Ülkemizde hem şeker fiyatları, hem de halkın şekeri ve tansiyonu yüksek!

İhlal ve ihmaller karşısında kör ve sağır olanlar ne der bilemeyiz ama bildiğimiz şu ki sırtımızda taşımakta zorlandığımız çok ağır yükler var. Bazen biz...

İhlal ve ihmaller karşısında kör ve sağır olanlar ne der bilemeyiz ama bildiğimiz şu ki sırtımızda taşımakta zorlandığımız çok ağır yükler var. Bazen biz seçiyoruz onları, bazen hayat yüklüyor, çoğu kez de yöneticilerimiz öyle olsun istiyor…

Gelelim örneklerle konuya açıklık getirmeye! Ne mi onlar? Onlar şu! Etiketleri görünce aklı başından giden, şekeri çıkan, kalp atışları hızlanan, tansiyonu yükselenlere göre; Et ve sebze reyonları kuyumcu vitrini gibi adeta. Ekmek yüzde 100, et yüzde 124 artınca, yeşil fasulye kraliçelik tahtına kurulunca! Gel de takı niyetine alma, yatırım sayma diyen diyene…

Pazarcı Barış Yılmaz diyor ki; “10 yıllık pazarcıyım, böyle fiyat görmedim.”

S. Bozdağ diyor ki; “Önce kiloyla alıyordum, sonra grama düştü, taneyi de denedim, şimdi bakıp geçiyorum.”

D. Aydal diyor ki; “AKP döneminde 34 milyon dönüm arazi tarım dışı kaldı. Çiftçi tarımdan uzaklaştı”

Ülkemiz tarihinin en zorlayan zamlarını, pahalılığını, enflasyonunu yaşarken! Pazarcı esnafı ürünlerini satamamaktan, yurttaşlar alamamaktan şikâyet ederken! CB; “Milletimizden sabırlı olmasını istiyorum!” derken, acep bu öneriyi “buna da alışırsınız!” şeklinde mi okusak? Yoksa Bakan Nebati’nin; “Gıda sıkıntısı diye bir şey yok. Piyasada işler elhamdülillah iyi, piyasalar canlı” sözüne kulak vererek zil mi takıp oynasak?

Şekerin tadı kaçmış, hazine arazileri satışa çıkarılmış, üretim yerini ithalata bırakmış, tarım toprağının yerini beton almış, her 4 haneden biri devlete muhtaç hale gelmiş, ithal ettiğimiz çöpler sağlığımızı olumsuz etkilemeye başlamış, su kıtlığı kapımıza dayanmış, gıdadaki zam yağmuru fırtınadan sonra yangına dönüşmüş. Avrupa’nın hem ısınamayan, hem havası en kirli ülkeleri içinde başı çekiyoruz. Enflasyonda dünya ikincisi olmuşuz. 38 OECD ülkesi arasında kadına yönelik şiddette yüzde 38’le birinci olmuşuz gibi haberler karşısında “oynatmaya az kaldı!” şarkısını mı söylesek?

Bundan sonra ne mi yapılır? Hiçbir şey…

Gelinen yer üzücüdür, acıdır, düşündürücüdür. Keşke barış, huzur, mutluluk bu kadar uzak olmasaydı diye iç geçirerek, bundan sonra yetkililer ne yapar sorusuna bugüne kadar yaptıklarını, ne yapmalı sorusuna da hiçbir şey deyip sussak mı?

Örnekler bitmedi! Biter mi? Cumhuriyetin enerjisi ve misyonuyla kurulan Samsun 19 Mayıs Üniversite’sinde (OMÜ) yönetimde hiçbir kadın akademisyenin bulunmayışı karşısında eşitsizlik bizim coğrafyanın kaderi deyip kabullenecek miyiz? Toplumsal cinsiyet rolleri ortaçağdan kalma erkek egemen görüş hala geçerli diyerek kaderimize küsecek miyiz?

Yine 28 temizlik işçisi ilanı için 9.625 başvuru yapılan bir ülkede işsizliğin geldiği boyut çok net ortaya çıkarken “sonra ne mi olur?” sorusuna; “Yazarken kalem tutulur, klavye, takılır, gözler dolar, nefes daralır. Bunun adı da ülke gerçekleri karşısında ağlayan sütunlar olur!” yanıtını vererek sözü erbabına, şair Mehmet Kemal’e bırakarak aradan çekilsek mi?

“Bir tencere kaynar ocakta. Et mi kaynar, dert mi kaynar bilinmez. Bir adam gezer sokaklarda, işi var mı, gücü var mı sorulmaz.”

Mehmet Kemal’in bu dizeleri onlarca makaleye, yüzlerce satıra bedel değil mi?