC ile birlikte oturulmalıdır.

6.Türkiye Irak’ın yeniden imarı için vaat ettiği 5 milyar doları henüz devreye sokamadı. Kuzey Irak’a yönelik operasyonlar sürüyor. Son olarak Bağdat yönetimi daha önce TPAO’ya verilen El Mansuriye doğalgaz sahası işletme ve geliştirme projesini iptal edip yeniden ihaleye çıkarttı ve sahayı Çinlilere verdi. Bu gelişme, TPAO açısından önemli bir kayıp olmanın yanında Türkiye-Irak ilişkilerinde de yeni bir irtifa kaybı!

Kuzey Irak’taki PKK kamplarına yönelik operasyonlar karadan ve havadan 23 Nisan’dan bu yana sürerken, Türkiye-Irak ilişkilerinde de yeni sıkıntılar yaşanıyor. Uzun süre Irak merkezi yönetimiyle ilişkileri sıkıntılı olan Türkiye geçtiğimiz yıl yeni Irak Başbakanı Mustafa Kazımi ile yeni bir sayfa açma girişiminde bulundu. CB Erdoğan’ın davet ettiği Başbakan Kazımi beraberinde oldukça kalabalık üst düzey bir heyetle Ankara’ya geldi. Ankara-Bağdat ilişkilerinin normal rayına oturtulması, Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattının yeniden tam kapasiteye ulaştırılması, Bağdat üzerindeki İran nüfuzunun nispeten kırılması, PKK’ya karşı ortak terörle mücadele gibi başlıklar altında yığılan sorunların aşılması adına Kazımi’nin Ankara ziyareti önemliydi. Ayrıca Irak’ın yeniden imarı ve inşası için geçtiğimiz yıllarda Kuveyt’te düzenlenen uluslararası toplantıda en büyük yardım vaadinde bulunan ülke 5 milyar dolar ile Türkiye idi. O günden bu yana ilişkilerdeki sıkıntılar nedeniyle bu destek devreye giremedi. Başbakan Kazımi’nin Ankara ziyaretinde Cumhurbaşkanı 5 milyar dolarlık desteğin de en kısa sürede kullanıma sunulacağı vaadini dile getirdi. Beş aydan bu yana Bağdat ile Ankara arasındaki ilişkilerde umulan ilerleme sağlanamadı. Irak’ın El Mansuriye bölgesindeki zengin doğalgaz yataklarının işletilmesi ve geliştirilmesini Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na (TPAO) veren sözleşme iptal edilerek söz konusu doğal gaz sahaları yeniden ihaleye çıkartıldı. TPAO’nun aldığı sahada başlangıçta günlük 2,8 milyon metreküp doğalgaz çıkarılması ve günlük üretim miktarının 10 milyon metreküpe çıkarılması hedefleniyordu. TPAO Irak’ta artan terör olayları nedeniyle doğalgaz sahasındaki çalışmalarını durdurdu. Bağdat yönetimi doğalgaz çıkarılması ve sahadaki çalışmaların sürdürülmesi çağrılarına karşılık gelmediği gerekçesiyle TPAO’nun kontratını iptal ederek sahayı yeniden ihaleye çıkarttı. İhalenin Çin enerji şirketi Sinopac’a verildiği ve sözleşme imzalandığı Bağdat yönetimi tarafından açıklandı. Hem TPAO hem de Türkiye Irak’taki devasa doğalgaz sahasının işletilmesi ve doğalgaz üretimi olanağını yitirirken, Çin şirketinin gelip sahayı kapatması ve en az 49 yıl işletmesini üstlenmesi ülkemiz adına ciddi bir kayıp!

Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin Mart ayında Türkiye’nin de aralarında yer aldığı 6 bölge ülkesini kapsayan ziyaretinde diğer sınır komşumuz İran ile de 25 yıllık 400 milyar dolar tutarında ekonomik-stratejik-enerji ve yatırım işbirliği anlaşması imzalanmıştı.

Tarihi ve kültürel bağlarımız olan Irak ile gelinen noktada TPAO’nun sözleşmesinin feshedilerek, ihalenin Çin’e verilmesi de ayrıca ikili ilişkiler açısından üzerinde durulması gereken ve ülkemizin kayıplarını büyüten bir sonuç. Irak’ta yaşanan bu son gelişme, iktidarın izlediği dış politikanın ortaya çıkarttığı yeni bir ekonomik bedel olarak görülmelidir!

7.Rusya, Suriye’de Türkiye’nin kontrolündeki bölgelere yönelik yeni hava saldırıları gerçekleştirmeye hız verdi. Daha önce Cerablus ve El Bab’daki akaryakıt pazarlarına karşı düzenlenen roketli saldırıların ardından bu kez doğrudan Fırat Kalkanı harekât bölgesinde Tel Rifat’ta TSK destekli bölgeler ve ÖSO-SMO mevzileri Rus savaş uçakları tarafından vuruldu!

Fırat Kalkanı harekât bölgesindeki Cerablus ve El Bab’a daha önce roket ve füze saldırıları düzenlenmişti. Bu saldırıların Suriye ordusu tarafından mı, bölgede konuşlu Rus birliklerince mi düzenlendiği konusunda farklı iddialar ortaya atılmıştı.

- Ancak 29 Nisan’da TSK kontrolündeki ve TSK destekli ÖSO-SMO denetimindeki bölgelere doğrudan kimlik gizlemeye gerek duyulmaksızın Rus savaş uçakları ağır bombardıman gerçekleştirdi.

İktidarın Rusya’ya yönelik bir uyarı ya da kınama mesajı yayınlamaması, saldırılara sessiz kalması oldukça dikkat çekici. Fırat’ın doğusundaki Tel Rıfat PYD-YPG-SDG kontrolünde.

- TSK’nın Fırat Kalkanı harekât alanına sınır olan Tel Rıfat’a karşı operasyon düzenlemek üzere uzun süredir hazırlık yapmasına ve TSK destekli ÖSO-SMO güçlerinin kent çevresinde konuşlandırılmasına karşılık, bugüne kadar gerek Rusya gerekse İran TSK’nın Tel Rifat harekâtına izin vermediler.

Rusya ve Esad’a bağlı Suriye ordu güçleri Fırat Kalkanı bölgesinde çeşitli kentleri ve özellikle ekonomik alanları, akaryakıt depolarını, seyyar rafinerileri bombardıman ederek tahrip operasyonlarını artırdı. Geçen hafta gerçekleşen son saldırıda Rus savaş uçaklarının YPG-SDG mevzileri karşısındaki ÖSO-SMO mevzilerini bombalaması aynı zamanda TSK’ya ve Türkiye’ye mesaj amaçlı olarak görülebilir.

Tel Rifat ve çevresindeki yerleşimlerin SDG-YPG kontrolünde olması yanında YPG-SDG’nin sık sık buradan TSK ve SMO kontrolündeki bölgelere sızmaya çalıştıkları, Afrim ve civarında vur-kaç sızmalarıyla saldırılar gerçekleştirdikleri biliniyor.

Rus uçaklarının hava saldırısı gerçekleştirdiği SMO-ÖSO mevzilerinin bulunduğu bölge Türkiye sınırına oldukça yakın ve 10 Km. mesafede. Bölgede TSK’nın yanı sıra Rus birliklerinin, İran destekli Suriye güçlerinin ve SDG’nin kontrolünde olan sahalar yer alıyor.

Aynı güzergâhtaki Azez ilçesinde de TSK üssünün yanı sıra Türk polisi, PTT ve sağlık görevlileri bulunuyor. Azez de Türkiye sınırına 5 Km. mesafede ve Rus uçaklarının bombardımanında Azez civarındaki SMO mevzileri de hedef alındı.

Rus askeri polisi ve Rus ordusunun üslerinin bulunduğu Tel Rifat’ın hemen dışındaki bölgelerin ise YPG-SDG denetiminde olduğu Rusya’nın bu operasyonlarla YPG-SDG’yi TSK destekli ÖSO ve SMO’ya karşı korumaya aldığı kaydediliyor.

Rusya bu son hava saldırısından önce mart ayında Cerablus'ta mazot pazarına, El Bab'da petrol rafinerisine ve TSK gözetimindeki İdlib'te de tır parkı ve gaz dolum tesislerini hedef alarak bombardıman gerçekleştirmiş, ağır ekonomik ve insani kayıplara yol açmıştı.

- Aynı zamanda bu bölgelerdeki TSK üslerine de yakın olan bu alanlar oldukça stratejik bölgeler olarak değerlendiriliyor.

Rusya’nın son dönemde TSK kontrolündeki bölgelere roket, füze ve savaş uçağı saldırılarını yoğunlaştırması yanında Suriye Ordusu ve YPG-SDG saldırılarına da olanak sağlayarak zemin hazırlaması Suriye’deki Rusya-Türkiye işbirliği açısından kabul edilmesi mümkün olmayan hamleler.

İktidarın giderek artan bu saldırılar ve kayıplar karşısında tepki vermemesi, suskun kalması da en az Rusya’nın saldırıları kadar dikkat çeken bir tavır. Bu açıdan önümüzdeki günlerde Suriye’de TSK ve desteklediği ÖSO-SMO kontrolündeki bölgelerde sıcak gelişmelerin yaşanabileceği, Rusya ve ABD destekli YPG-SDG ile çatışmaların olabileceği öngörümü paylaşmak isterim.

8.Merkez Bankası (MB) Başkanının açıkladığı 2021 yılı ikinci Enflasyon Raporu, enflasyonda artışının yüksek faizden değil, döviz kurlarındaki yükselişten kaynaklandığını ilan etti. Yılsonu enflasyon hedefini 2,8 puanla yüzde 33 artırarak 9,4’ten 12,2’ye yükselten MB, raporunda enflasyona neden olan etkenler arasında yüksek faize yer vermedi. CB Erdoğan’ın ‘Faiz sebep, enflasyon neticedir’ tezi, MB Başkanı tarafından tekzip edildi!

MB Başkanı Şahap Kavcıoğlu’nun açıkladığı 2021’in ikinci enflasyon raporunda yılsonu enflasyon hedefi yüzde 9,4’ten yüzde 33’ü bulan artışla yüzde 12,2’ye revize edildi. Yılsonu enflasyon beklentisinin 2,8 puan artırılmasının gerisinde yatan nedenlerin sıralandığı MB Enflasyon Raporu’nda CB Erdoğan’ın tezinin aksine enflasyonu faizin artırdığına yönelik bir tespit yer almadı.

MB’nin enflasyon beklentisi hedefindeki 2,8 puanlık yukarı yönlü revizyonun 1,8 puanının döviz kurlarındaki artıştan kaynaklı olduğu, 0,4 puanlık etkinin de gıda fiyatlarındaki enflasyonun yansımasından kaynaklandığı vurgulandı. MB Enflasyon Raporu’nda 2022 için öngörülen yüzde 7’lik enflasyon hedefi de 0,5 puan artırılarak yüzde 7,5’a revize edildi. MB Raporu’nda enflasyon hedefinin yükseltilmesini zorunlu kılan etkenler ve yansımaya katkıları şu şekilde sıralanıyor:

- İthalat fiyatlarında TL cinsinden ortaya çıkan yükseliş, enflasyon tahminini 1,8 puan yukarı çekti. Döviz kurundaki artışın, petrol, ithal mal, ürün, hammadde ara ve yatırım malı fiyatlarını da kur etkisiyle yükseltmesi en önemli etken oldu.

- Gıda fiyatlarındaki yüksek fiyat artışlarının seyri, enflasyon beklentisi revizyonunda 0,4 puan etki yarattı.

- Çıktı açığındaki yükseliş, yükseltilen enflasyon hedefine 0,4 puan etki etti.

- 0,1 puan ve enflasyon tahminindeki sapmadan dolayı ortaya çıkan 0,1 puanlık etkiyle birlikte yılsonu enflasyon hedefinin toplam 2,8 puan yükseltilmesi zaruri hale geldi.

MB raporunda enflasyonun en büyük sorumlusunun döviz kurlarındaki artış ve bunun TL fiyatlara yansıması olduğu ifade edilirken, 2,8 puanlık revizyonun 1,8 puanının döviz kuru artışı ve TL’nin değer kaybı kaynaklı olduğunun vurgulanması bunu gösteriyor. Bu tespit aynı zamanda 128 milyar dolarlık döviz rezervin tüketilmesinin yanlışlığını ve kurları bastırmak için arka kapı yöntemleriyle dövizlerin satılmasının ekonomiyi olumsuz etkilemekle kalmayıp, yeni dış etkenlere, kur dalgalanmalarına, enflasyonun yükselmesine karşı da savunmasız hale getirdiğinin itirafı anlamına geliyor.

MB raporunda enflasyonu yükselten etkenler arasında ‘yüksek faizden’ hiç söz edilmemesi bu açıdan iktidarın bugüne kadarki tüm tezlerini geçersiz kılan bir durum. Bunun yanında Başkan Kavcıoğlu halen yüzde 19 olan politika faizine karşılık yılsonu enflasyon hedefini yüzde 12,2’ye revize ederek, piyasalara ve iktidara faiz indirimlerine başlama hazırlığının da mesajını verdi. Yüzde 12,2’ye yükseltilen yeni hedefle politika faizi arasında 7 puanlık pozitif fark söz konusu. Dolayısıyla MB’nin bu marjı kullanmak istediği yılsonu için böyle bir hedef ortaya koyarak yüzde 19’luk faizi yüzde 13-14 seviyelerine kadar çekmeyi planladığı anlaşılıyor.

Faiz indiriminin gündeme gelebilmesi için enflasyonun düşüşe geçmesi gerekiyor ki, şu anda bu yönde hiçbir belirti ortada yok. Aksine enflasyonun yükselişinin devam edeceği yönündeki belirtiler daha güçlü. Özellikle üretici-tüketici enflasyonu arasında yüzde 17’ye varan fark bunun somut işareti. MB’nin önümüzdeki süreçte olası bir faiz indirimini gündeme getirmesi tamamıyla siyasi baskı ve talimatın sonucu olacaktır.

9.TÜİK’in açıkladığı güven endeksleri, iktidarın uyguladığı ekonomi politikalarına dönük güven erozyonunun her alanda hızlandığını gösterdi. Tüketici ve ekonomik güven endekslerinin tamamında yaşanan sert düşüşlerin yansıdığı TÜİK verileri, bu durumu resmi olarak da tescil etti!

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Nisan ayına ilişkin Tüketici Güven Endeksi (TÜGE), Sektörel Güven Endeksleri ve Ekonomik Güven Endeksi (EGE) verileriyle iktidara ve ekonomi politikalarına güvenin hızla inişe geçtiğini resmi olarak ilan etti. Nisan ayı TÜGE ve alt endekslerdeki sert düşüş, iktidara yönelik ekonomik güven kaybının artık resmi verilere de yansıdığını, üzeri örtülemez hale geldiğini açık şekilde gösterdi. Mart ayında gerçekleştirilen Merkez Bankası Başkanlık değişimiyle tetiklenen endişe ve beklentilerdeki kötüleşmenin sonucunun Nisan ayı güven endekslerine yansıyacağına ilişkin öngörümü daha önceki değerlendirmelerimde dile getirdim.

- Nitekim TÜGE ve diğer güven endekslerine ilişkin Nisan rakamları bu öngörümü somut şekilde teyit etti ve tüm endeksler yılbaşından bu yana en düşük değere indi.

Geçtiğimiz yıl Kasım ayında MB yönetiminde yapılan değişiklik ve alınan kararlar, kısmen olumlu beklentileri ve paralelinde nispi olarak sektörel ve ekonomik güveni de olumluya çevirmişti.

Bunun etkileri geçtiğimiz aylarda görüldü ve Mart ayı da dahil olmak üzere güven endeksleri küçük çaplı da olsa pozitif yönde etkilendi.

18 Mart’taki PPK toplantısında politika faizinin yüzde 19’a yükseltilmesi kararının ertesi günü, MB Başkanı Naci Ağbal’ın gece yarısı kararnamesiyle 4,5 ayda görevden alınması ve yerine Şahap Kavcıoğlu’nun atanması ekonominin genelinde ve piyasalarda büyük sarsıntı yaratarak, güven ve öngörülebilirliği dip noktaya indirdi.

Her ayın ilk yarısında yapılan anket sonuçlarına dayalı güven endekslerinin Mart verilerine, bu gelişmelerin olumsuz etkileri yansımamıştı. Dolayısıyla negatif gelişmelerin Nisan ayında kendisini göstermesi kaçınılmazdı.

- Nitekim TÜGE’de ilk etkisini gösteren bu endişe ve güvensizlik tablosu, TÜGE’yi Mart ayındaki 86,7 puandan Nisan’da 80,2 seviyesine geriletirken, bir ayda endeksteki gerileme yüzde 7,5 oldu.

- Bu ocak ayından bu yana 2021 yılının en düşük endeks verisi!

Alt endekslere bakıldığında da benzer durum görülüyor;

- Hanenin maddi durum endeksi geçen 12 aya göre Mart ayında 67,3 puan iken Nisan’da yüzde 4,9 gerileyerek 64’e indi.

- Gelecek 12 aylık döneme ilişkin hanenin maddi durum beklentisi endeksi mart ayında 87,9 iken, nisan ayında yüzde 7,9 oranında düşüşle 81 oldu.

- Gelecek 12 aylık döneme ilişkin genel ekonomik durum beklentisi endeksi ise en sert düşüşü sergiledi ve endeks puanı mart ayında 94,1 iken, nisan ayında yüzde 11,9 azalarak 82,9 oldu.

- Geçen 12 aylık döneme kıyasla gelecek 12 aylık dönemde dayanıklı tüketim mallarına harcama yapma düşüncesi endeksi de martta 97,4 iken, Nisan ayında yüzde 4,7 oranında azalarak 92,8’e indi.

Gerek TÜGE ve gerekse TÜGE’yi oluşturan alt endekslerdeki bu tablo, ekonomi yönetimindeki keyfiliğin, tek kişinin aldığı kararlar, atama ve görevden almalarla bir gün sonrasının öngörülemez hale gelmesinin kaygıları büyüttüğünü, endişeleri artırdığını işaret ediyor.

İnsanlar harcamalarını erteleme yoluna giderken, gelecek 12 aya ilişkin ekonomik durumda normalleşme, iyileşme beklentileri de hızla geriliyor. TÜİK verileri bunu açık şekilde gösteriyor. Bu da toplumdaki güvensizliğin, iktidar politikalarına inançsızlığın ve ekonominin yönetilemediği düşüncesinin belirgin göstergesi haline geliyor.

10.Tüketici güveninde hızlanan erozyonun ardından TÜİK’in açıkladığı SEKTÖREL GÜVEN ENDEKSLERİNDE hemen tüm sektörlerde güvensizlik ve karamsarlık arttı. Sektörel güven endeksleri Nisan ayında Mart ayına göre; hizmet sektöründe yüzde 2, perakende ticaret sektöründe yüzde 5,6 ve inşaat sektöründe yüzde 3,1 azaldı!

Hizmet sektörü güven endeksi Mart ayında 105,5 iken, Nisan ayında yüzde 103,3’e indi. Gelecek üç aylık dönemde hizmetlere olan talep beklentisi alt endeksi ise yüzde7,2 azalarak 103,6 oldu. Perakende ticaret sektörü güven endeksi de Nisan ayında yüzde 5,6 oranında azalarak 103,1’e geriledi. Perakende ticaret sektöründe Gelecek üç aylık dönemde iş hacmi ve satış beklentisi alt endeksi ise yüzde 9,9 azalarak 104,7 oldu. Kamu bankalarının düşük faizli kredilerle beslediği inşaat sektörü güven endeksi martta 79,8 iken, Nisan ayında yüzde 3,1 oranında azalarak 77,3 değerine düştü. 29 Nisan’da açıklanan ve tüm güven endekslerinin çatısını oluşturan Ekonomik Güven Endeksi’nde (EGE) Nisan’da yüzde 5’e varan oldukça sert bir düşüş gerçekleşti. Ekonomiye güvenin azaldığını duyuran TÜİK, mart ayında 98,9 olan EGE’nin nisan ayında yüzde 5,1 oranında azalarak 93,9 değerine düştüğünü açıkladı. EGE’deki bu düşüş, tüketici, reel kesim (imalat sanayi), hizmet, perakende ticaret ve inşaat sektörü güven endekslerindeki düşüşlerden kaynaklandı.

İktidarın aldığı tam kapanma kararının, ciddi olarak nitelendirilebilecek hiçbir nakdi, hibe, maddi yardım vb. katkıyla desteklenmemesi, güven tablosunun, tüketici ve sektörel düzeyde daha da gerileyeceğinin işaretlerini bugünden veriyor.

11.Mart ayı dış ticaret verileri ithalatın önemli ölçüde gerilediğini ve dış ticaret açığının yüzde 15 azaldığını gösterdi. Mart ayında ihracat yüzde 42,2, ithalat yüzde 25,6 artış gösterirken, 18 günlük tam kapanma nedeniyle Nisan ve özellikle Mayıs ayı ihracatında ve dış ticaret rakamlarında sert düşüş yaşanması şaşırtıcı olmayacaktır.

Türkiye İstatistik Kurumu ile Ticaret Bakanlığı’nın derlediği dış ticaret verileri Mart ayında ihracatın geçen yılın aynı ayına göre baz etkisiyle yüzde 42,2 ithalatın ise yüzde 25,6 arttığını gösterdi. 2021 yılı Mart ayında, ihracat 18 milyar 984 milyon dolar, ithalat 23 milyar 637 milyon dolar olarak gerçekleşti. 2021 yılı Ocak-Mart döneminde ise bir önceki yılın aynı dönemine göre ihracat üç ayda yüzde 17,2 artarak 49 milyar 986 milyon dolar, ithalat yüzde 9,6 artarak 61 milyar 29 milyon dolar olarak gerçekleşti.

Mart ayında dış ticaret açığı geçen yılın aynı ayına göre yüzde 14,9 azalarak 5 milyar 469 milyon dolardan, 4 milyar 653 milyon dolara geriledi. İhracatın ithalatı karşılama oranı da 2020 Mart ayında yüzde 70,9 iken, 2021 Mart ayında yüzde 80,3’e yükseldi. Ocak-Mart döneminde ilk çeyrekte ise dış ticaret açığı yüzde 15,2 azalarak 13 milyar 17 milyon dolardan, 11 milyar 43 milyon dolara geriledi. İhracatın ithalatı karşılama oranı da 2020 Ocak-Mart döneminde yüzde 76,6 iken, 2021 yılının aynı döneminde yüzde 81,9’a yükseldi.

Mart ayında her zamanki gibi ihracatta ilk sırayı 1 milyar 675 milyon dolarla Almanya alırken Almanya’yı;

- 1 milyar 243 milyon dolar ile ABD,

- 1 milyar 64 milyon dolar ile Birleşik Krallık,

- 979 milyon dolar ile İtalya,

- 927 milyon dolar ile Irak takip etti.

Bu beş ülkeye yapılan ihracat, Türkiye’nin mart ayındaki toplam ihracatının yüzde 31’ini oluşturdu.

İthalatta da her ay olduğu gibi ilk sırayı Çin aldı. Mart ayında Çin’den yapılan ithalat 2 milyar 812 milyon dolar olurken, bu ülkeyi sırasıyla;

- 2 milyar 537 milyon dolar ile Rusya,

- 2 milyar 235 milyon dolar ile Almanya,

- 1 milyar 76 milyon dolar ile İtalya,

- 1 milyar 71 milyon dolar ile ABD, izledi.

Bu ilk 5 ülkeden yapılan ithalat, toplam ithalatın yüzde 41,2’sini oluşturdu.

Hatırlanacağı gibi; geçtiğimiz yıl mart ayında ilk koronavirüs vakasının resmi olarak saptanmasıyla girilen kapanma sürecinde ihracat keskin bir şekilde düşmüştü.

- Bu nedenle bu yıl mart başında geçilen normalleşme süreciyle birlikte baz etkisiyle geçen yılın aynı ayına göre ihracatta yüzde 40’ı aşan bir artış yaşanması olağandır.

13 Nisan’da başlayan kısmi kapanma ve ardından 29 Nisan’da yürürlüğe giren tam kapanma nedeniyle Nisan ve Mayıs ayları ihracatında ve toplam dış ticaretinde yine sert gerilemeler yaşanacak. Kamuda mesai kısıtlaması ve idari izinli sayılma nedeniyle en az 18 iş günü kaybı söz konusu. Bu da ihracatta ve ithalatta büyük kayıpları beraberinde getirecektir!

12.Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın Mayıs-Temmuz dönemi üç aylık borçlanma programı, Türkiye’nin borçla ayakta durabildiğini sergiliyor. Üç ayda 141 milyar TL’lik borç ödemesine karşılık, 130 milyar TL’lik yeni borçlanmanın hedeflenmesi, borcun borçla çevrileceğini gösteriyor. Hazinenin böylesine yüksek tutarlı borç talebiyle piyasalara girmesi doğal olarak borçlanma faizinin ve maliyetlerin yükselişini de tetikleyecektir!

Hazine ve Maliye Bakanlığı, mayıs-temmuz dönemine ilişkin üç aylık borçlanma programını ve hedeflerini ilan etti. Buna göre söz konusu üç aylık dönemde 141,2 milyar liralık iç borç servisine karşılık, 129,8 milyar liralık yeni iç borçlanmaya gidilecek. Geri ödenecek borç ile yeniden borçlanılacak tutar arasındaki fark sadece 11,4 milyar TL.

Bu tablo bize devletin borçla ayakta durduğunu, borcun da yine yeniden borçlanılarak çevrilebildiğini gösteriyor.

Mayıs-Temmuz dönemi iç borçlanma stratejisiyle bir anlamda piyasaların en büyük müşterisinin hazine olacağı, bankaların ve finans kuruluşlarının tüm kaynaklarının hazine tarafından çekileceğini, gösteriyor.

Üç aylık dönemde dış borçlanmaya gitmeyeceği kaydedilen hazinenin oluşan ülke risk puanı ve Türkiye’ye dış kaynak sağlayabilecek kuruluşların isteksizliği nedeniyle böyle bir yola gittiğini öngörmekteyim.

Merkez Bankası’nın Katar ve Çin Merkez Bankaları dışında swap anlaşması yapacak ülke Merkez Bankası bulamadığı, İngiltere, Japonya, ABD merkez bankalarıyla swap anlaşması girişimlerinin olumsuz sonuçlandığı göz önünde tutulduğunda Mayıs-Temmuz döneminde hazinenin dış borçlanma planlamamasının gerekçesi de açıkça anlaşılıyor.

MB Başkanlığındaki görev değişikliği öncesinde Ocak ayında 234, Şubat ayında 281 olan Türkiye’nin uluslararası piyasalardaki risk puanı (CDS-Credit Default Swap) Mart ayında gerçekleşen görevden alma ve yeni atama sonrasında hızla yükselişe geçerek 1 Nisan itibarıyla 481,4’e yükseldi.

En son 30 Nisan itibarıyla Türkiye’nin uluslararası piyasalardan 5 yıl vadeli tahvil ihracı yoluyla borçlanabilmek için faiz dışında ödemesi gereken CDS primi 471,16 seviyesinde. Bu dünyadaki sıralamada en yüksek CDS’lerden birisi ve Türkiye hazinesinin borçlanma maliyetlerini yükselten bir unsur.

İçeride de adeta bankaların ellerindeki tüm para kaynağını borçlanarak vantuz gibi kendisine çeken hazine, bankaların en garanti ve yüksek faiz ödeyen müşterisi konumunda. Bankalar kaynaklarını kredi olarak vermektense her hafta açılan borçlanma ihaleleriyle hazineye yüksek faizle satmayı tercih ediyorlar.

- Ekonomideki olağanüstü tabloya rağmen, bankaların açıkladıkları ilk çeyrek bilançolarındaki yüksek kârların arkasında hazineye borç vererek elde ettikleri yüksek faiz kazançlarının payı büyük!

MB politika faizinin yüzde 19, bankaların ticari kredi faizinin yüzde 27’ler düzeyinde olduğu piyasalarda pek çok banka geri ödenip ödenmeyeceği meçhul yüksek faizli kredilerle kaynaklarını riske etmektense yüksek faizle hazineye para satmayı tercih ediyor.

Üç ayda 141 milyar TL ödemek için 130 milyar TL yeni borçlanmaya ilan eden Hazinenin içinde bulunduğu bu durum, yeniden borçlanmaya gidilemediği takdirde hem borçların geri ödemesinin tıkanacağını hem de devlet çarkının döndürülmesinin olanaksızlaşacağını apaçık ortaya koyuyor!

13.Alelacele TBMM’den geçirilen torba yasada yürürlüğe konulan çek yasağının tüm bankacılık sistemini kilitlemesi iktidarın tam kapanmayla ilgili plansızlığını ve hazırlıksızlığını açığa çıkarttı. 30 Nisan-31 Mayıs arasında bankalara çek ibrazını ve tahsilini yasaklayan düzenleme üzerine karşılığı olan çekler de ibraz ve tahsil edilemedi. İktidar kendi çıkarttığı yasayla ekonomiyi kilitleyince, panikledi!

İktidar uygulamaya koyduğu tam kapanma ile ilgili hiçbir hazırlık, plan-program yapmaksızın iş dünyasının taleplerini karşılamak, çek tahsilatında kapanma döneminde sıkıntı yaşanmasını önlemek üzere son anda meclisteki torba yasaya bir ekleme yaptı ve 30 Nisan-31 Mayıs 2021 tarihleri arasında bankalara çek ibrazını ve tahsilatını yasakladı. Cumhurbaşkanının süratle onaylayıp, yürürlüğe koyduğu torba yasadaki bu düzenleme, ekonomiyi, bankacılık sistemini ve çekle yapılan ödemeleri kilitledi. Torba yasayla bir ay süreyle çek ibrazı ve tahsili men edildiği için, karşılığı olan çekler de ibraz edilemedi, bankalar işlem yapmadı, çeklerin tahsilatı tıkandı.

Çek ibrazı ve tahsilatı tıkanınca, bu kez iş dünyası ayağa kalktı. Ticaret Bakanlığı önce bir genelgeyle karşılığı olan çeklerin ibraz ve tahsil edilebileceğini açıkladı. Ardından da apar topar resmi gazetede bir tebliğ yayınladı. Tebliğ ve genelge, torba yasadaki düzenlemenin gerekçesine dayandırıldı.

Oysa hukuki hiyerarşide tüzük, yönetmelik, genelge ve tebliğ, yasaya aykırı olamayacağı gibi yasanın üzerinde de olamaz. Dolayısıyla yasayla yasaklanan bir konuda genelgeyle, tebliğle işlem ya da uygulama yapılamaz.

İktidarın alelacele TBMM’den geçirip yürürlüğe koyduğu yasa hükmü son derece açık; Bir ay süreyle bankalara çek ibrazı ve bankaların bu çeklerle ilgili işlem yapması, ödeme yapması, takasa alması, arkasını yazdırması YASAKLANDI! İbrazı yasak olan çekin ödenmesi de yasak!

Ticaret Bakanlığı genelge ve tebliğle karşılığı olan çeklerin ödenebileceğini belirterek ayağa kalkan bankaların ve iş dünyasının tepkilerini dindirmeye yöneldi ancak genelge ve tebliği yasanın üstüne çıkartarak bir başka hukuksuzluğa imza attı.

Yasanın çek ibrazını yasaklamasına rağmen ibraz edilecek çeki ödeyen banka sorumluluk ve yükümlülük altına gireceği için bankalar da bu işlemleri yapmak istemediler. Şayet ibraz edilen çeki öderlerse yasadaki yasağı çiğnemiş ve çek borçlusuna karşı tazminat ve faiz ödeme yükümlülüğü altına girmiş olurlar.

Çünkü torba yasanın ilgili maddesi, karşılığı olup olmadığına bakılmaksızın, 30 Nisan-31 Mayıs arasında bankalara çek ibrazını yasaklıyor. Aldığı kararların, yaptığı düzenlemelerin sonuçlarını öngöremeyen iktidar yaptığı bu değişiklik ile sistemin tıkanmasına ve nakit akışının durmasına neden oldu.

Bir kez daha mevcut yönetim sisteminin keyfiliği, alınan kararların anlık olarak düzenlendiği, Cumhurbaşkanlığında hazırlanıp iktidar partisi grubuna gönderilen yasa tekliflerinin, incelenmeksizin ‘emir-komuta’ zinciri içinde TBMM’den geçirildiği, yasa teklifi altında imzası olan iktidar vekillerinin dahi neye imza attıklarını bilmedikleri apaçık ortaya çıktı.

Yaşanan bu olaylar ülke yönetimindeki dirayetsizlik ve dağınıklığın, bürokrasideki liyakatsizlik ve bilgisizliğin zirve noktasıdır. Yasayla getirilen bir kuralın, yasağın, genelge ve tebliğ ile açılmak istenmesi ise bir hukuk devletinde ‘tam hukuksuzluk’ halidir.

Yasadaki yasağa rağmen Ticaret Bakanlığı tebliği doğrultusunda işlem yapan, çek borçlusunun hesabındaki parayı yasak olmasına rağmen çek ibrazcısına ödeyen bankalar, çek borçlusunun itirazı ve tazminat talebi durumunda yargı önünde yasaya aykırı işlem yapmaktan suçlu ve sorumlu olacaklardır. Çek borçlusuna tazminat ve çekin tahsil tarihi ile 1 Haziran arasındaki süre için faiz ödemek zorunda kalacaklardır!

ERDOĞAN TOPRAK

CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ

HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU

03 MAYIS 2021

Kimse bu sonucu beklemiyordu: 24 Haziran'da oy kullanamayan seçmenden Saray İttifakı'na büyük darbe! Siyaset Meral Akşener'den '3 Mayıs Türkçülük Günü' mesajı Siyaset MHP'li Semih Yalçın hedef gösterdi, hedef gösterilen isimler ayağa kalktı: İşte yayımlanan karşı bildiri! Siyaset 'Dikkatle takip ettiğim bir anket şirketi' diyen Nagehan Alçı, Erdoğan'a kötü haberi verdi! Siyaset