Ali Babacan: Nerede israf ve lüks varsa anında durdurmak gerekiyor

Abone ol

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, ekonomik krize dair açıklamalarda bulundu.

Gündemdeki konuları değerlendirmek üzere T24'ten Murat Sabuncu'ya konuk olan DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, salgınla birlikte Türkiye ve dünyada yaşanan ekonomik krizin etkileri ve çözüm arayışlarını değerlendirdi.

T24'ten Murat Sabuncu'ya açıklamalarda bulunan Ali Babacan; Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik krize yönelik yakın zamanda bir rapor yayınlayacaklarını söyledi.

Babacan, israfın 'başlı başına bir gelir kaynağı' olduğunu ifade ederek krizin etkilerinin azaltılması için üç öneride bulundu. Türkiye'nin dış borcuna dikkat çeken Babacan, döviz ihtiyacı için acil kaynak arayışı, Merkez Bankası'nın TL üretiminin sınırlarının belirlenmesi ve israfın önlenmesinin önemli olduğunu söyledi.

“Türkiye’de G-20 ülkelerinin oluşturduğu sistemin dışında kaldı”

Şu anda dünyada 15 büyük ekonomi kendi aralarında swap anlaşmaları yapmış durumda. İngiltere’den, Japonya’dan, Almanya ve Fransa'nın olduğu avro kullanan ülkelerin bölgesinden bahsediyoruz. Bunların tamamı kendi araların swap anlaşmalarını yapmış durumdalar. Yan 15 tane büyük ekonomi birbirleri ile swap örgüsü içerisinde. Baktığımızda büyük ekonomiler kendi aralarında bu networkü kurdular. Bir de oyunun dışında kalanlar var. Türkiye gibi. Ayrıca uluslararası kuruluşların böyle durumlarda devreye sokabilecekleri imkanlar var.

Biz 2008-09 krizinden sonra bu imkanların oluşturulması bu finansman modellerinin geliştirilmesi için çok çalıştık. Çok katkımız var, emeğimiz var. Sadece finansal enstrümanları geliştirmekle uğraşmadık. Aynı zamanda Uluslararası Para Fonuna(IMF) 5 milyar dolar kredi verecek bir anlaşma yaptık. Çünkü o zaman bizim durumumuz çok iyiydi. Uluslararası kuruluşların finansmana ihtiyacı vardı, onlara o hattı açtık. Üstelik o dönemde yine uluslararası kuruluşlarda yönetime girdik. Hem Dünya Bankası hem IMF tarafında. Kuruluştan bu yana yönetimde yokken ilk defa yönetim kurulunda oturan bir ülke olduk. Ve herkes bize danışıyordu. ‘Bu krizi nasıl yönetiyorsunuz’, ‘2008-09 krizini nasıl böyle hafif atlattınız’, ‘ne yaptınız da Türkiye o dönemde büyük bir hasar almadı’ diye soruyorlardı. Böylesine bir itibarımız vardı sözümüzün dinlendiği bir dönemdi. Biz o dönemde oluşturduk bu mekanizmaları. Hatta ayrıca bundan yaklaşık 1,5 sene önce 16 kişilik bir heyet kuruldu, dünyanın bir sonraki finansal krizden nasıl korunacağı ile alakalı, bir süre çalıştık kapsamlı bir rapor hazırladık bir sürü tavsiyelerde bulunduk. Ve hem kriz sonrası Türkiye olarak tavsiyelerimiz hem benim şahsi tavsiyelerim bu uluslararası destek mekanizmalarının kullanımının kolaylaştırılması yönündeydi. Stigma denen bir faktör vardır. Yani sigma faktörü dışarıdan destek alma konusunda ülkelerin adeta paralize olması anlamında geliyor.

Türkiye şu anda felç olmuş durumda . Çünkü yabancı düşmanlığı, batı düşmanlığı söylemi şu andaki iktidarı öylesine bir köşeye sıkıştırdı ki kendi söylemleri ile öylesine dar bir alana hapsoldular ki çıkıp da dışarıda ne oluyor, ne bitiyor, dünya bu krizi nasıl çözüyor, bu kadar ülke trilyonlarca dolarlık anlaşmalarla birbirleriyle nasıl yardımlaşıyor, buna bakacak konuşacak kimsenin yüzü yok açıkçası. Yazıktır inatlaşma uğruna bu ülke fakirleşir. Dolayısıyla geniş düşünmek lazım. Biz bize kuşkuşuz yeteriz ama ne zaman yeteriz? Ortak aklımızı çalıştırdığımız zaman yeteriz. Toplumsal mutabakat arayışıyla karar verdiğimiz zaman biz bize yeteriz. Biz bize yeterizdeki anlayış eğer dar bir kadro, tek bir karar mercii ile ‘biz bize yeteriz, biz her şeyi herkesten iyi biliriz’ diyerek yönetmeye kalkarsak inanınn bunun maliyeti çok büyük olur.

Şu andaki tedbirlere bakıyorsunuz ağırlık olarak borç öteleme. Bir esnafın borcunu öteliyorsunuz ya da faizli kredi veriyorsunuz. Bu faizler sonuçta ödenecek. Çalışamıyor, üretemiyor, para kazanamıyor ama insanların oturduğu yerden borcu yükseliyor.Bunlara kapsamlı bir bakış oluşturmadıktan sonra bu ülkenin ne çiftisi ne turizmi ne küçük esnafı ne kobisi inanın bu krizin üzerinden zor gelirler. İnsanları anlamak dinlemek lazım. Kim ne sıkıntı çekiyor, ne şartlar altında yaşıyor. Tolumu iyi anlamak lazım. Bakın şu anda çok büyük bir nüfüs, 9 milyon insan kayıt dışı çalışıyor. Bu kayıt dışı çalışanlarla ilgili hala en ufak bir tedbir yok. Bunların koruma mekanizması yok. Devletin emekli maaşı gibi ya da memur maaşı gibi doğrudan geliri olmayan tamamen kendi imkanları ile hayatı geçiren ve buna bağlı yaşayan yaklaşık 55 milyonluk bir nüfustan bahsediyoruz. Bunlarla ilgili tedbirler çok çok zayıf. Bu tedbirler acilen alınmazsa bu işin sosyal maliyeti çok büyük olacak. Biz buradan uyarılarımızı yapıyoruz. İşin sağlık tarafı ile ilgili konu geç de olsa alınan kararlarla bir şekilde yönetiliyor. Keşke daha erken tedbir alınsa, keşke farklı iler yapılsa sağlık yönünde dde daha iyi sonuç olabilirdi. Hiç olmazsa ekonomi tarafında geç kalmayalım diyoruz. Acil tedbirler ne gerekiyorsa yapalım. Dışarda dünya ile ne yapacaksak bir an önce yapalım geç kalmayalım.

Geçiş garantili köprü ve tünellerle ilgili tartışmalar

Bu kamu özel ortaklıkları işin teorisine baktığımızda dünyada uygulanan modellerdir. Ancak şöyle bir ilkeye dikkat etmek gerekiyor. Kamu özel ortaklığı ancak bir proje sürekli kendisi bir nakit üretiyorsa o zaman uygulanması gereken projelerdir. Türkiye maalesef o şekilde projelerle başladı ondan sonra bütçede alan bulamadıkça çok genişledi bu uygulama. Üstelik bu kamu özel ortaklığı uygulamalarına baktığımızda ihaleler maalesef şeffaf ve geniş katılımlı olmadı. Fırsat eşitliğine dayanan bir ihale sistemi burada uygulanmadı. Pek çok proje olması gerekenden çok daha pahalıya mal oldu. Hem projenin kendisi pahalı oldu hem de projenin finansmanı pahalı oldu. Bunların arkasındaki finansman anlaşmalarına baksanız çok yüksek faiz maliyetleri var. Ve bunların hepsi yıllara yayılarak şimdi bu milletin sırtına yük olarak gelmiş durumda. Bu projelerin tek tek ele alınması gerekecek. Tek tek sorgulanması gerekecek. Ama bi anlamada bu projelerin arkasındaki bağlayıcı anlaşmalar ne ise bu anlaşmaların da içeriğine dikkat etmek lazım. Bir yanlış bir başka yanlışla düzeltilmez. Projelerin hatası olabilir ama tamamen idari tedbirle oradaki sözleşme hukukuna aykırı davranırsanız o da başka temel hukuk ilkelerini delmek demektir. Bu sözleşmelerle yapılacak olan şey öncelikle idari ve yargısal süreçlerin işletilmesi, iyice incelenmesi ve detaylı bir tablonun ortaya çıkarılması. Eğer kararlar alınacaksa bunların da mümkün olduğunca yargı kararı ile sürdürülmesi. Aksi halde biz Türkiye olarak sözleşme hukukunu bugün delersek, yarın en dürüst hükümetlerin altına imza atacağı sözleşmeler bile sorgulanır hale gelebilir. Buraya dikkat etmek gerekiyor. Yalnız, uluslararası nitelikte veya ulusal nitelikte çok büyük ve kontrol dışı bir gelişme olduğunda bu sözleşmelerde böyle bir madde vardır. Yani olağansütü bir gelişme olduğnda sözlemenin hükümlerin yeniden konuşulabileceği veya değişebleceği gibi maddeler de bu sözleşmelerde var dır diye tahmin ediyorum. İnşallah bizim tarafta yapılırken bu sözleşmeler bu maddeler konuşulmuştur. Hukuk çerçevesinde yanlışları düzeltmek lazım. Ama ne olursa olsun bu milletin sırtındaki büyük yüklerin şöyle ya da böyle azaltılması lazım.

Faiz tartışması

Ben hükümetteyken çok faiz tartışması yaşadık ve benim hükümette olduğum dönemlere bakın, toplam bütçedeki faiz ödemesi yıllık 50 milyar TL civarında seyretmiştir. 2017’ye yap-işlet-devretler hatiç sadece bütçeden ödenen faiz rakamı 57 milyar. 2018’de bu rakam 74’e çıkmış, 2019’da 103 milyara çıkmış yani 2 senede 57 milyardan 103 milyara çıkan bir faiz ödemesi var. 2020 yılının bütçesindeki faiz ödeneği 129 milyar tl.

Düşünün bu kadar yüksek bir faiz ödemesi olmasa bu para bugün salgınla mücadelede kullanılsaydı, neler neler yapılabilirdi bu ülkede. Tamamen bilim dışı, akıl dışı, inatlaşma gibi politikalar yüzünden ile yönetmenin maliyetini Türkiye faiz olarak ödüyor. Bugün elimizde olsa o kaynaklar neler yapılabileceğini bir düşünün. Önce akıl, bilim, toplumsal mutabakat arayışı diyoruz.

IMF ile ilgili tartışmalar

Oyunun dışında olduğumuza üzülüyorum. Bir yerlerde insanlar ‘ne yapabiliriz’ diye kafa yoruluyorlar. Türkiye’nin acaba o çalışmalara ufacık bir katkısı oluyor mu. Yoksa tamamen dışarıda ve dışlanmış bir şekilde oyunun dışında kendi haline bırakılmış bir ülke mi olacak. Buna ilkelesek olarak tekrar bakmak lazım. Çok şeyler yapabilir bu dönemde herkes önerilere açık. Bahsettiğim 16 kişilik uluslararası heyetle hazırladığımız raporda da borçluluğun çok arttığı uyarısını yaptık. Bunun sürdürülebilirliği yok. Şu anda Koronavirüs krizi vurdu dünyayı, belki de yüzyılın en önemli ekonomik krizini yaşıyoruz. Ve bu krizin sonunda borçların artması dışında birşey olmayacak. Şirket borçları dünya GSYH göre zaten bu kriz başladığında maksimum bir orandaydı. Bugün devlet borçları 10 sene öncesine göre çok daha yüksek bir noktada. Hanehalkı, şirketler, devletler daha çok borçlu. Böyle bir dönemde bakıyoruz dünyaya hala dünya kredi ve borç peşinde, kredi alışverişi, borç-alacak ilişkisi ile bu tür krizlerin aşılması mümkün değil. Sadece daha da derinleştirecek, sadece Türkiye için demiyorum dünyada da bu iş iyi yönetilmiyor. Büyük bir çıkmaza doğru gidiyor iş.

Şimdi sıfır faiz yetmedi eksi faize indirler. Yine de çözüm olmadı, olmayacak. Çünkü üretim olmadan verimlilik olmadan katma değer üretmeden yapısal reformlar gerçekleştirmeden sadece para alışverişi ile kalkınma ve büyüme olmaz dünyada da Türkiye’de de olmaz. Finans sektörü bir araçtır . Asıl olan hizmet ve ürün üretmektİr. Fakat şu anda bakıyoruz, çözümü sadece finanstan e borç-alacak ilişkisinde arayan bir anlayış var. Merkez bankaları parayı üretsin dağıtsın, e peki ne olacak? Sorunu erteleyecek. Merkez Bankası para üretince ne oluyor? Bilançoları daha da şişecek. Bakacaksınız bankaların likidite kaynağı merkez bankası, bankaların bilançoları şişmeye başlayacak, kendi sermayesi küçülmeye başlayacak. Sıfır faizle yeniden yapılandırılmış bir kredi var mı? Bütün bu faiz ödemesi tekrar şirketlerin ve hanelerin üstüne binecek. Üretim yok, gelir üretmiyorsun, katma değer üretmiyorsun, sadece evraklarda borçlar yükseliyor. Bu büyük bir çıkmazdır. Dünyada için de Türkiye için de daha büyük çımazdır. Herkesin daha çok üretmesi lazım. Ülkelerin katma değer üretmesi, yapısal reformlar yapması, kurumsal kapasitelerini yükseltmesi lazım. Kurumları güçlü olan ülkelerin kurumları güvenilir olan ülkelerin bu krizi daha iyi yönettiğini görüyoruz. İster otokrat ister demokrasi ile yönetilen ülkeler olsun. Otokrasi ve demokrasi tartışması dışında eğer kurumlar kredibilitesi olan iyi yönetilen kurumlarsa bu ülkeler krizi daha iyi yönetir.

Siyasetin finansmanı çok önemli bir konudur. Siyasetin mutlaka helal, şeffaf ve yaygın kaynaklardan finanse edilmesi lazım. Bu dünya için de Türkiye için de geçerli. Aksi halde siyaseti kim finanse ediyorsa siyaset onun için çalışıyor maalesef. Topluma yaygın, üyelik tabanına yaygın, üst limitleri iyi belirlenmiş, helal, temiz ve şeffaf kaynaklardan finanse edilen bir siyaset, o ülkenin toplumunun tümü için iyi şeyler üretir. Refahı artmış bir toplum aynı zamanda zaten özel sektörü ve sermayesi için de iyidir. Büyüyen bir ekonomide sermaye sahipleri daha çok iş yapacaktır nihayetinde. Biraz böyle bakmak lazım, yani sistemin münferit zenginler üretmemesi lazım. Sistemin toplumu topyekün zenginleştirmesi lazım. Münferit zenginler üreten ülkelere baktığınızda çoğunlukla otokratik rejimler ya da sermayenin siyaset ve demokrasi üzerinde hükmettiği rejimlerdir.

Ekonomiye krize dair öneriler

Öncelikle Türkiye’nin kendine güvenmesi lazım. Ben 35 yaşında hazineden sorumlu bakan olarak göreve başladığımda bu ülkenin hazinesi yüzde 66 faiz ödüyordu. Kamu borcunun milli gelire oranı yüzde 74’tü. IMFye olan net borcumuz 22 milyar dolardı. Biz bu yüzde 66 faizi aldık ve yüzde 4,5’e düşürdük. 34 yıldır iki haneli olan enflasyonu iki yılda tek haneye düşürdük ve paradan 6 sıfır attık. IMF'nin borcunu sıfırladık. Bunların hepsini yaptık. Çözümsüz hiçbir kriz yok. Dünyaya bakın ekonomik krizlerin hepsi bir şekilde bitiyor. Pandemi salgınlarının da süresi bir şekilde bitiyor. Bunun en az hasarla yönetilmesi önemli. Bunun da çaresi var. Nasıl çözüleceğini de çok iyi biliyoruz. Burada en çok etkilenen toplum kesimleri kim öncelikle oradan başlamak gerekiyor. Öncelikle günlük kazanıp harcayan bir kesim var. Öncelikle bunlara acil çözüm bulmak gerekiyor. Ekmek parası bulmakta güçlük çeken bir kesim var, buradan başlamak gerekiyor. Esnaf, zanaatkar aynı zamanda çiftçilerimizin tarım üretimine devam etmesi ve bunların her türlü maliyetlerinin hemen düşürülmesi gerekiyor. Turizim çalışanlarımız işletmelerimizin bunların hayatiyetinin devam etmesi lazım, aksi halde iflaslar başladığı zaman yeniden bu şirketleri ayağa kaldırmak çok zor güç olabilir. Burada en kırılgan kesimden başlamak gerekiyor. Tabiki banka ve üretim tesislerimizi sağlam tutmak lazım ama onların sayısı daha az ve daha hızlı çözüm üretilebiliyoruz. Peki ne yapmak lazım 3 maddede. Gerçi yakın bir zamanda hem durum tespiti hem de yapılması gerekenler üzerine bir rapor yayınlayacağız. Fakat bütün bunlar için kaynak gerekiyor. Peki devlet bu parayı nereden bulacak;

İsrafı hemen durdurmak gerekiyor. Nerede israf ve lüks varsa anında durdurmak gerekiyor. Bakın Türkiye aşağı yukarı 4-5 yıldır, kendi ekonomik gücünün çok daha üstünde müsrif bir hayat yaşadı. Bunu en fazla da devlet yapıyor maalesef. İsraf çok büyük. Üstelik devlet harcamaları kontrolsüz. Büyük projeler ihale edilirken, en büyük ihaleler acil maddeye sokuluyor teklif usulu şeklinde sadece üç kişi çağrılıyor. ‘Sen teklif ver’ diyerek onların içinden seçiliyor. Bunlar çok büyük maliyet getiriyor devletin sırtına bunları hemen düzeltmek lazım. İsrafı kesmek başlı başına bir gelir kaynağı Türkiye için.

Bunun yanında Merkez Bankası olağanüstü şartlarda Türk Lirası üretebilir. Kaldı ki şu andaki hükümet bunu bir miktar yapmaya başladı. İşsizlik Fonu’nun elindeki varlıkların nakde çevrilmesi Merkez Bankası üzerinden oluyor. Ya da Merkez Bankası varlığa dayalı, ipoteğe dayalı alacağı bankalardan alıp yerine hemen nakdi verebiliyor. Ama ne yapıldı? Bunun süresi, miktarı, ne zaman normale çevirileceği belli değil. Merkez Bankası’nı böyle durumlarda TL üretmek için kullanabilirsiniz ama bunun süresinin miktarının tanımlı olması lazım. En azından neye göre nasıl yapılacağına dair bir yol haritası sunması lazım bunu yapmadan yaparsanız işte o zaman kurdaki artışı önleyemezsiniz. Kurdaki artışın yarın maliyet kaynaklı enflasyona vurmasını önleyemezsiniz. Türkiye zaten bir durgunluk dönemine giriyor. Durgunluk içinde enflasyon olmasını önleyemezsiniz.

Artı Türkiye'nin mutlaka döviz ihtiyacı var Türkiye’ye bir şekilde bu dövizin bulunması lazım. Şu anda Türkiye'nin 436 milyar dolarlık dış borcu var ve 1 yıl içinde çevirmesi gereken rakam da 172 milyar bunun bir kısmı devlet ama kabaca 80 milyar bankalar 80 milyar şirketlere ait. Yani bu dövizin bulunması gerekiyor. Devletin de bulması gerekiyor özel sektörün de bulması gerekiyor. Türkiyenin topyekun bulması gerekiyor. Eğer bu döziv bulunamazsa Merkez Bankası rezervlerinin zaten bu kadar minimum seviyeye indirdiği bankaların iyice kasıldığı bir dönemde Türkiye'deki kriz iyice derinleşir Allah korusun. Dolayısıyla döviz kaynaklarının şöyle ya da böyle bulunması lazım. İç kaynaklar ile dış kaynakların iki kanatlı kuş gibi mobilize edilmesi lazım. Sadece Türk Lirası kanadıyla bu kuşu uçuramazsınız. Bir yerde debelenir durur. Döviz kanadının da acilen bulunması lazım. Aksi bir şekilde bunun sonucu durgunluk ve enflasyondur. Allah korusun oradan çıkmak da zor olur maliyetli olur. Önümde en az 100 maddelik bir liste var ancak 3 madde saydım.

MHP'li Enginyurt'tan berberler için 'nöbet usulü' çalışma talebi Siyaset İbrahim Kalın'ın 'Genel bir yasağın ekonomik maliyeti büyük olur' sözleri Meclis gündeminde Siyaset Meral Akşener: 'Tek adam' sistemi bakanlar arasında kaos yaratıyor Siyaset CHP'den Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş'a soruşturma tepkisi Siyaset